Menekşeli Mektup, Ayrılık ve Yolculuk
Kitaba geçmeden önce yine kendimden biraz bahsetmek istiyorum, çocukluğumdan beri bildiğim bir özelliğimden. Buna bir yetenek denilebilir mi ya da bunun bir adı var mı bilmiyorum ama ben zamanları kitaplarla eşleştirebiliyorum. Daha doğrusu okuduğum bir kitabı ne zaman okuduğumla ilgili küçücük bir ipucu hatırladığımda, o dönem kaç yaşında olduğumu, nerede yaşadığımı ve ne işle meşgul olduğumu hatırlayabiliyorum.
O kitabı kimden ya da nereden duyduğumu, aldığımı, ne kadar sürede okuduğumu, okurken başıma gelen ilginç bir olay olup olmadığını, kitaptan keşfettiğim filmleri, şarkıları ve başka kitapları anımsayabiliyorum. Bir anlamda o günlere dönüyorum adeta, basit bir hatırlamak değil sadece. Belki öyle abartılacak bir şey değildir ve sizin de vardır bu özelliğiniz. Hemen bir deneyin isterseniz, bu kitabı okudunuz mu mesela? Okuduysanız bu yazıya devam etmeden önce biraz düşünün bakalım. Hep bu kitabı okumadıysanız yazının devamını okumayın diyecek değiliz ya, bu sefer de böyle olsun.
Ne yazık ki yaşım ilerledikçe bu becerimin körelmeye başladığını hissetmiştim. Kitapları bahane ederek yazdığım bu yazıların bir sebebi de bu aslında. 2020'nin sonuna doğru bitirdiğim Aytmatov kitabını ilk hikayemiz olan Menekşeli Mektup’ta görünce o günlere döndüm. O da ne kadar güzel bir kitaptı.
“İnci Hanım’a o menekşeli mektupları göndermeye başladı. Kaç ay, kaç yıl geçti? Ne önemi var. Zaman izafî bir şeydir. Hani adam kitabına ad koymuş. Gün olur asra bedel.”
İnci Hanım’a o mektupları gönderen yurt dışındaki kocası. Ama o mektupları getiren hikâyemizin kahramanı postacımız. Mektuplarda yazılanlar yalan ama okuyanlar bilir, mektupların bir büyüsü vardır. İnanırsınız okurken. Peki ya taşırken? Maalesef onu bilme şansımız yok, neyse ki böyle kitaplar var da okuyup hayal edebiliyoruz.
Gel zaman, git zaman postacı âşık oluyor bu mektupların gönderildiği İnci Hanım’a. Onun yaşadığı ayrılığın acısını onunla paylaşıyor, kendisi gibi görüyor onu bir anlamda, hatta kendisini görüyor onda. Hani sormak için değil de anlatmak için soru soranlar olur ya, o misal bir gün aşk dediğin nedir diye soruyor kahveci postacıya. Gerisini olduğu gibi aktarayım:
“Postacı:
— Nedir?
Kahveci gülümsüyor; hafifçe eğilerek.
– Muhabbet iki başlı olacak arkadaş. Tek taraflı oldu mu sakat. Kara sevdaya girer.
— Çaresi?
Hikmetli bir söz söylüyor Kahveci:
–Ya tahammül, ya sefer!
Bu kahveci az adam değil, şu sönmüş tekkenin ihvanındandır belki. Postacı ibareyi tekrarlıyor: ‘Ya tahammül, ya sefer.’ Kendini yokluyor ardından, içini araştırıyor. Bende ikisi de yok. Demek ki bende aşk yok. Peki ne var bende? Hiç. Ben bir hiçim.”
Böylece bir sonraki okuyacağım kitabını da yazarın kendisi belirlemiş oluyor. Kitabı okurken mektupların o hüzünlü havasının ayrılıktan kaynaklandığını düşünmüştüm. Şimdi mektup zaten haberleşme amaçlı neredeyse hiç yazılmıyor ama eskiden de olsa sanırım insan kısa mesafeye mektup yazmazdı. Yani bir ayrılık olması lazım illaki.
“Ölüm ile ayrılığı tartmışlar, elli gram ağır gelmiş ayrılık.”
Hangisi daha ağırdır tartışılır ama bütün bu dertler ne kadar ağır olursa olsun, başa gelince çekiliyor bir şekilde. Hatta bazıları bunu lehine bile çevirebiliyor.
