A.R.K.A.D.A.Ş.L.A.R
Bu işte bir uğursuzluk var, diye geçti içimden. Neredeyse on yıldır her hafta geldiğimiz kafede, terası ilk defa kapalı görmüştüm. Tadilat varmış. En üst katta artık adeta bizimle özdeşleşen masaya geçtim ama geldiğim gibi sigara içenler ayağa kalktı. İçlerinde Tamer’in de olması biraz kafamı karıştırmıştı. Belki de hava almaya iniyordur diyecekken “Biz sigaraya iniyoruz.” dedi Tamer. O değil miydi düne kadar sigara içenleri küçümseyen.
“Bu ne ara sigara içmeye başladı?” diye sordum. Bekir, “Zaten bizden otlanıyordu kaç gündür, bugün artık paket de almış.” dedi. “Bir yerde mi ne okumuş, pasif içicilik daha zararlıymış. Bunlar yüzünden daha çok zarar görmektense, sigaraya başlamaya karar vermiş”, diye açıkladı Hicran. Belli ki ben gelmeden önce aralarında konuşulmuştu bu mevzu.
Kendimi tutamadım ve “Sigara bütün kötülüklerin anasıdır.” dedim şakayla karışık. Mesleki deformasyondan olacak, Bekir hemen atladı: “İçki değil miydi o?” O sırada Tamer çoktan Nehir’i koluna takmış, Macit’le birlikte sigara içmek için merdivenlerden aşağıya iniyordu. Başı yavaş yavaş gözden kaybolurken bize sesini duyurmak için bağırmak zorunda kalmıştı: “Ana gibi yar olmaz!”
“Sen inmiyor musun?” diye sordum Bekir’e. Karnının aç olduğunu, önce bir şeyler yemesi gerektiğini söyledi. Her zaman açtı zaten Bekir. “O zaman ye bir an evvel, kızın yanında beni rezil etme!” dedim. İki karışık tost söyledi aceleyle. Hicran, hemen teşekkür edip “Ben yemeyeceğim” dedi ama olayı tamamen yanlış anlamıştı. “Zaten kendim için söyledim onları ama açsan sana da ısmarlayabilirim.” diye toparladığını sandı Bekir.
Hicran’ın tepkisi fazla içtendi: “Oha! Boşan da semerini ye”. Baktım bunların atışması bitmeyecek, “ARKADAŞLAR”, diyerek girdim araya.
— Bugün benim için özel bir gün. Lütfen beni bugün utandırmayın. Ayşen benim için çok önemli. İlk defa bu kadar iyi anlaştığım, sabahlara kadar konuşabileceğim birini buldum. Onu kaybetmek istemiyorum. Üstelik çok okuyan, neredeyse her konuda bilgi sahibi, kültürlü bir kız. Yıllardır arayıp da bulamadığım biri yani. Ne olur bugün benim iyi yanlarımı gösterin. Yani öyle yalan gibi de olmasın tabii. Doğruları söyleyin. Ama kalkıp da saçma sapan muhabbetlere girmeyin. Eskilerden falan aman diyim bahsetmeyin.
“Yahu çocuk muyuz biz”, dedi Bekir ağzında tostuyla konuşurken. “Kaç haftadır Ayşen de Ayşen. Sen niye kalkıp O’nu bizim ortamımıza sokuyorsun ki şimdi? Daha erken değil mi? Hem sevgili misiniz siz?”
“Tam olarak değil” dedim. “Ama sevgilisi yok. En azından onu sordum ve yok dedi. Şimdi de böyle konuşuyoruz işte, birbirimizi tanımaya çalışıyoruz. Bu sefer doğru insanı bulmuş gibi hissediyorum.” dedim. Ama içimden o uğursuzluk hissi de gitmiyordu bir türlü. O sırada sigara içen tayfa geldi ve Tamer hemen masadaki liderliği ele geçirdi: “E, anlat bakalım, kimmiş bu kız?”
“Ayşen”, diye düzelttim onu ama Macit araya girdi hemen: “Baştan hatalı bir tercih bak şimdiden söyleyeyim.” “Niye lan!”, dedim kızgın bir şekilde. Artık iyiden iyiye sinirlenmeye başlamıştım. O saçma sapan çıkarımlarından birini daha yaptı Macit: “Adına şarkı yazılmış kızdan uzak duracaksın aga.” dedi. “Ne şarkısı? ”diye sordu Nehir, benim gibi O da anlayamamıştı ne demek istediğini. Bekir, Macit’i onaylarcasına daldı hemen konuya, sanki bu anı bekliyormuş gibi: “Var ya hani, alev yanaklım, volkan dudaklım diye bir Orhan Gencebay şarkısı.” Nehir bastı kahkahayı, “Hay Allah belanı vermesin,” dedi. “Öyle mi anlatılır o şarkı!”
“Ama şöyle düşün”, diye derdini anlatmaya çalıştı Macit. “Diyelim ki bu kızdan ayrıldın, sonra bir yerde bu şarkı çalmaya başladı. N’apacaksın o zaman? Zor olur yani senin için, unutması falan.”
Kıkırdayarak araya girdi Hicran: “Daha birleşmemişler ki ayrılsınlar.”
