Bekliyor Olacağım
Yalnızlık zor şey;
Yalnızlık zor şey be gülüm;
Anlata anlata bitiremezdi Ekrem amca yalnızlığı. Hayatı boyunca evlenmemiş, sevememiş kimseyi. Ya da sevmiş de itiraf edememiş mi öyle bir şeydi.
Gülüm diye seslenirdi bana hep. Gül derdi bana. Hâlbukisin ismimin bu olmadığını kaç kere söylerdim. Benim ismim Hazan derdim. O da bana
- Neden sürekli bu ismi söylüyorsun. Hep buruk mu yaşamak istiyorsun derdi. O zaman bir şey diyemezdim.
Hakkı vardı Ekrem amcanın neden bu ismi koymuşlardı ki bana neden Hazan demişlerdi. Bir türlü anlayamazdım. Bu yüzden mi içimde hep bir boşluk hissi… Bu yüzden mi geceleri yıldızlara baktığımda hep özlem duyarım birini. Bilmiyordum.
Yine tepe de oturmuş İstanbul’un gürültüsünü dinliyorduk Ekrem Amca ile beraber. Onun tıngırtan radyosunda hep bir şarkı ‘Elbet bir gün buluşacağız’.Bu şarkıyı dinlemesinin bir sebebi varmış. O kadının en sevdiği şarkıymış.
Ekrem amca benim aslında her şeyimdi. Hem babam, hem annem, hem kardeşim, hem dostum. Yaşı kırk beş olmasına karşın çökmüş ve yaşından daha büyük göstermesine neden olmuştu ama o yüzünde tatlı bir tebessüm ve yeşil gözlerinde hep bir hüzün.
-Neden böyle olmak zorundaydı Nilgün dedi ve griyimsi gözlerinden birkaç damla yaş aktı. Dinlemek ister misin? Diye sordu derin bir iç çekişle.
-Ağlamazsan neden olmasın dedim gülümseyerek. Yarım bir gülümseme ile hikayesini anlatmaya başladı.
“Sonbahar’ın en hüzünlü anlarıydı. Hani yapraklar rüzgar estikçe intihar ettiği ve toprağa kavuştuğu bir andı. İstanbul bir telaşlıydı belki çiseleyen yağmurun bir anda kuvvetli bastırması bunun habercisiydi. İnsanlar bir o yana bir bu yana koşuyorlardı. Onların bu telaşı hep beni gülümsetmişti. Vapurdan inip Bakırköy iskelesinden karşıya geçtim. İşte onu orada gördüm. Siyah gözleri uzaktan insanı fark ettirecek kadar derin bakıyordu. O da bu kalabalığın arasında uzaktan bir köşede telaşlı insanları seyrediyordu. Gözlerini kapatmış gülümsediğinde onu daha da sevimli yapan gamzeleri ortaya çıkmıştı. Derin bir nefes alıp
-Özlemişim gerçekten dedi. Kimden neyden bahsettiğini anlamadım açıkçası o an. Zaten pek buna kafamı yormadım da. O kalabalık içinden kaybolurken sadece arkasından izledim. Bir süre yağmur altında durup kaldım. İlk defa böyle hissediyordum. Aslında ne hissettiğimi de tanımlayamıyordum ya neyse. Arkadan bir ses beni gerçek dünyaya geri getirdi. Elini omzuma koydu.
-Ne yapıyorsun burada böyle hayatım, hastalanacaksın. Haydi gidelim.
Nişanlım. Koluma girip beni onu gördüğüm yerden uzaklara götürdü. Avluya geldiğimizde dadım ve hizmetliler beni karşıladı. Evin gerçek sahipleri yalnızca penceren bakma yetindiler. Dadım;
-Hayırsızsın sen hayırsızsın neden hiç yazmadın bana söyle ha. Ben senin süt annen değil miyim? Biricik dadın değil miyim?
-Tabi ki de sen benim biricik annemsin. Bunu biliyorsun değil mi? Öyleyse, hem sana Avrupa dan seveceğin çok güzel şeyler aldım. Tabi ki sizlere de. Şimdi izninizle ‘sevgili ailemi görmeliyim’! Tüm bu süreçte nişanlım arabada oturmuş kıskançlıkla olanları izliyor bir yandan da yüzünü ifadesiz tutmaya çalışıyordu. Ama onun ellerini birbirine bağlayıp, dizlerinin üzerine sallaması bu gerçeği değiştirmiyordu. Bu kızla sırf babam istediği için nişanlanmıştım. Tabi genç üvey annemin bunda parmağı olduğuna emindim.
