aysebengi @aysebengi_1949
aysebengi @aysebengi_1949

Kazın Ayağı

Hayatta yemediğim bir şey varsa o da ‘bir sabah uyandım ve…’ diye ağzını açıp ahkam üstüne ahkam kesen cümlelerdir.  Çat diye apar topar ne olduğunu anlamadan değişmek mümkün mü? Yok… Yok… Öyleyse de benim başıma gelmedi. Zaman sinsinin teki. Parmaklarının ucuna basa basa karıştırıyor her haltı. Alıştıra alıştıra. Sabah uyanıp da kılıfının içinde başka bir ben bulmadım hiç. Akşamdan ne koyduysam aynısı. İşi gücü yok mu zamanın… Gece yarısı yeni yeni huyları tıkıştıracak içime, ergenlikten kalma ciddiyetimi kaşımın ucuna dikecek, yetmedi gözümün kenarına kazın ayağı, her sırıtışıma aç bir parantez. Adım gibi biliyorum. Yavaş yavaş demlendi yediğim naneler. Demini alıp iyice koyuldu. Kıvama geldi. Yanında da narin bir tek kağıtlı. Sonrası. Kendim içtim kendim buldum…

Yüreğim rahat.  Hakkını veriyorum yaşımın. Hepsi de alın teri. Hali hazırda kitap olmasa da bir formayı dolduracak dahiliye vakası, bir iki sayfalık da psikiyatrik zamazingo mevcut. Her servise malzeme var. Fena kariyer sayılmaz. Aldırdığım yok gerçi…  Yaşlı da hissetmiyorum  kendimi üstelik. Kaporta yamulsa da iç aksam sağlam. Mesela ‘eyvah 40 yaşına girdim’ paniği yaşamadım hiç. Gariptir yirmilerden otuzlara girerken hissetmiştim bu acayip duyguyu. Oyundan atılmışım gibi. Raf ömrüm dolmuş da ‘doğruca çöpe’ hissi işte.

Kabul. Yirmilerde çok bastım gaza. Hor kullandım makineyi. Ama değdi mi değdi. Gitmediği yer… Görmediği arıza kalmadı haspanın. Kaldırımlarda yattı. Sahil kasabalarında sokak köpeklerinin günaydın salyalarıyla uyandı. Köpekler onu yalarken o da köpekleri yaladı. Kenelerini ayıkladı. Denizi içti. Tekneleri seyretti. Sınıf ayrımı yapmadan sosyetik cipe de, yirmiyle giden kaplumbağa model yamuk kamyona da otostop çekti. En pahalı marketlerden en kral peynirleri yürüttü. Aç kalınca yol kenarındaki bahçelerden portakal yiyip detoks yaptı. Yokuş çıktı. Yokuş indi her viteste. Hacı Hüsrev, Dolapdere Tropy. Polisiye macera. İş, güç, çoluk çocuk… Şiddet. Akibet. Nasip. Kısmet. Köküne kadar. Kimbilir saatte kaç kilometre? 

Bir dakika… Bir dakika… Sadece kıçımı gezdirmedim tabi. Müziğin atonaline, sinemanın deneyseline bakmadan kuyruklara girdim bekledim. Tellere tırmandım aralardan sızdım. Sahte bilet yaptım ammeye açtım. Kavramsalı, absürdü, post moderni, dadaisti demeden koştur koştur yalayıp yuttum bir iştah.  

Her haltı yedim ama bir kere olsun elalem ne der diye düşünmedim.

İlk kez. Otuza bastığım gün. Dışarıdan baktım kendime. Başkalarının gözüyle. Yaşlanmak aklımın ucundan bile geçmiyordu ama… Yaşlanmıştım. Kabul gören bir bok yapmamıştım. Bir filitlik canım vardı.  İş güç sahibi olamamıştım. Siiviim itlikle kopukluyla doluydu. Tamam oğlan bayağı büyümüş ilkokul ikiye gidiyordu. İki koca eskitmiştim. Denemediğim iş kalmamıştı. Yok. Bu değildi. Hepsi saçma sapan şeylerdi. Bunun sonu yoktu illaki bir direğe toslayacaktım. Bir an önce kendimi toparlayıp sıraya girmeli, hizaya gelmeliydim.

Aklımı başıma topladım. Eroini, kokaini, ekstaziyi hayatımdan çıkarttım. Hemen. Koca dayağını çoktan defetmiştim zaten. Bir itiş kakış oldu elbet. Bir iki doz akıl hastanesi. Üç beş seans terapi. Bir tutam hapishane. Değiştirebileceklerim için güç, yerinden kıpırdatamayacaklarım için sabır derken büyüdüm kocaman oldum. Ergenliğimi savdım başımdan. Serserinin tekiydim hala ama idare etmeyi öğrenmiştim etrafı. Kafam güzeldi. En doğalından havadan sudan. Bir ömür yeterdi bana nasıl olsa. Derin ikna kabiliyetimi yaşlanmak için kullandım. Kamuflajdaydım. Kimse göremezdi beni. Hazır oldum rahatladım.

