Zeynep Cansu @Zeynep_Cansu__324

Tekinsiz Bir Dünyada Cinselliğe Karşı Yükselen Tiksinti: Repulsion

Roman Polanski’nin 1965 yılında seyirci ile buluşan Repulsion filmi; onun “apartman üçlemesi”nin ilk filmidir. “Apartman Üçlemesi”nin diğer filmleri; Rosemary’s Baby ve The Tenant’dır. Bu üç filmin ortak noktası hepsinde mekan olarak apartman dairelerinin kullanılması ve hepsinde tema olarak aklın yitirilmesi / delirme temasının işlenmesidir. Roman Polanski psikolojik birtakım ögeleri ve sembolleri Apartman Üçlemesinin her filminde ustaca kullanmıştır; Repulsion filminde psikolojik öge ve sembollerin çok daha fazla yoğulukta kullanıldığını söyleyebiliriz.


  Film göze yapılan close-up ile başlıyor ve yine göz ile son buluyor. Bu gözler ana karakterimiz Carol’a ait ve film hakkında birçok ipucu veriyor. Gözlerle yapılan ana vurgu Carol’un giderek delirmesi üzerinedir. Filmin jeneriği Carol’un sabit bakışları arasında kayarak başlıyor, sonra kamera uzaklaşıyor ve Carol’u bir güzellik salonunda, yaşlı bir kadına manikür yaparken görüyoruz. Filmin en başında gördüğümüz Carol’un gözleri, dalgın, bir şeyler hakkında düşünen ve boş bakan gözler; filmin sonunda ise Carol daha çocukken çekilmiş bir aile fotoğrafında babası olduğunu tahmin ettiğimiz orta yaşlı bir adama dik dik bakarkenki gözlerini görüyoruz.


  Repulsion, sözlük anlamıyla tiksinti, feminist bir bakış açısına sahip. Ana karakterimiz Carol’un erkeklerden, erkliği çağrıştıracak objelerden ve cinsellikten tiksindiğini söyleyebiliriz. Bu tiksintinin sebebini de filmin birkaç noktasında gördüğümüz; ama sonunda tamamen odaklandığımız aile fotoğrafında gizlidir. Filmin sonunda fotoğrafı yerde, üzerine pencerenin demir parmaklıklarının gölgesi düşmüş bir şekilde görürüz. Gölge ailenin tüm üyelerini kaplarken, Carol ve babası olduğunu tahmin ettiğimiz kişi aydınlıkta kalmaktadır. Onbir – oniki yaşlarındaki Carol, babasına dik dik bakmaktadır. Bu dik bakışlar, Carol’un erkeklerden ve cinsellikten tiksintisinin sebebi olarak, çocukken babasından gördüğü bir ensest taciz ihtimalini aklımıza getiriyor.


   Repulsion filmini izlerken izleyici hiçbir önsel gerçeklik bilgisi olmadan farklı bir dünyada olduğunu bilir. Bu dünya bizim dünyamıza ait ögeler barındırmayabilir. Duvarların aniden çatlaması, duvardan çıkan eller, gece evde yürüyen, ışıkları açıp kapatan, Carol’un kapısını zorlayan insanlar, gece Michael’in Carol’a tecavüz etmesi; bu dünyanın gerçekliğine ait ögelerdir. Seyirci olarak bize garip gelse de filmin gerçekliğine ait olduğu için kabul ederiz. Seyirci olarak biz bu dünyayı karakterin psikolojisine uyumlu olduğu için bir bağlama oturturuz ve karakterin psikolojik bu durumundan bu dünyayı tahallül etmeye çalışırız. İşte bu yüzden Repulsion’ın psikolojik gerçekçiliğe ait ögeler barındırdığını söylemek mümkündür. Filmi uncanny/tekinsiz olarak adlandırmak mümkündür. Filmin dünyası tamamen tekinsiz bir dünyadır. Bu tekinsiz dünyada bizim dünyamıza ait olmayan gerçeklikler yer alabilir; sihirli, sürreal ögeler; kesin bir çıkarım yapamadığımız olgular, yabancılaşma, güzel olan ile çirkin olanın bir arada bulunması tekinsizliğe yapılan bir işarettir.


  Filmin başında kamera Carol’un gözlerinden uzaklaşır ve güzellik salonunda yüzünde bir maske ile yatan yaşlı kadına odaklanır. Bu sahnede seyirciyi rahatsız eden bir durum vardır. Başta güzel Carol’u görürüz, sonra yaşlı ve buruşmuş elleri, sonrasında ise maske ve gözlerinde bantlarla yatmakta olan yaşlı kadını görürüz. Bizi rahatsız eden bu çirkin görüntü ile filmin ortalarında tekrar karşılaşırız. Yaşlı kadının maskesinden şöyle bir arındırılan yüzüne tersten bakar Carol; kamera Carol’un bakış açısına sahiptir. Polanski’nin adeta seyirciye vermek istediği bir mesaj vardır burada. Çirkinliğin ve güzelliğin aynı mekanda bulunduğu tekinsiz bir duruma işaret eder Polanski.