Arabayı kâhya açıp dışarı çıktı. Nişanlım oldukça güzel biriydi. Hatta herkesin yolda dönüp tekrar tekrar bakacağı biriydi kendisi. Ama bir tabir vardır ya ‘dışı seni içi beni yakar’ diye bu tabir onun için cuk diye otururdu. İnce kıvrımlı vücut hatlarına sahipti. Bunu bildiği için özellikle vücudunu gösterecek şekilde giyinirdi. Davetlerde yanımda durmaktan büyük zevk alırdı. Bayanların bizi kıskançlıkla izlemesi, herkesin bize parmak ısırması onun egosunu tatmin ederdi. Kalp şeklinde yüzü, büyük kahverengi gözleri, hokka gibi burnu ve onun kalın dudakları kusursuz bir şekilde onun en büyük silahıydı. O da bunu her seferinde herkesin üzerinde kullanırdı. Çünkü ona hayır diyebilecek erkek daha doğmamıştı.
Salona geçip babama sarılacakken o buz gibi elini uzattı. Üvey annem olanları uzak bir şekilde izlerken uzun burnu şaka kalmış gözleri kısık bir şekilde bizi izliyordu. O da kendi çapında güzeldi. Ama nişanlım gibi sadece güç için babam ile evlendi. Tıpkı nişanlım gibi. Karşılıklı koltuklara oturduk. Abartılı bir selamlaşmadan sonra üvey annem ve nişanlım düğün hakkında konuşmak için kütüphaneye geçtiler.
-Çok şanslısın evlat dedi babam. Dünyalar güzeli seni seven bir karın, ve harika bir işin var. Boğaziçi üniversitesi ile konuştum seni aralarında görmek için sabırsızlanıyorlar. Bu pazartesi sabah sekiz buçukta. Kâhya seni bırakacaktır. Uzun zamandır gelmediğin için-
-Merak etmeyin efendim eskisi gibi aşinayım yolumu kendim de bulurum dedim. Ama sonra tekrar tabi kâhyanın beni bırakması da iyi olur diye ekledim. Yüzünde yine o huzursuz ifade yapma bir içtenliğe bırakmıştı.
-Tamamdır. Beni çok bahtiyar ettin. Yorulmuşsundur. Akşam yemeğine kadar dinlen dedi çok ilgiliymiş gibi. Odama gitmeden önce eski dostlarım olan bu hizmetliler ve dadım ile konuşup muhabbet ettim. Onlara hediyelerini verip odama çıktım. Son 20 yıldır bu oda değişmemişti. Bu odadan çığlıklarla ayrılışımı, annemin ölmeden önceki gözlerini her şeyi tekrar hatırladım. Yatağa kendimi atıp gözlerimi tavana diktim. Bu sabah olanlar geldi aklıma o kız. Gözleri onu bir kere daha görebilecek miyim bilmiyordum. Ama görmek isterdim son yirmi yıldır bu göğsümün oradaki sonsuz boşluk birden kelebeklerle doldu. Aslında bunu tanımlayabileceğim bir şey bile yoktu. Ama onu görünce sanki tamamlanmış gibi hissettim. Sanki tamamıyla ben.
-Sevgilim… Sevgilim uyan babanlar aşağıda yemeğe bekliyorlar bizi. Sevgilim…
-Çekil üzerimden deyip elini üzerimden attım. Bizim evliliğimiz çıkar evliliği o yüzden bana böyle davranma çünkü beni iğrendiriyorsun dedim. Aynada gözlerime bakıp banyo da yüzümü yıkadım. Kapıda kızmış bir şekilde gözleri hırsla bana bakıyordu.
-Bana hiç kimse böyle davranmadı. Sen kim oluyorsun da böyle davranabiliyorsun. Kim. Söyle bana.
-Madem kimse sana böyle davranamaz peşimi bırak bende rahat bir nefes alayım. Elimi yüzümü havluyla sildikten sonra odada çıkacakken, elini kapıya dayadı;
-Bana böyle davranamazsın Ekrem. Ben Arzu Sırrıoğluyum. Hiç kimse böyle davranamaz. Bu ülkenin üçte birini elimizde tutuyoruz. Bu yüzden bana davranırken dikkatli ol.
