BOOKTİNİK @booktinik_
BOOKTİNİK @booktinik_

Albert Camus Kimdir?

Albert Camus, 7 Kasım 1913 yılında,Cezayir Mandovi’de dünyaya geldi. Annesi Catherine Helene Camus İspanyol, babası Lucien Auguste Camus ise Alsas bölgesinden bir Fransız idi. Babası Lucien 1914 yılında, Birinci Dünya Savaşı’nda piyade alayında görevdeyken hayatını kaybetti.

Camus, 1918 yılında ilkokula başladı. Annesi onun okuması için evlere temizliğe gidiyor ve çok uğraşıyordu. Annesine daha fazla yük olmak istemeyen Camus, öğretmeni Louis Germain ‘in yardımı ile burs kazanarak 1923 yılında liseye gitti ve evden ayrıldı. Liseyi bitirdikten sonra Cezayir Üniversitesi’ne kabul edildi. Burada felsefe eğitimine başlayan Camus’un bu sırada sağlığı bozuldu ve 1930 yılında verem hastalığına yakalandı. Üniversite yıllarında futbol, boks, yüzme gibi çeşitli spor dallarına ilgi duyuyordu fakat yakalandığı verem yüzünden spor yaşamı sona erdi ve üniversite takımının kaleciliğini bırakmak zorunda kaldı. Üniversite’ yi bıraktıktan sonra kasaplık yapan bir akrabasıyla bir dönem yaşadı. Daha sonra yalnız yaşamaya karar verdi ve geçinmek için çeşitli işlerde çalıştı. 1935 yılında tekrar Cezayir Üniversitesi Felsefe bölümüne yazıldı ve 1936 yılında yazdığı ‘’Plotinus’’ tezi ile Felsefe bölümünden mezun oldu.

Üniversite’de özellikle felsefe ve edebiyat alanındaki fikirlerini geliştirmesine yardım eden ve kendisi gibi futbola merak duyan öğretmeni Jean Grenier’den etkilendi. Mezun olduktan sonra öğretim üyeliği yapmak için agrege (doçentlik) sınavına aday oldu fakat hastalığının tekrar şiddetlenmesi yüzünden bu girişim sonuçsuz kaldı. Sağlığına kavuşmak için Fransız Alpleri’nde tatil yapmaya gitti.

1934 yılında Fransız Komünist Partisi’ne üye oldu. Üye olurken Komünizm destekçisi değildi ama bu sistemin İspanya’da yaşanacak olan fırtınayı dindireceğini düşünüyordu.Daha sonra Sosyalizm’in sol muhalefeti olarak bilinen ve bir ülkede Sosyalizm’in tek başına olmayacağını savunan Troçkist suçlaması nedeniyle 3 yıl sonra partiden atıldı. II. Dünya Savaşı sırasında Apolitik bir tavıra büründü ama Komünist bir gazetecinin gözleri önünde öldürülmesi ve Paris’in Almanya tarafından işgal edilmesinin ardından bu tavrından vazgeçti. 1934 yılında Fransız ordusuna yazılmak istedi fakat verem hastası olduğu için başvurusu kabul edilmedi.


1934 yılında Simone Hie ile evlendi. Camus kadına çok aşıktı fakat evlilikleri çok kısa sürdü çünkü Simone morfin bağımlısıydı ve evlilikleri sırasında Camus’a sadık değildi. Bu evliliğinden sonra 1940 yılında piyanist ve matematikçi olan Francine Faure ile ikinci evliliğini yaptı. 5 Eylül 1945 yılında ikiz çocukları Catherine ile Jean doğdu. Bu dönemde Camus, Paris-Soir isimli dergi için çalışmaya başladı. Çalıştığı ekiple beraber Bordeaux’a gitti ve ilk kitapları olan ‘’Yabancı’’ ve ‘’Sisifos Söyleni’ni burada tamamladı. 1942 yılında Bordeaux’u terk edip önce Cezayir’in Oran şehrine gitti, ardından Paris’e döndü.

İkinci Dünya Savaşı sırasında Fransız direnişi ekibine katıldı ve Combat isimli yeraltı gazetesine editörlük yapmaya başladı. Savaş bittikten sonra ticarileşen Combat için çalışmayı bıraktı ve yazmaya yoğunlaştı. Gazetede çalışırken burada yayınlanan en ünlü makalesi hiroşimadan iki gün önce yayımlanan “Use of The Atomic Bomb in Hİroshima” oldu. Gazetede çalıştığı yıllarda Jean-Paul Sartre ile tanıştı. Savaşın ardından “Cafe de Flore”de Sartre ve arkadaşlarıyla buluşmaya başladı fakat kendisi komünizm karşıtı olduğu ve komünizmi eleştirdiği için etrafı ondan uzaklaştı.

Varoluşçu felsefeyi tanıtmak için Amerika’yı da turlayan Camus, Sartre ile varoluşçuluk konusunda hep zaman birlikte anılır. Yalnız, her ikisi de bu felsefeyi, kendi hayat görüşleri çerçevesinde, birbirlerinden habersiz şekilde benimsemiş ve kitaplaştırmıştır.Camus kendisini bir varoluşçu olarak tanıtmaz, onun tek felsefî görüşü Absürd felsefesidir. Bu düşüncesini “Sisifos Söyleni”’nde açıklayıp ‘Yabancı’ ve ‘Veba’ gibi ünlü romanlarında da işlemiştir. Sisifos Söyleni kitabını,aslında kendisini varoluşçu sayan ama aslında hiçbir şey ifade etmeyen insanlara karşıdır. Üstelik, Sartre’nin görüşü pesimist ve amaç aramaya yönelikken Camus, her şeye rağmen, bu anlamsız hayata rağmen, yaşamak için anlamlı amaçlar bulmamızı söyler. Yani Camus, pozitif ve hayat dolu bir görüşe sahiptir. Camus'un felsefesinin en iyi anlaşıldığı sözlerinden biri; “hayat hiçbir şey değildir, itina ile yaşayınız.”’dır.

