aysebengi @aysebengi_1949

İçimde Fink Atıyor

Bir araba herif içimde fink atıyor. Derinliklerime kaçıp saklanıyor hayvanlar. Bazısı bacaklarımdan süzülüyor aşağıya kendine bir ağaç kovuğu bulamazsa içerde tutunamayanlar. Kuyruklarını vura vura duvarlara. Düz, kıvırcık, sarı, kuzguni, kırmızıya çalan, hatır hatır sakallı, pis bıyıklı, güzel kokulu, teri asit gibi yakan ne ararsan.


Ne güzel bir müzik ne de afili bir girişi olacak anlatacaklarımın. Aşk tırnak aralarındaki pisliği kapatan koyu kırmızı bir oje gibi. Simyahın üstüne çekilmiş koyu kırmızı. Yaptığım iş bu. Aşk. Ama ojesiz. Siyah çapa gibi tırnaklarıma giren toprağı saklamadan yapıyorum her şeyi.


Biraz ov. Biraz iltifat. Biraz rahatlat…


Bir araba herifin içimde fink attığı düşüncesi delirtiyor beni. Hepsiyle yattığımda bir araba kendilerinden bırakıyorlar içeri ya işte. Hal tavır aynı koyu yapış yapış yıvış yıvış bazen bacaklarımdan süzülüyor bir tonu. Bazen küçük plastik kaba hapsediyorum. Prezervatife. Bir tanesi bile kaçmamalı içlerinden bir tanesi bile…


Anlatacağım bir aşk hikayesi değil kadifeli yumuşak yanağına göğsüne değdiğinde içini ılık ılık yapan bir şey hiç değil… Daha dokunmadan zımpara gibi. İstediklerini alana kadar ağzından mücevherler dökülür. Bütün mücevher cebinde buruşmuş ter kokan kağıt paraya döner. Sonra. Sonrası yok. Sözler dağılır değerli taşlar vaadler geriye yıvış yıvış beyaz bir sıvı kalır milyonların ta kendisi.


Çöpten aldığım bir ton adamın bir araba bıraktığı pisliği tek tek içime sokuyorum. Sanki hepsi çocuklarımmış gibi. Özenle katlıyorum onlara son kez bakıp. Birinin ağzı açılıyor. Birkaç damla adam bacaklarımdan süzülüyor. İçerisi hareketleniyor birden. ‘Polis… Baskın…’ sesi duyuyorum belli belirsiz. Sesler çoğalıyor. Hassiktir diyorum kendi kendime… Hassiktir… Adımlar kapıya yaklaşırken prezervatifleri tek tek katlayıp itebildiğim kadar itiyorum… Kapı açılıyor ve ne kadar adam varsa hayatımda içime saklıyorum.


Hep seyrediyorlar beni. Her yerde. Sınıfta çaktırmadan fısır fısır konuşan çocuklar gibi kıpırdayıp duran taşlarla döşeli yolum. Ayaklarımın altında öne arkaya sağa sola gidip geliyorlar. Durmuyorlar yerlerinde. Bir o tarafa bir bu tarafa. Gömülü oldukları küçük çukur dar geliyor hepsine. Zor bela yürüdükçe koşarak yetişiyorlar ayaklarıma. Arnavut kaldırımının her taşını tanıyorum artık. Hangisi aceleci, hangisi tembel, hangisi mızmız. Onlar sürükleyip götürmese hergünhergün nasıl yürürüm bu yolu?

Kim bilir kaç kişiyi kolundan tutup zorla sokuyordur işin kapısından içeri taşlar. Kimdir nedir bakmadan. Ayırt etmeden birinden diğerini. Üstüne gelen kalabalığı sarıp sarmalayan koca su kemeri, koynundan vızır vızır geçen arabaları tek tek avucunun içine alıp bırakan ucu bucağı görünmeyen cadde gibi. Yüzümdeki utancı görseler koştururlar mı böyle arkamdan acaba? Bir tek onlar görür yüzümü.

Otobüsten iner inmez iki adım çalıştığım yer. İki dediysem lafın gelişi. On bilemedin onbir adım. Fazla değil yani. Son durağın hemen karşısı. Hanın en üst katı. Ayaklarım geri geri gider onlar olmasa. Tökezlerim. Kapıdan içeri giremem belki de. Soluk soluğa kovalamasalar arkamdan. 

Kimse anlamaz perdesini çektiğim için içimde neler olup bittiğini. Gülümsemem en koyu siyahtır. Kalın kumaşlı. Ne ışığı içeri sızdırır. Ne de içerden bir gölge gösterir dışarıya. Ruhum perdenin arkasında kalır. Perdenin arkasında kalır her şey. Simsiyah. Anlayamazlar. Perdelerim kapalıdır pek az aralarım. Kimse bakmaz suratıma çektiğim kalın perde olmasa aramıza. Kendi camlarımı açmam ama arada bir bakarım camdan dışarı ben çalışırken insanlar ne yapıyor diye. Gürültülü patırtılı bir koşuşturmacanın içinde bulurum kendimi. İşim bu tanınmamak. Ne içerden dışarı. Ne dışardan içeri.

Gülümsemem en koyu siyah. Kalın kumaştan. Ne ışığı içeri sızdırır ne de dışarıdan bir gölgeyi ele verir. Perdenin arkasında kalır her şey… Tanımaz kimse beni. Tanıyamaz. Ne içerden dışarı ne de dışarıdan içeri.