-Elinizde tutuyorsanız ne olmuş. Gün olur kervan döner. Dikkatli olmazsam ne olur ne yapabilirsin ki. Bu yüzden aşağılık kadın komplekslerini bırak.
Kapıyı sertçe açıp dışarı attım kendimi. Akşam yemeği benim için sessiz olsada, onlar için gürültülüydü. Onların neden oyunlarına dahil olduğumu bilmiyordum. Babamdan nefret ediyordum, nişanlımdan nefret ediyordum, üvey annemden nefret ediyordum. Bu konak hakkında endişeleniyordum. Bizimle otuz yılı aşkındır bizim ile olan burada çalışanlar için ve annem için endişeleniyordum. Onun bana ölmeden önce son sözü yüzünden değil miydi beni buraya hapseden?
-Ne olursa olsun burayı asla terk etme, günü geldiğinde sana ait olan geldiğinde onlara bunların hesabını ödeteceksin biliyorum. Çünkü sen benim oğlumsun demişti koyu mavi gözlerinde yaşlarla. Alnında oluşan terleri elimle silmişim. Ona ait son hatıram ve bana verdiği son görevdi. Bu yüzden bu çirkin insanlara katlanmam. Ama hala ‘sana ait olan geldiğinde’ ne demek istemişti bir türlü çözememiştim. Akşam yemeğinden sonra odama çekilip güzel bir uyku çektim.
Bugün okulda ilk günümdü. Heyecandan ölecektim aslında ilk defa bir öğretim görevlisi olarak işe başlayacaktım hem de kendi öğrenim gördüğüm yerde. Kahya beni okula bıraktığında doğruca rektörlüğe gittim. Siyah bir takım ve mavi bir gömlek giymiştim. Evrak işlerini halledip odama yöneldim. Koridoru dönünce biri bana çaptı ve elimde evraklar ve çantam etrafa saçıldı. Bugün mutlaka mahvedilmeliydi değil mi?
-Affedersiniz. Özür dilerim gerçekten çok özür dilerim deyip evraklarımı toplamaya çalıştıkça daha da mahvediyordu. Kahverengi dalga dalga olan saçları yüzünü göstermiyordu.
-Özür dileyeceğine önüne bakmalıydın. Bırak ben hallederim. Elindeki evrakları almaya çalıştığımda saçlarını havaya savurup kızgın bir şekilde bana baktığında kalbim duracak gibi oldu. Bu kız o kızdı. Beni tamamlayan, benim yarım olan.
-Önüme mi bakmalıydım? Önüme mi? Affedersinizde etrafta saf saf dolaşıp sağa sola bakacağınıza asıl siz önünüze bakmalıydınız. Bir de kalkmış böyle ukala birinden özür diliyorum. Terbiyesiz ukala. Kendini beğenmiş. Kağıtları yüzüme fırlattı. Al bakalım nasıl oluyormuş. Sen-
-Nilgün gelmiyor musun? Hadii.. diye seslendi bodur saçlarını topuz yapmış bir kız. Kalabalık bir grup onu kapıda bekliyordu.
-Geliyorum canım bekle. Senin ile uğraşmak isterdim ama gerçekten uğraşacak halim yok. Tam dönüp gidecek iken her şeyi toplayıp elime sıkıştırdı. Al işte mutlu musun? Bundan sonra önüne bak ve başkalarını suçlama bir daha tamam mı?
Arkasını dönüp gitti. Dalga dalga saçları arkasında ahenk ile dans ediyordu. Yine arkasından bakıyordum bu sefer kendime gelip odama gittim evraklarımı düzenleyip çantam yerleştim ve yarım saat sonra olan dersim için hazırlık yapıp sandalyeye kendimi bıraktım. Demek adı Nilgün idi. Ahh..
Neden onu düşünmek içimi hem olağanüstü şekilde acıtıyor hem de mutlu ediyordu anlamıyordum. Derse girdiğimde herkes yerlerini almış bir şekilde oturmuştu. Ben içeri girdiğimde fısıldanmalar ve kıkırdamalar oldu. Elimi masaya vurarak tahtaya adımı yazdım ve sınıfa yönelerek ‘Adım Ekrem Demir. Bu yıl size edebiyat dersinize ben vereceğim.’ Sınıfta bir alkış tufanı tuttu. Elimde olmadan gülümsedim. Masaya oturmuş bir şekilde tam konuşmaya başlayacakken kapı tıklandım
-Hocam içeri girebilir miyim? Gerçekten özür dilerim. Beni görünce durdu. Gözlerini iri iri açarak bana baktı. yine oydu. Demek benim öğrencim idi.
