DUVAR
Varoluşumuzla birlikte başlayan bir inşa var zihnimizde, kimimizin var olduğu, kimimizin ise hapsolduğu. Örülen bazı duvarlar öylesine yaşlı, rutubetli ve uçsuz bucaksız ki; onsuzluk ihtimali, özgürlük fikri hayallerin ötesinde. O duvarlar tarafından çevrelendiğimi fark etmem yıllarımı aldı ve asıl korkunç an, onları fark ettiğimde başladı.
Görünmeyen, hissedilemeyen, anlatılması imkansız bir yapıydı bu. Sadece var olduğunu bildiğiniz, sizi bilinç dağarcığınızın ötesinde iğreti eden, korkutan ve bu çakıllı duygu yolunun sonunda varlığınızı, tüm varoluşu sorgulatan duvarlar.
Benim için karantina, o duvarları fark ettiğimde başladı.
Etrafımda insanlar vardı belki, kelimeler, duygular, dokunuşlar, beklentiler; ama zihnimde yapayalnızdım. O duvarın ötesinde ne olduğunu bilmiyordum. Daha da kötüsüyse bunu öğrenmenin gerekli ya da mümkün olup olmadığını bilmememdi. Bu sırada birçok soru sorulur, birçok yargı oluşur, birçok fikir üretilir, kimisinin doğruluğu jilet kadar keskin, soluk kadar değerlidir.
O zaman anladım şimdiye kadar sorularıma verdiğim cevapların pek de doğru olmadığını.
Sonra yeni cevaplar aradım, farklı bakış açıları, özgür fikirler. Hep daha ötesi olduğunu fark ettim, doğru ve yanlışın bir yerden sonra anlamsız olduğunu, mutlak sınırların ortadan kalktığını.
Varlığın en büyük kusuru, büyük bir kısır döngüden ibaret oluşu diye düşündüm önceleri. Kötüler ve iyiler, sevinçler ve üzüntüler sürekli birbirini kovalıyordu. Sonunda tekrar kendinizi karanlıkta bulacağınızı düşündüğünüz anda tüm sistem çöküyor, her şey anlamını yitiriyordu.
Sonra fark ettim ki önemli olan, aydınlığı anlamlı kılmak, sonunda ona ulaşacağınızı bilmek, bıkmadan usanmadan yaşamakmış. Tıpkı eskiz üzerine eskiz yapmak gibi hayat da; sürekli değişen, tek doğrusu olmayan...
Aslında en büyük mimarlık, yaşayabilmektir. Çünkü sizi hapseden duvarları da var eden sarayları da ancak siz inşa edebilirsiniz.
Henüz hiç yorum yapılmamış.