  Filmin gizemini çözecek olan anahtar Carol’un kişiliğinde gizlidir. Carol tam anlamıyla kişiliğini tamamlamış bir yetişkin değildir. Bir çocuk gibi, ablasına bağımlı olarak yaşadığını görürüz. Ablasının tatile çıkmasını hoş karşılamaz, yalnız kalmaktan korkar. Carol’un tıpkı çocukken sahip olduğumuz bazı takıntıları vardır: tırnaklarını yemesi ve saçını kemirmesi. Carol’un bir başka takıntısı ise görünmeyen bir şeyi kendisinden uzaklaştırmak istemesidir. Örneğin saçının üzerinde bir tüyü itelemek istermişçesine saçını savurur ya da üstünde toz varmışçasına üstünü silkeler. Bu davranışları ile Carol’un duyduğu derin tiksinti arasında bir bağ vardır. Bu takıntılar onun çocukken uğradığı taciz sonrası kendisine yerleşen takıntılar olabilir. Carol çocukluğunda cinselliğini keşfettiği andan beri cinselliğinden korkmuş ve tiksinmiştir. Cinselliğin toplum ve din tarafından cezalandırıldığını bilir; bu yüzden içten içe korkarak kadınlığını asla keşfedememiş ve bir çocuk gibi yaşamını sürdürmüştür. Filmde Carol’un ve ablasının yaşadığı evin yanında kilisenin olması; Carol’un arada camdan kilisede top oynayan rahibelere bakması bekarete yapılan vurgudur. Rahibeler beyaz giysileriyle bekareti temsil ederler. Carol’un aksine cinselliğini tam anlamıyla yaşayan bir kadın olan ablası Helen, evli bir adamla birliktedir. Bu durumdan rahatsız olduğunu Carol Helen’e söyler.


 Carol’un gelişememiş, çocukluk ve yetişkinlik arasında kalmış kişiliği için üç psikolojik gerçeklik çağı: ebeveyn, çocuk ve yetişkin’den söz etmemiz gerekmektedir. Transaksiyonel Analiz yaklaşımının yaratıcısı Eric Berne tarafından ortaya konan Ebeveyn, Çocuk ve Yekişkin kavramları varoluşsal dönemleri anlamlandırmamız açısından önemlidir. Buna göre beynimiz aslında sadakat ile çalışan bir teyp kaydıdır ve geçmiş deneyimlerimize eşlik eden duygular, bu deneyimlerin ayrılmaz bir parçası olarak kayıt altına alınmaktadır. Kayda alınmış bu deneyimler ve duygular bugün tekrar oynatılmaya elverişlidir. Doğumdan beş aya kadar olan süreyi Ebeveynlik dönemi oluşturmaktadır, bu dönemde çocuk dış olayları olduğu gibi kabul eder. Yine doğumdan beş aya kadar olan bir başka kayıt noktası Çocuk’dur. Çocuk’da çocuğun görüp duyduklarına verdiği yanıtlar ve duygular kayıt altına alınır. Yetişkin ise on aydan sonrasını kapsar ve çocuğun tamamen kendi keşfiyle test ettiği hayata dair bulgulardan oluşur. Yetişkin veri toplayıp işlemden geçirerek yaşam hakkında “düşünülen kavramlar”ı geliştirir. Carol’un kişiliğindeki bu Yekişkin tarafı aralarında boşluklardan oluşan bir daire şeklinde hayal edebiliriz. Çocukluğunda kendisi keşfederek cinsellikten duyduğu ve tiksinti olarak kodlanan duygular bu boşluklar sayesinde yaşamının her anında dış müdahalelere açık, tamamlanmamış bir alandır. Dıştan gelen bu müdahaleler Carol’un gittikçe delirmesine ve en sonunda iki kişiyi öldürerek katil olmasına yol açar. Daha önce de vurguladığımız gibi, seyirci Carol’un katil olmasını, bu tekinsiz dünyada tamamen doğal bir durum olarak karşılar. Filmde erkekler tamamen kötü taraflarıyla ön plandadırlar. Carol’u yolda gören işçi ona cinsel şaka yaparak laf atar; Carol’dan hoşlanan Colin, Carol yüz vermemesine karşılık onu ısrarla aramaya devam eder, en sonunda komik bir şekilde Carol’un apartman dairesinin kapısını kırar; kirayı almak için daireye gelen ev sahibi Carol’dan yararlanmaya çalışır. Seyirci olarak biz Carol’u erkekleri öldürmesinde haklı buluruz. Bu tekinsiz dünyada yapılacak tek hamledir, cinayet. Erkeklerin kötü karakterli olarak çizilmesi kamera açıları ile de mümkün olmuştur, barda iki kadının kavgasından bahseden Colin’in arkadaşları üstten bir kamera açısıyla çekilir; erkeklerin kafasının üstünde duran kamera onları çirkin olarak göstermektedir. Kameranın filmdeki önemli rollerinden bir tanesi de mekanın büyüklüğüne yaptığı vurgudur. Kamera apartman dairesini Carol’un gözünden iki kez olduğundan büyük olarak göstermektedir. Salon ve banyo olduğundan en az iki kat büyük ve koridor da olduğundan uzundur. Bu durum Carol’un gittikçe kötüleşen ruh durumuna paralel olarak gelişir.