-Siz sadece özür dilemeyi bilirsiniz galiba diyerek söze başladım.
-Ne oldu şimdide öğretmencilik oynamaya mı karar verdiniz. Bari bunu yapmak için izin alsaydınız.
-Terbiyesizliğin lüzumu yok dışarı çıkın lütfen.
-Ne! Sen kimsin de beni dışarı atıyorsun gerçek öğretmen geldiğinde görüşürüz. O zaman okuldan atılacağına bahse girerim.
-Bence böyle tehlikeli bir bahse girmeyin çünkü kaybedeceğiniz aşikar. O yüzden dersimden dışarı çıkın hemen ve bir daha böyle bir şey olmayacağı hakkında bir dilekçe yazarak odama getirin. Bu akşam beşe kadar. Ne bir dakika eksik ne bir dakika geç.
-Sence aptal gibi mi duruyorum. Madem öyle siz kaşındınız. Diyerek sınıftan dışarı çıktı. Dersim bittiğinde odama gidip bir şeyler okurken saati de kontrol ediyordum. Saat üç buçuktu. Gerçeği anladığında yüzündeki ifadeyi merak ediyordum. Bu şey beni gülümsetmişti. Saat dördü on geçerken kapı tıklandı. Okuduğum şeye o kadar dalmışım gibi ilk başta onu fark edememiştim. Onu fark ettiğimde;
-Demek gerçeği öğrendin. Dilekçe:
-Burada efendim. Ben gerçekten özür dilerim böyle bir densizlik yapabildiğime inanamıyorum. Gerçekten çok çok çok özür dilerim. İki büklüm olmuş dalgalı saçları hüzünlü bir şekilde yüzünü kaplamıştı. Dudaklarında mahcup bir ifade vardı. Bu benim kalbimi burkmuştu. Neden böyle olmuştu ki.
-Önemli değil hatanı anladıysan problem değil. Şimdi gidebilirsin. Bu sefer tüm yüzünü göstererek ve gülümseyerek;
-Teşekkür ederim efendim. Şey..
-Ne? O böyle güldüğünde nefesim daralıyor kalbim göğsüme baskı yapıyordu. Onu gülerken sadece iki kere görmüştüm ama bu beni ona kapılmaktan başka çare almıyordu.
-Şey.. Peki dersinize girebilir miyim? Yüzünde anlamlandıramadığım bir tatlılıkla sormuştu. Şimdi yüzünü dikkat ile süzüyordum. Uzun hoş ve belirgin elmacık kemikleri vardı. Gözlerinde güldüğünde oluşan onu daha da çekici yapan çizgiler vardı. Hokka gibi bir burnu kalın kırmızı dudakları ile mükemmeliyeti tanımlıyordu. Kırmızı yanakları onu daha çok çekici yapıyordu. Ama onda daha farklı şeyler vardı güzelliği dışında henüz bunu bilmiyordu ama keşfetmek için can atıyordum. Dikkatimi topladım ve okumaya koyulduğum kitaba dönerek;
-Evet katılabilirsin yalnız bir daha seni geç kalmış bir şekilde derste görmeyeceğim. Ve hep ön sırada oturacaksın. Anlaşıldı mı? Dudaklarını büzmüş bir şekilde ‘Anlaşıldı dedi.’ O zaman dışarı çıkabilirsin.
-Tekrar özür dilerim ve teşekkür ederim iyi günler diyerek odadan dışarı çıktı. Kalbimin diğer yarısı ile birlikte.
İşim bittiğinde eve geldim. Akşam yemeğinde yine aynı sıkıcı konu vardı. Düğün. Aslında bu işe bir son vermeliydim. Onun gibi biri ile evlenmemeliydim ama bir türlü gerekli cesareti bulamıyordum. Beni dalgın düşüncelerimden Arzu uyandırdı.
-Hayatım sence de öyle değil mi? Diye sordu elini bir bacağımın üzerine koyarak. Elini çekip;
-Neden bahsediyordunuz. Affedersiniz dalmışım.
-Düğünü nerede yapmamız gerektiği hakkında bence bir kır düğünü olsun ama sen ne düşünürsün bilemem. Sence nasıl olsun?