Kırka geldiğimde ise bunun şahane bir duygu olduğunu düşündüm. Açı genişledikçe genişliyordu. Vay anasını plan sekans böyle yaşayacağız ha bundan sonra dedim kendi kendime. Anacaddesinden arasokağına hatta bazı evlerin perdelerinin kenarından ucundan gayet net görüyordum olanı biteni. Hiçbir ayrıntıyı kaçırmamacasına.  Değiştirebileceğim şeyler için gücüm, değiştiremeyeceklerim için bir el arabası sabrım, yaşımın getirdiği ağırlıkla ölçülemeyecek bilgeliğim vardı. Ben bile şaşırmıştım geldiğim yere.

Panik yapmak ağlamak üzülmek istedim. Kırk olmuştum. Kırkına gelen ağlamalıydı. Olmazsa olmazdı. Yapamadım. İçimden gelmedi. Ne vardı ayol ağlayacak. Şahane makara yapmıştım. Güzel arkadaşlarım bir sürü de hikayem vardı. Çorba da çıkıyordu bir şekilde. Çizgiler yerindeydi. Hem doksanlıklar altmışlıklar. Hem yüzüme oturanlar. Düşündüm de otuzda daha çok yaşlanmıştım. Kırk iyi gelmişti bana. Gepegenç terütaze duruyordum yerli yerimde.

Gerçeğe bir bianelde uyandım. Bilmemkaçıncı İstanbul bianelinde. İki happeningin kenarına konuşlanmış bir enstalasyonun tam yanında. Ortaya atılmış bir avuç çivi. Kenara bırakılmış bir matkap. Bir balyoz. Bir çekiç. Kenara çıkarılmış bir işçi tulumu. Hüsnü niyetle anlamaya çalıştım. Düşündüm. Sanat dediğin anda kayıtlıydı işte. Boş, dolu, pisuar, Duchamp zorladım da zorladım kalan aklımı. Gerçekle kurgu arasında bağ kurmuştu. Da ne olmuştu. Gerçek mi kurguydu… Kurgu mu gerçekleştirmişti kendini. Ne gerek vardı bunlara… Tam arkamda kulağımın dibinde bir video art zalimce dönüp duruyordu. Durmadan. Fışır fışır dalga sesi. Deniz. Bir dalgalıymış. Bir durgun. Tıpkı insan gibi. Ne diyorsun abi sen yeter demek istedim. Diyemedim. Kırkında bir kadının yapacağı şey miydi bu. Derin bir nefes aldım. Küçük alaycı bir gülümsemeyle geçtim gittim.

Bununla bitmedi. Ardı arkasına üstüme üstüme geldiler.  Bir iki deneysel filmle sabrımı zorladım. Aforizmalı sözlerini türkülerden elektronik müziğe sürükleyip sentez üstüne sentez yapan grup da üstüne tuz biber ekti. Olay aydınlandı. Şarkıları dinlerken öylece kaldım.  Kıpırdayamadım. Herkes şarkılara eşlik ediyor coşuyor ben makarada boşa saran kopmuş film gibi garip bir gıcırtı çıkarak yalpalayıp duruyordum. İçim şişmişti bariz. Teşhis belliydi. Kalabalığa şöyle bir göz gezdirmek yeterliydi. Benim yaşımda bir kişi yoktu konserde. Yaşlanmıştım işte.

Para kazanmak için okuduğum abuk subuk kitaplar esir almıştı benliğimi. Romantik komedilerle zehirlenmiştim… Otuz saniyede bir sahne değişmezse canı sıkılan standart seyirciye dönüşmüştüm. Sokaktaki adam olmuştum bildiğin. Kazın ayağına, envai çeşit sanatın deneyseline, ille de müziğin atonaline endüstriyeline tahammülüm kalmamış sisteme entegre olmuştum. Sisteme…

Oysa müziği açıp yatakta zıplamaya bayılıyorum. Hastasıyım. Trambolinim yok. Alamadım. Kırk küsür dile kolay. Yaşa bak. Sokakta şarkı söyleyerek gezmeyi de seviyorum. Rock’ı, punk’ı, blues’u. Çocukları kudurtmayı. Koşmacayı.

Oğlum büyüdü artık. Yirminin ilk basamağında. Adam oldu ya. Uymuyor bana. Yaşlandım diye mi acaba?

İki sıkıştırılınca tüylerim diken diken oluyor. İçimdeki ergen ayaklanmada. Zora gelemiyorum. Ne yapsam da ayak diresem nasıl yapsam da tekmeyi bassam kurtulsam kenara kıstırılmaktan diye kuduruyorum. Otoriteye kılım ‘çok şükür’. Sahil kenarında köpek salyasıyla uyanmak en mucizevi kremden daha diriltici bana göre. Nedenini bilmiyorum belki bir iki devrem yanık.  Neysem üçken beşken yirmiyken aynısıyım işte…

Hala bir trambolinim yok. Trambolin için bahçeli bir ev, bahçe için bir sürü çocuk, kedi, köpek, bir sera çiçek lazım. Hollandalısı yerlisi. Domatesi biberi. Daha bisiklete binmeyi, darbuka çalmayı, dalmayı öğreneceğim.  Biraz astrolog, biraz yoga eğitmeni olacağım. Sanskritçe, İngilizce. Sümerce azıcık olsa yeter. Bir de hikaye kitabını tamamlayacağım. Toplumsal zart zurt için. Canımı yakamasınlar diye. Dikenli tel babından. O da elliye kadar olur artık. Yaşlanmazsam o zamana kadar…