Bir Hikaye - Mavi Çikolata
90'larda Küçük Bir Çocuğun Tatlı Dünyası
Büyükler çok garip. Hiçbir şeyden anlamıyorlar ve buna rağmen her şey kendi istedikleri gibi olsun istiyorlar. Neymiş, her gece saat 10'da yatarsam eğer öbür gün bir çikolata yeme hakkım olacakmış. Peki ya uykum gelmiyorsa? Yine de mecburen yatıyorum yarın alacağım çikolatanın hayaliyle. Öyle seçme şansım da yok şu olsun bu olsun gibisinden. Çikolata olsun, hatta çikolatalı bir şeyler olsun da ne olursa olsun. Zaten çok seçici biri sayılmam.
Hiç unutmam bir keresinde Almanya’dan akrabalar gelmişti iki büyük poşet dolusu çikolatayla. Babamın aldığı yeni oyuncağımı bile gözüm görmemişti o zaman. Aklım tamamen birbirinden olabildiğince farklı ambalajlarda, rengarenk duran çikolatalara kaymıştı. Yine de annemin erken yatarsam günde bir çikolata kuralı devam etmişti. Aslında bunu bana her akşam hatırlatan babamdı ama bu fikrin asıl sahibinin annem olduğunu çok iyi biliyordum.
Onları da anlıyordum çünkü fazla çikolata yersem eğer dişlerim çürürdü. Annem tamamen benim iyiliğimi düşünüyordu. Bazen gece erken yatmasam bile babamdan gizli gizli bana günlük çikolatamı verirdi. Çünkü çikolata yemeyince günüm kötü geçecek gibi hissediyordum. Canım sıkılıyor, oyun bile oynayasım gelmiyordu.
Babam her akşam elinde yeni bir çikolatayla gelirdi. Zaten akrabalar da sanki bunu biliyormuş gibi hep farklı farklı şeyler getirmişlerdi. Hiç birbirinin aynısı olan yoktu ve her gün bambaşka çikolatalar yemek bir anlamda değişik bir alışkanlığın başlangıcı oldu. Artık her gün yepyeni bir çikolata keşfetmek istiyordum ve bu olay babamın işini gittikçe zorlaştırıyordu.
Bir akşam babam işten eve geldiğinde merakla acaba hangi çikolatayı getirmiş diye beklerken, dikdörtgen şeklinde kırmızı bir kutu içerisinde o zamana kadar çokça yediğim bir markanın çikolatasını uzattı bana. Bir an için paketi bana çok kaliteliymiş gibi geldi. Öyle diğerleri gibi sıradan bir ambalajla kaplı değildi. Ama merak da ediyordum, her ne kadar kutu şeklinde de olsa bunun içinde nasıl bir çikolata olabilirdi acaba? O çikolata eriyip bu karton kutuya bulaşmaz mıydı?
Hızlıca kutuyu açmaya çalıştım ama öyle daha önce gördüğüm kutulara da benzemiyordu. Babam altından parmağımla itmem gerektiğini söylediğinde zaten olayı çözmüştüm. Sadece içinden nasıl bir şey çıkacağını kestiremiyordum. Bir de kırmızı benim pek sevmediğim renkti. Bana ne elbise alınsa hep mavi ve mavinin tonları seçilirdi. Ben de özellikle renklerin anlamlarını öğrendikten sonra, en sevdiğim rengin mavi olduğuna karar vermiştim.
Kutuyu alttan ittiğimde birbirinin tıpatıp aynısı olan sekiz küçük çikolata paketi üzerime düştü. Hepsinin kendi özel ambalajı vardı. Tıpkı daha önce bana alınan büyük çikolatalara benziyorlardı. Sadece onların çok küçük bir hali gibiydi. Hemen bir tanesini açtım ve ağzıma attım. Çikolata yavaşça dilimin üstünde erirken büyük bir mutlulukla birer tane de annemle babama verdim. Bunu bana annem öğretmişti. Çünkü paylaşmak elindekinin kıymetini daha da arttırırdı. Tek çocuktum ama eğer ileride abi olmak istiyorsam, paylaşmayı bilmeliydim.