1949 yılında hastalığının tekrar nüksetmesinden dolayı 1952 yılına kadar çalışmalarına ara verdi. 1951 yılında sol görüşteki insanların tepkisini çekerlen “L’Homme Revolte”yi (Baş Kaldıran İnsan) denemesini yayımladı. Bu yüzden Sartre ile ilişkisini tamamen bitirdi. 1954 yılında kendini insan haklarına adadı. 1952 yılında Birleşmiş Milletler General Franco diktatörlüğünde’ki İspanya’yı üye olarak kabul ettiği için Unesco’dan ayrıldı. İsyanları bastırmak için şiddete başvuran Sovyetleri eleştirdi ve idam cezasının kaldırılması için mücadele verdi. Pasifizm’in en önemli savunucularından biriydi.

1954 yılında Cezayir Kurtuluş Savaşı’nda Fransa’yı savundu. Cezayir’in özerkliğinden yanaydı. Cezayirli’ler için gizlice çalışmalar düzenledi. 1955 ve 1956 yıllarında “L’Express dergisi için yazılar yazdı. 1957 yılında yazdığı Düşüş eseri ile Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandı. Rudyard Kipling’den sonra bu ödülü almış en geç yazar Albert Camus’dur. Ödülün veriliş nedeni için; “insan vicdanına ait sorunları aydınlatan ileri görüşlü ve samimi eserleri olduğu” açıklaması yapılmıştı.


Bir zamanlar Camus’a en absürt ölüm şekli sorulmuş ve Camus en absürt ölüm şeklinin araba kazası olduğunu söylemiştir. 4 Ocak 1960 yılında trenle gitmeyi planladığı bir yere yayımcısının sürücü olduğu bir arabayla giderken, küçük bir Fransız kasabası olan Le Grand Fossard’da araba kazası sonucu, 46 yaşında hayata veda etmiştir. Facel Vega marka otomobile arkadaşı ve yayımcısı Michel Gallimard tarafından ısrar sonucu bindirildiği düşünülmektedir. Bunun nedeni ise Camus’un cebinden çıkan kullanmamış tren biletidir.

Kaza mahalinde bulunan Biyografi notları kızı Catherine tarafından 1995 yılında Le Premier Homme (İlk Adam) ismiyle yayımlamıştır. Ayrıca 1970 yılında son eseri olan Mutlu Ölüm adlı eseri yayımlanmıştır.

Camus’un düşünsel gelişimi iki ayrı döneme ayrılır. Birinci dönemde, dünyanın saçmalığı ve yaşamın anlamsızlığı konuları ve dolayısıyla, saçma kavramı üzerinde, buna karşın ikinci dönemde başkaldırı konusu ve buna bağlı olarak, dünyanın anlamsızlığına başkaldırmak, toplumu değiştirmek, kötülükleri gidermek ve daha iyi bir düzen kurmak amacıyla eylemde bulunma temaları üzerinde durmuştur. Ona göre, dünyanın saçmalığına, kaçınılmaz yenilgiyi bile bile kötülüklere karşı çıkmak, yaşama anlam katmaktan başka bir şey değildir. Felsefesi tümüyle ahlaki çizgide gelişmiştir. 


Albert Camus’nün en önemli ve en tanınmış romanı ''Yabancı''dır. Adını bir türlü öğrenemediğimiz baş kahramının birinin ölümüne sebep olmasıyla idama giden hikayesini konu alır. Roman karakteri hayata, ölüme ve en önemlisi kendisini karşı yabancılaşmıştır ve bu süreçte bunu daha derinden hissedecektir, hissettirecektir. Bu yabancılaşmanın yanında suç olgusunu da tartışan Camus; suçun objektif bir şekilde ele alınıp alınmadığını da irdeler. Suç işlenen bir cinayet midir, yoksa cinayeti işleyen kişinin davranışları, düşünceleri ve sahip olduğu ideoloji midir? Bir taraftan da bunu inceleyen Camus kitapta nihilizm ve absürd kavramıyla çalışır. Makineleşmiş bir toplumda makineleşmiş insanın ölümü bile nasıl rahatlıkla kabul ettiğini, insanın ve içinde bulunduğu toplumun nasıl bu duruma geldiğini anlatmaktadır.


Romanları: Yabancı(L’Étranger-1942), Veba (La Peste-1947), Düşüş(La Chute-1956), Mutlu Ölüm(La Mort heureuse-ölümünden sonra, 1970), İlk Adam (Le premier homme-ölümünden sonra, 1995)

Hikayeleri: Sürgün ve Kralık (L’exil et le royaume-1957)

Oyunlar: Caligula (1938`de yazıldı, 1945’de oynandı), Ecinniler (Les Possédés-1959)

Denemeler: Sisifos Söyleni (Le Mythe de Sisyphe-1942), Denemeler, Tersi ve Yüzü(L’envers et l’endroit-1937), Başkaldıran İnsan (L’Homme révolté-1951), Düğün ve Bir Alman Dosta Mektuplar (Lettre a un ami allemand-1945)