“Kimi neşeyle, kimi acıyla beslenir. Fuzulî boşuna ‘Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabip’ dememiş. Postacı artık derdini seven biri olup çıkmıştı.”
Kitabımızda üç farklı hikâye yer alıyor, ben her ne kadar sanki sadece tek bir öykü varmış gibi yazsam da diğer iki hikaye de çok güzeldi. Ama ben Menekşeli Mektupları daha çok sevdim. Bunun nedeni sanırım daha önce okuduğum Mavi Kuş kitabındaki gibi yazarın sık sık bizle konuşmasıydı. Hem de açık açık konuşması. Hani bazen kitapta okuduklarınıza bir anlam veremez, neden diğer türlü olmadı diye düşünürsünüz ya, halbuki bazen düşünmenin faydası yoktur. Tıpkı hayatta ki gibi.
“İncilâ Ferit’in sesini hiç olmazsa telefonda duysaydı. Hayır. Aramadı.
Niçin aramadı? Onu ben de bilmiyorum. Bir de derler ki, yazarlar yazdıkları kitapta yer alan kişilerin her halinden haberdar olur. Hadi canım sen de.”
İkinci hikâye aslında daha çok empati kurabildiğim bir olay üzerine kuruluydu. Hacca Gidebilmek, bana zamanında babamın karşısına çıkan yedek şoför olarak hacca gidebilme fırsatını hatırlattı. Sırf bu sebeple o sınıfın ehliyetini almıştı. Ailecek sanki biz de gidecekmişiz gibi heyecanlanmıştık. Her şeyi ayarlamış, kısa sürede hazırlıkları bitirmiştik ama son anda nedendi tam hatırlamıyorum şimdi ama karşı taraf kaynaklı bir hata yüzünden iptal olmuştu. O günleri hatırlayınca bu hikâyeyi sanki babam o yolculuğa çıkabilmiş de anılarını okuyormuşum gibi hissederek okudum. Benim için bambaşka bir hal aldı bu hikâye. Tabii herkese benzer duyguları yaşatamayabilir ama kahramanımızın kendisini sorguladığı, günahlarını düşündüğü bölüm herkese bir şeyler katacaktır:
“İşte günah. İşte aradığım bu. Tövbe Yâ Rabbi! Affet Yâ Rabbi!.. Hiç günahım yok diyenin kim bilir ne çok günahı var. Bir kez gönül yıktın ise o kıldığın namaz değil. Ben kaç gönül yıktım acaba, üzerimde ne kadar kul hakkı var? Eşime, çocuklarıma, hısıma akrabaya, komşuya, arkadaşlara nasıl davrandım. Tek tek gözden geçiriyorum. Kendisiyle yüzleşmek budur herhalde. Hesaba çekilmeden hesaba çekmek.”
Son hikâyeden hiç alıntım yok maalesef. 160 sayfalık bu kitapta en az yeri o kaplasa da en zor okunan kesinlikle son bölümdü: Kar Üstüne Kan Damlar. Adını okuyunca bile insan bir ürperiyor, içi titriyor. Bu üç hikâyenin aynı kalemden çıkması kadar aynı kitapta yer alması da ilginç geldi bana. Dostoyevski okur gibi hissettim son sayfalarda. Er çok yüreğe dokunan, en gerçekçi olan da oydu aslında. Savaşın eline silahı alıp sıka sıka ilerlemek olduğunu zannettirmeye çalışıyorlar ya filmlerde, buna kananlara özellikle okutulması gerekiyor son hikâyenin.
Her ne kadar sevsem de hepsini, bu farklı hikâyelerin ortak noktası neydi pek bir fikrim yok. Başlığa da yazabilmek için özellikle düşündüm ama şudur diyebileceğim bir kavram bulamadım. Yolculuk olabilir belki ya da ayrılık mı acaba? Bir ortak noktanın olması da şart değil ya gerçi, öyle merak ettim sadece. Daha fazla uzatmadan direkt size sorup konuyu kapatayım en iyisi: Sizce bu kitaptaki hikâyelerin ortak noktası nedir?
Eğer bu platforma hâlâ üye değilseniz buradan ücretsiz üye olabilir,
her gün yazılan yazılardan notlar alabilir ve beğendiğiniz yazıları listeleyebilirsiniz. Hatta isterseniz siz de yazmaya başlayabilirsiniz…
1
Henüz hiç yorum yapılmamış.