-İstediğin şekilde yap. Beni bu konuya karıştırma. Size afiyet olsun, bugün biraz yoruldum da. Sofradan kalkıp odama geçtim. Ve yarının heyecanı ile uyuya kaldım.
Alarm çaldığında daha neredeyse derse iki saat vardı. Önce bir duş aldım. Ve kıyafetlerimi seçtim. Banyoda olduğundan daha fazla vakit geçirdim ve kahvaltıya dadımın yanına indim. Mutfakta herkes uyanmış kahvaltı yapıyordu. Beni görünce ayağa kalktılar.
-Oğlum neden erken kalktın? Uyuyamadın mı? Dadımın her zaman ki gibi gözleri ağlamaktan şişmişti. Yıllar önce kaybettiği oğlunu her gece yad eder ona Kur’an okurdu.
-Hayır dadıcım. Bu sefer kahvaltıyı sizinle yapmak istedim.
-Tabi tabi oğlum ne iyi ettin. Haydi, otur şöyle bir çay koyayım. Dadımla ve diğerleriyle çok güzel bir kahvaltı yapıp arabama atlayıp okulun yolunu tuttum. Okula geldiğimde kalbim hızla atıyordu. Odama geçip ders için hazırlık yaptım. Ders Türk Dili Tarihi idi. O yüzden gitmeden önce son hazırlıklarımı yapıp aynada kendime bir kez daha baktım. Aslında benden asla beklenilmeyecek bir şeydi yaptığımın farkındaydım. Derse geçtiğimde umursamaz bir tavırla masaya geçtim. Onu tam karşımda gördüğümde nefesim kesildi. Kırmızı bir atkı narin boynunu sarmıştı. Dikkatimi toplayıp derse odaklandım. Ders bittiğinde kitaplarımı toplayıp dersten çıktım.
-Hocam hocam..
-Efendim. Arkamı döndüğümde arkamdan koştuğunu gördüm. Kendime gelmeliydi. Lakin ona bakmaktan kendimi alamıyordum.
-Hocam öğretim asistanı arıyormuşsunuz. Öğrencilerden seçecekmişsiniz. Acabaaa hangi niteliklere bakarak seçiyorsunuz. İşte fırsat dedim kendime onu her gün görebilmem için ama hemen pes etmeyecektim. Yürürken beni takip etti. Yarım bir gülümseme ile
-Bilmiyorum aslında. Akademik başarısı, aldığı sorumluluklar ve sınıf derecesine göre değerlendireceğim. Tabi belli de olmaz. Neden sordun?
-Bende başvurmak istiyorum da o yüzden sordum. Peki nasıl başvuruluyor.
-Rektörlüğe söyle onlar evraklarını hazırlasınlar ben içlerinden değerlendirme yapıp öğrenci ile temasa geçeceğim.
-Hmmm. Tamam hocam teşekkür ederim. İyi günler.
Odama gelip uzum bir soluk aldım. Ve o burada olacağında onun kokusunu sesini gülümsemelerini daha sık göreceğimi hayal ettim.”
-Yorgun musun Bıcırık? Diye sordu Ekrem amca esnememi fark etmiş olacak ki bunu sormuştu. Ilık meltem saçlarımı yalayıp geçtikten sonra;
-Evet tonton amcacım. Hem annem de merak eder yarın yine aynı saatte burada olur mu?
-Olur gülüm hadi sen git dinlen yarın dersin var.
-Tamam görüşürüz. Diyip oradan ayrıldım.
Eve geldiğimde annem uyumuştu. Benim çıkardığım tıkırtıdan uykusu bölünmüş olacak ki kırık bir sesle
-Sen misin? Diye sordu. Kafamı yatak odasının kapısından sokup
-Benim dedim. Odamın içine geçip yatağa kendimi attım ve Ekrem amcanın dediklerini düşündüm. Vay be insan gerçekten böyle sevebilir mi veya böyle sever mi? Yirmi yıllık hayatımda böyle bir duygu ile karşı karşıya değil, ucundan bile geçmemiştim.
Sabah saatin tırrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrr sesiyle uyandım. Şimdiden bana iki yıl boyunca eziyet çektiren o kahrolası üniversiteye gitmek için yataktan kalktım.
3
Kaleminize sağlık, çok güzeldi. Merakla okudum sonuna kadar. Umarım devamı gelir.