Üstelik ilk defa tamamen adil bir şekilde paylaşabilmiştim. Onlardan fazla yememiştim yani. Zaten babam genelde kabul etmezdi ama annem de benim gibi çikolatayı çok severdi. Küçücük bir parça da olsa almadan edemezdi. Sonunda ilk kez üçümüz de aynı lezzeti aynı miktarda yemiş, beğenmiş ve sevinçle birbirimizin gözlerinin içine bakmıştık. Kalanlarını akşam yemeğinden sonra yemek konusunda babamla anlaştık. Bunu da babamdan öğrenmiştim, her şeyi tadında bırakmak gerekirdi.
Gece olmadan kalan beş çikolatanın dördünü ne ara bitirdim hiç hatırlamıyorum bile. Ama birini büyük bir ısrarla da olsa anneme verebilmiştim. Toplasan belki normal boyutlarda tam bir çikolata bile yememiştim ama böyle parça parça yemek çok güzel gelmişti.
Bu arada kutuyu da elimden düşürmemiş, onunla da çeşitli oyunlar oynamaya başlamıştım. Daha önceden kırılmış bir oyuncak arabam vardı tam onun boyutlarında. Bu kutuyu istersem bir arabaya bile çevirebileceğimi o zaman anladım. Sonra içine de istediğim şeyleri saklayabilir, adeta gizli bir hazine sandığı gibi kullanabilirdim. Ama bütün bunlarla oyalanırken saati unutmuştum. Saat onu geçmişti ve ben odamda sessizce oyuncaklarımla oynarken beni çoktan uyumuş zannediyorlardı muhtemelen. Büyük bir tereddütle acaba ışığı söndürüp hemen yatarsam fark ederler mi diye düşünürken annemin sesiyle bütün planlarımın suya düştüğünü anladım:
“Sen hâlâ yatmadın mı?”
Büyük bir yaramazlık yaparken annesine yakalanmış her çocuk gibi hemen telaşla bambaşka bir soruya cevap verdim: “Dişlerimi fırçalamayı unutmuşum.” Aslında doğruyu söylüyordum. Sadece annem bunu sormamıştı. Ben babama da yakalanmamak için hızla lavaboya koşarken sanki dediğini çoktan yapmıyormuşum gibi arkamdan söylenmeye devam ediyordu annem: “Koş hemen dişlerini fırçaladıktan sonra yat yoksa baban yarın çikolata almaz.”
Dişlerimi fırçaladıktan sonra hiç gelmeye niyeti olmayan uykum iyice kaçmıştı. Zaten bir seneye kalmadan okula da başlayacaktım. 10 benim için çok erken bir saatti. Bunu daha önce de babamla konuşmuş ve okula başladıktan sonra 11'e kadar oturabileceğim konusunda anlaşmıştık. Keşke hiç anlaşmasaydık. Çünkü o günden beri günler daha bir yavaş geçer olmuştu. Masmavi önlükleriyle okullarına giden çocukları seyreder, hep onlara özenirdim. Bu gece de tıpkı o geçmeyen günler gibi diğer gecelerden farklıydı işte. Hayallere daldım.
Zaten yarın çikolata da yiyemeyecektim, bari bugünün keyfini çıkarayım diye bütün oyuncaklarımı halının üzerine serdim. Küçük plastik askerlerden birinin kutuya sığabildiğini keşfetmem uzun sürmedi. Tabii çıkardığım seslerin farkında değildim. Çok geçmeden babam geldi ama hiç öyle annem gibi sorgulamadı beni. Biraz konuştuk sadece, hatta o da benim oyunuma eşlik etti. Kutudan yaptığım arabayı çok beğendiğini söyledi. Dünyalar benim oldu. Üstelik arabanın içindeki askeri daha görmemişti bile.
Mavi Umudun Rengiydi
Neredeyse öğlene doğru annemin zoruyla uyandıktan sonra bugünün de dün gece gibi uzun süreceğini çok iyi anlamıştım. Zaten bu akşam çikolata da gelmeyecekti. Babam gelene kadar büyük bir huysuzlukla televizyon başından neredeyse hiç kalkmadım.
Belki de alışmanın, sevmenin, tutkunun ve arzunun ne kadar büyük bir güç olduğunu o gün çok küçük yaşta da olsa, öğrenmiştim. Dün gece büyük bir hata yaptığımı anlamıştım. Ama bu hatayı yapmasaydım bunu bu kadar iyi öğrenebilir miydim?
Yeni şeyler öğrenmeye, sürekli sorular sormaya meyilli bir çocuktum. Her çocuk gibi. Ama herkesten farklı olarak babam ben ne sorsam hiç usanmadan cevaplardı. Sadece cevaplamakla da kalmaz, bununla alakalı ne kadar hikaye varsa bildiği, masal tadında anlatırdı. Saatler nasıl geçer hiç anlamazdık.
