Yaşar Kemal
Şimdi gelelim size. Kaç yıl yaşasanız “yetti bana bu ömür” dersiniz? Mesela 60-70 keser mi sizi? Yoksa olmuşken 80-90 hatta 100’ü göreyim mi derseniz? Bugün 70lerinizde olduğunuzu farz edin ve geriye dönüp yaşanmış yıllarınıza baktığınızda bunca birbirine karışmış acı ve mutluluk karması yetmez bana diyecek misiniz gerçekten? Yaşarken ömürlerinizin boynuna asılan onca ağrıtan ve sancıtan yükle daha ne kadar kamburlaşsın istiyorsunuz taşıdığınız ruhlar? Çok yaşamak mı makbul yoksa iyi yaşamak mı acep?
Şimdi sohbetimize sizin benim gibi etten kemikten ama üzerinde yürümesi için kendisine sunulan ömür yolunun hakkını tastamam vermiş birisiyle devam edelim. Hem de çağın Homeros’u, Anadolu’nun bizzat kendisi olan biriyle. Yaşadığı toprakların ağıtlarını sadece ilgiyle dinmekle kalmayan, ağıt koleksiyonunu ilmik ilmik etrafındaki insanların da ruhuna nakşeden bir adamın son sayfası hiç gelmeyen çok anlamlı hikayesidir söyleyeceklerim. Tek dayanağı ve yaşam yakıtı "halkın yaratıcılığı" olan bu güzel insan doğduğunda bu güzel Cumhuriyet henüz 3 aylıktı ve Rus işgalinden kaçıp Van’dan göçen, evinde Kürtçe, dışarıda Türkçe konuşan bir çocuktu kendisi. 5 yaşına varmadan kurbanın derisini yüzen babasına yardım ederken bir gözünü kaybeden, kalan tek bir gözüyle birkaç yıl sonra babasının cami çıkışında öldürülmesini görmeyi tecrübe etmiş, sabaha kadar “yüreğim yanıyor” diye bağırıp, yeni güne kekeme olarak uyanan bir çocuğun gerçek hikayesi. Konuşamadığı için ilk okulda hiç tahtaya kalkamamış olsa da, pes etmeyen, türküler söyleyerek kekemeliğe karşı dilini galip getirerek ilk hayat mücadelesini kazanmış bir insan hikayesi. Arzuhalcilikten, bekçiliği, pirinç tarlalarında ırgatlıktan mahpusa düşmeye varan bir yolculukla, Dante’nin Floransa’dan kopuşu gibi o da Çukurovasından kopmak zorunda kalsa da gittiği her toprakta dört mevsim açan derin bir çiçek olmayı başarmış. Gülhane parkında yatarken cebinde el yazısıyla yazmaya başladıklarının yıllar sonra 35 dile çevrileceğini belki bilmeyen ama daha çok gençken Abidin Dino’nun kilim bilgisine hayranlığından ötürü dimağına güvendiği için “bak bakalım hangi resim güzel, hangisi değil” diyerek seçimlerine güvendiği üstün bir seçici de aynı zamanda kendisi. Kalemiyle yazıları gazete sütunlarına taşındığında, sünger avcılarını, kaçakçıları ve daha nice yanlışı korkusuzca yazan çok cesur bir yürek.
O yaşarken “mecbur insanların” hikayecisi olmayı tercih etti, Ağanın zulmünden dağa kaçan, çeltik tarlasında sıtma olan mevsimlik işçinin meselesini kendi meselesi bilen, “Orta Direk, Yer Demir Gök Bakır, Demirciler Çarşısı Cinayeti, Ağrı Dağı Efsanesi, Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana” ve daha onlarca eseri Anadolu’yu dramatize etmeden, salt gerçekliklerle zihinlerde inşa eden usta bir edebiyat mühendisi. Kaleme aldığı tüm romanları Amerika ve Fransa’daki 20. Yüzyıl klasikleri listelerinde olmakla sınırla kalmayan, Çin gibi daha birçok ülkede halklara erişen bir insan sevdalısı. Hayatı boyunca zulüm görenlerin yanında durmayı bir insanlık görevi bilen, Sait Faik’in söylediği gibi o “Kürtlerin en Türkü, Türklerin en Kürdü”, ardında bıraktığı eserler ve fikriyatıyla kimi bilinçli gönüllerce ismi Nobel’den çok daha büyük olan bir yazardı. Son romanını anlatırken “bir karanlıktan geldik, bir başka karanlığa gidiyoruz ama iyi ki geldik, iyi ki gördük Dünyayı, ben ışığın destancısıyım, ışığın yazarıyım” diyen, “Tek Kanatlı Bir Kuş”la toplumda bulaşıcı bir hastalık gibi yayılan Korku’yu destansı bir şekilde anlatan çağın üzerinde bir edebiyat ozanıydı.
Kendisinden bahsederken; yazısız sözlü bir halk yaşamını, yazılı romanlara hakkıyla taşımış belki de tanıdığımız bildiğimiz tek isim dersek yanlış olmaz.
Bugün bana bir yerlerde senin tarafın ne, kimden yanasın denildiğinde kendimi ifade ederken sarıldığım en sağlam kök, onun attığı insanlık tohumlarıyla var oldu kendi ömür toprağımda diye yanıt veririm. Benim tarafım da aynı onun tarafı gibi; insan olanın, hakkı yenilen ve ezilenin sesi olanın, daha kaç yıl yaşayacağından bağımsız nefes aldığı sürece namuslu bir hayat yaşamaya çabalamaktan vazgeçmeyecek olanların tarafıyım. Yattığın yer incitmesin seni “her kesimin herkesi” olmayı başaran güzel insan #YaşarKemal
Büyük bir yazar olmak, öyle çalışmakla olacak iş değildir, on değil bin kitap yazsan olmaz bazen. Büyük yazar olmayı insana hayat, yaşamasına müsaade ettikleri ve etmedikleri vesilesiyle ya bahşeder yada bahşetmez. Büyük yazarlar insanoğlunun sahip olduklarıyla, yoksun olduklarını öyle güzel harmanlar, öyle doğru zamanda olması gereken öz zemine oturtur ki, okuyana sadece hayran olmak ve daha önemlisi kendisinden olmayanın hikayesini "anlamak" kalır. Birine hayran kalacaksam, ben galiba kalan ömrümde yine en çok Yaşar Kemal’e hayran kalacağım. Literatüre bakarak benim yaptığım işe her ne kadarda Yazar adı veriliyor olsa da, Yaşar Kemal’e yazar denilen herhangi bir yerde, bana olsa olsa “yazan” denilmesi evladır, aksi beni daima utandırır, istemem.
Yine görüşeceğiz,
sıhhat ve muhabbetle.🕊️
Yazar. "Serhat KAYA".