  Filmde zaman geçişi, form değiştiren yiyecekler ile sağlanmıştır. Mutfakta filizlenen patatesler ve salonda kokuşan tavşan etinden zamanın gittikçe ilerlediğini görürüz. Form değiştiren yiyecekler ile birlikte Carol’un deliliği de gittikçe yükselmektedir. Salonda unutulan tavşanın cinselliği de sembolize ettiğini söyleyebiliriz. Tavşan cinselliği sembolize eder, burada gördüğümüz ölü ve gittikçe kokuşan tavşan, Carol’un cinsellikten duyduğu tiksintinın bir sembolüdür. Carol erkekliğe ait her şeyden tiksinti duymaktadır. Michael’in usturasını ve diş fırçasına “buraya ait değiller” diyerek çöpe atar. Yine Michael’in yerde bulduğu giysisini koklayan Carol, giysiden tiksinir ve kusar. Colin, Carol’u arabada öptüğü zaman Carol eve kaçar ve dişlerini fırçalar, ağzını yıkar. Onun cinsellikten, erkeklerden tiksindiğini görür bu sahneler ile seyirci.


 Son olarak filmde karşımıza çıkan diğer sembollerden bahsedelim. Filmin en başında Helen, Carol’a televizyonda gördüğü bir olaydan söz eder, buna göre sağlık bakanının lavobosundan yılan balıkları çıkmıştır. Aynı hikayeden Michael de söz eder. Burada yılan balıkları penisi sembolize etmektedir. Carol’un takıntılı olarak yerde ve duvarda gördüğü çatlaklara daldığını görürüz, duvarda oluşan bu çatlaklar Carol’un giderek delirmesiyle birlikte giderek artar. Bu çatlaklar cinselliği, bekaretin yitirilmesini sembolize etmektedirler. Carol’un ablasına “duvardaki çatlağı onarmalıydık” dediğini görürüz; Carol çatlaklardan rahatsız olmaktadır. Yine yolda gördüğü kaldırım çatlağını Carol dakikalarca izler, bu çatlağın V şeklinde olması, vajinanın şeklini sembolize etmektedir. Filmde ses kullanımının yine sembolleştiğini görebiliriz. Saat tik-takları Carol’u çocukluk travmasına götüren bir ögedir. Saatin sesi ne zaman artsa, Carol, Michael’in kendisine tecavüz ettiğini görür. Duvardan çıkan eller ise toplumu sembolize etmektedir. Carol’un toplumu nasıl gördüğüne dair ipucu yakalarız, duvardan çıkan eller sayesinde. Toplum elleri ile Carol’un fiziğine dokunmak / müdahale etmek istemekte ve Carol bundan kaçmaya çalışmaktadır.


   Gelişmiş toplum, psikolojik olarak kendisini tamamlayamamış, tam anlamıyla birey, kadın olamamıs Carol’u sonunda delirtecektir. Filmin son sahnesinde Carol’un korkulu rüyası adeta gerçekleşir. Apartmandan gelip Carol’un başında dikilen insanlar ona dokunmamayı doğru bulurlar; fakat, Michael gelir ve Carol’u kucaklar. Apartmandan dışarı çıkartmadan Michael Carol’a uzun uzun bakar. Carol tamamen tepkisizdir, yalnızca korktuğunu gözlerinden anlayabiliriz.


   Son olarak kendi yorumumu katmam gerekirse, Repulsion bence Polanski’nin en iyi filmlerinden bir tanesi. Filmde kullanılan müzikler, karakter gelişimi ile tamamen uyumlu. Müzikler aynı zamanda bize uncanny / tekinsiz duruma öncülük etmektedir. Tercih edilen kamera açıları sayesinde yine tekinsiz durumun altı çizilmektedir. Tabi son olarak da Catherine Deneuve’un muazzam oyunculuğuna da vurgu yapmamız gerekmektedir. Carol rolünü doğal, sade ve olanca çılgınlığıyla canlandırmış; deliliği gibi üzerine yakışan bir giysi olarak benliğinde taşımıştır.


KAYNAKÇA

Thomas Harris, BEN OK'İM - SEN OK'SİN, Okuyan Us, 2012.  

7

Henüz hiç yorum yapılmamış.

Yorum yazmak için giriş yapmanız gerekli