Bir gün daha önce bir doktorun hediye ettiği sulu boyayla resim yaparken, babama bu renkler ne anlama geliyor, diye sormuştum. Evet, bir doktor bana suluboya hediye etmişti geçen yıl. Dışarıda koşup oynarken kaşım yarılmış ve dikiş atmak zorunda kalmıştı. O esnada hiçbir şey hissetmesem de, iğnenin her yüzüme yaklaşışında korkudan nefes bile alamıyordum. 3 dikiş atılması bana 3 saat gibi gelse de, daha sonra pansuman için doktora tekrar gittiğimizde elinde gördüğüm sulu boya setine gözlerim kilitlenmiş adeta zaman durmuştu. Daha görür görmez ilgimi çekmişti o renkler. Daha önce babam renkli kalemler almıştı bana resim yapmam için ama böyle bir şeyi hiç görmemiştim. Doktor dün hiç ağlamadığım için o suluboyayı bana hediye olarak aldığını söyleyince ne kadar çok sevindim, anlatamam.
Tek tek 12 rengin de ne anlama geldiğini sordum babama. O da hiç üşenmeden tek tek hepsinin hikayesini anlattı bana. En çok maviyi sevmiştim. Çünkü mavi umudun rengiydi. Sakinliğin, huzurun rengiydi. Gökyüzü de maviydi, uçsuz bucaksız denizlerde. İnsan asla bakmaktan sıkılmaz, bir ömür boyunca seyredebilirdi bu güzellikleri. Kırmızıysa tehlikenin işaretiydi, yasaklar, kurallar hep kırmızıyla yazılırdı. İnsanların dikkatini çekmek için. Televizyonun kumandasında da açma-kapama tuşu kırmızıydı mesela. Diğer birçok alette olduğu gibi. Bense oldum olası dikkat çekmeyi hiç sevmezdim.
Annem daha fazla benim bu huysuzluklarıma dayanamadı ve neyim olduğunu, neden böyle mutsuz olduğumu sordu sonunda. “Babam bu akşam çikolata getirmeyecek ya.” dedim, olabildiğince üzgün bir ses tonuyla. Annem hemen mutfağa gitti ve gelince o umut dolu kutudan çıkan küçük çikolata paketini bana uzattı. Demek dün ona zorla verdiğim çikolatayı yememiş, benim için saklamıştı. Beni bu kadar çok düşünmesinin ve tanımasının verdiği büyük sevinçle heyecanlı bir şekilde bağırdım:
“AAA, MAVİ ÇİKOLATA!”
Annem gülmeye başladı. Benim maviye olan düşkünlüğümü en iyi bilen kişi annem olduğu için sanırım, çok da yadırgamadı bu durumu. Artık o bizim için mavi çikolataydı. Üstelik akşam babam da sanki yaşadığımız bu özel andan haberi varmış gibi, “Bak sana mavi çikolata aldım!” diyerek gelmişti eve. Annemle telefondan görüştüklerinden haberim olmadığından, bu an da benim için adeta erken kutlanan bir doğum günü partisi gibi bir şeydi. Yaşadığım o hayret ve mutluluğu hâlâ unutamıyorum. O günden sonra nerede mavi çikolataya denk gelsek annem ve babamla göz göze gelirdik, hatta bazen mavi çikolata derdik ve etraftakiler anlamsızca bize dik dik bakarken, biz kıkır kıkır gülerdik.
Yıllar Sonra Bizi Duydular mı Ne?
20'li yaşlarımda bir sabah ekmek almaya çıktığımda bakkalda benim meşhur mavi çikolatamın gerçekten mavi olduğunu, hatta yetmezmiş gibi yanına bir sıra da yeşilinin dizildiğini gördüm. Dayanamayıp sordum sanki bilmiyormuş gibi:
“Bunlar yeni mi çıktı?”
Yine sanki verdiği cevap kararımı değiştirecekmiş gibi bekledim. Yeni çıktığını, mavilinin fındıklı, yeşillinin de fıstıklı olduğunu öğrendim. Yeşil fıstık için mantıklıydı aslında ama mavi ile fındığın ne alakası vardı ki? Fazla düşünmeden ikisinden de birer kutu aldım. Tabii bizim ailecek mavi diye kabul ettiğimiz kırmızısını da almayı ihmal etmedim.
Bir yerlerde okumuştum, çocuklar bizden çok daha fazla rengi görüp algılayabiliyorlarmış. Aynı şekilde sesler için de geçerliymiş bu durum. Bunu fark etmek çok kolay olmasa bile, en azından hemfikir olabileceğimiz bir duyu daha var ki, aklınıza da gelmiştir zannediyorum: Tat. Yaş ilerledikçe dildeki tat alma duyusu gücünü kaybediyormuş.
Kim bilir belki de annemizin yaptığı yemekleri hiç unutamamamız ya da o eski yediğimiz meyvelerin tadını artık hiçbir yerde alamamamız biraz da bizim yaşlanmamızla alakalıdır. Muhtemelen o yüzden diyerek mavi çikolatama kötü bir şey söylemekten imtina ediyorum.
Bazı Şeyler Hayal Olarak Kalmalı
30'lu yaşlarıma geldiğimde ise artık öyle eskisi gibi çikolatayla bir bağım kalmadı. O mavi ve yeşil kutuları da hiç görmedim bir daha zaten. Sanırım kendileri de yapmış oldukları hatanın farkına vardılar ki sonradan kaldırdılar bu ürünleri. Ya da belki bana denk gelmemiştir ama şunu öğrendim ki, bazı şeyler hayal olarak kalmalı. Çünkü bazen, hayallerinizin gerçekleştiğinde hiç de öyle hayallerinizdeki gibi olmadığını görüyorsunuz.
Bu tıpkı sevdiğiniz bazı insanların gerçek yüzünü görmek gibi bir şey sanki. Çok sevdiğiniz bir kitabın kötü bir filminin çekilmesi gibi. Ya da hayranı olduğunuz bir kişiyle tanışıp, konuştuktan sonra ne kadar farklı olduğunu anlamanız gibi.
İnsan bazen yanında rahatça hata yapabileceği, hata yaptığında bile yüzüne gülebilecek birilerini arıyor. Beraber gülebileceği, beraber susup, beraber konuşmaya başlayabileceği, tek bir bakışla sayfalar dolusu kelimeleri anlatabileceği birilerini istiyor yanında. Her zaman çocuk kalabileceği, tek bir sözüyle her şeye ikna edebileceği birilerini bekliyor. Acaba boşuna mı bekliyor diye de düşünmüyor değilim arada.
Bir Renk Olsam Ne Olurdum?
Geçen hafta tam da böyle düşünmediğim nadir zamanların birinde, yıllar sonra tekrar aradım, buldum ve aldım bu çikolatayı. Öyle bulunması çok zor bir çikolata değil aslında ama işte insan arayınca bulamaz ya hep, bir yandan da zihnimde bu hikayeyi toparlamaya çalışıyorum. Onun da yorgunluğu var üzerimde. Sonunda gördüm bir yerde, kutusu değişmişti biraz. Üzerinde bir işaret vardı. Pek dikkat etmedim açıkçası. Zamanında bulmanın sevinci yeterliydi o an için.
Tadı değişmiş mi bilmiyorum, çünkü kendime almamıştım. Zaten bundan sonra yiyebileceğimi de pek sanmıyorum. Bu hikaye güzel oldu mu onu da bilmiyorum. İki kere okudum ama sonuçta herkesin güzellik kavramı farklı. Sadece şunu biliyorum, paylaşmak elindekinin kıymetini daha da arttırır. Bu yüzden de paylaşmak istedim. Biraz uzun olduğunun farkındayım, o yüzden her şeyi tadında bırakmak gerek diyerek son bir şeyden bahsetmek istiyorum.
Çünkü sonradan öğrendim ki bu yeni kutuların içinden çıkan çikolataların her birinde farklı farklı sorular yazıyormuş. Neden böyle bir şey yaptılar bilmiyorum ama bunun fotoğrafını görünce sorulardan biri gerçekten bana sorulmuş gibi hissettim. Görür görmez mavi diye geçti içimden. Çünkü mavi, umudun rengiydi…
Unutmadan, bu güzel platforma sponsor olarak bir anlamda bizi de destekleyen ELZ kozmetiğe teşekkür ediyor ve 100 TL Üstü Ücretsiz Kargo kampanyasının devam ettiğini belirtmek istiyorum. Şu linkten bütün ürünlerini detaylı inceleyebilirsiniz.
2