Sanki böyle bir şeyi aklı hiç almamış, dünyada şu an şaşılacak tek şey buymuş gibi, “Nasıl yani?” diye sordu Tamer yüksek sesle. Zaten hep böyle kendini beğenmiş, memnuniyetsiz, sinir bozucu biriydi. Ama iyi çocuktu aslında. Bu grupta en iyi onunla anlaşıyordum ama arada bir böyle insanın canını sıkardı.
“Ben de tam bu konuyu anlatıyordum, siz geldiniz.” dedim ve bir aydır yaşadıklarımızı anlattım uzun uzun. Ayşen’in en sevdiği dizinin Friends olduğunu, onunla beraber 1. sezondan seyretmeye başladığımızı. Aynı sahnelerde gülüp, kahkaha attığımızı. Ama Macit bu kez girdi araya ve kendi esprisine kendisi güldü sadece: “Zaten siz gülmeseniz de gülme efekti yok muydu o dizide?”
“Neyse yapacak bir şey yok”, dedi Bekir. “Arkadaş arkadaşın”, deyip devam edip etmeme konusunda kararsız şekilde duraksayınca, Tamer tamamladı: “Pazarlamacısıdır. Zaten Mert de pazarlamacı değil mi, bugün de biz onu pazarlayalım, ne olacak?”
“O da artık müdür oldu sizin gibi, zaten hali tavrı da değişti hep, farkında değil misiniz?” deyince Hicran, gerçekten şaşırmıştım. Çünkü bana göre hiçbir şey değişmemişti. Sadece daha çok para kazanıyordum ama para benim için hep ikinci planda olmuştu.
Allah’tan Nehir tüm olgunluğuyla konuyu benden alıp Ayşen’e çevirdi ve beni kurtardı. Ama sorduğu soruyla beni daha büyük bir kuyuya attı: “Bu kız bu zamana kadar sana en güzel ne söyledi?”
Hiç düşünmemiştim bunu daha önce. Ne demişti gerçekten? Sabahlara kadar konuşuyorduk ama aklıma şimdi böyle sorulunca da spesifik bir şey gelmemişti. “Çok iyi bir insansın” demişti bir kere dedim. “Bu iyi bir şey değil ki!”, dedi Hicran. “Hatta çok kötü”, diye iyice abarttı Tamer.
“Sizin de ağzınızdan bal damlıyor”, diye çıkıştım artık dayanamayıp. “Ya siz ne biçim arkadaşsınız! İyi olmak ne zamandan beri kötü oldu? Burada bana moral verecek yerde, modumu iyice düşürdünüz!”
“Sen ona en güzel ne dedin peki?”, diye sordu bu sefer Nehir. Sonunda rahat konuşabileceğim bir konu bulunca, başladım uzun uzun kaşını, gözünü anlatmaya. Ne kadar çok kitap okuduğunu, her konuda bilgili olduğunu. Sonra şeyi hatırladım ve onu buraya çağırma nedenimi açıklarsam arkadaşlara, daha iyi olur diye düşünerek “Bana geçen şey dedi, insan en çok vakit geçirdiği beş kişinin ortalamasıymış. Benim de aklıma sizler geldiniz. Zaten biz de Friends’in Türk versiyonu gibiyiz onlarla dedim ve onu sizlerle tanıştırmak istedim.”
“Ya niye öyle dedin ki! Şimdi bizim aramızda da bir şeyler yaşandı falan sanmasın sonra?”, diye endişeli şekilde sordu Hicran. “Türk versiyonu diye onun için dedim zaten. Hiç bizde olur mu öyle şeyler?” diye sordum. Sormaz olaydım.
“Yaparsan olur.” dedi Nehir, gayet rahat bir şekilde. “Karşı tarafın rızası varsa,” gibi bir şeyler geveledi ağzında Bekir. Macit, “Ne diyorsun sen hocam?” diye çıkıştı. Artık o bile dayanamamıştı bu seviyesizliğe. “Allah’ın rızası varsa diyorum yani, karşılıklı iki taraf da isterse, arkadaşlıklardan da bir aşk doğabilir. Olmayacak şey mi bu?” diye toparladı.
“ARKADAŞLAR”, diye bağırarak sahneye Tamer çıktı bu kez. “Tamam, bugün Mert’in günü. Ona destek olacağız. Mert zaten iyi bir insan, biliyorsunuz.”
Bu sefer Hicran, “Burcu neymiş onu biliyor musun bari?”. “İkizler”, diye yanıtladım hemen. “O yüzden o da çok konuşuyormuş. Ama inanmıyor burçlara falan.”
“O nasıl oluyor”, diyecek oldu Bekir ama Nehir sözünü kesti: “Senin burcun neydi peki?” İyice sinirlenmiştim artık. Yani bunu Hicran sorsa anlardım, O çok sonradan katıldı bu gruba ama diğerleri nereden baksan benim 15 yıllık arkadaşımdı. “Benim burcum belli değil, daha kaç kere söyleyeceğim bunu?” diye payladım onu. Bunu duyunca Hicran da şaşırmıştı nasıl olabilir böyle bir şey diye. “Benim kimliğimi sonradan çıkartmışlar, annem bile tam olarak bilmiyor doğum günümü. Unutmuşlar işte.” dedim.
Tamer, “İkizler çok mu konuşuyormuş?” diye sorunca, “O zaman sen de kesin ikizlersin aga, gizem çözüldü!” diye bir espri daha patlattı Macit. Nehir tekrar içten bir şekilde konuşmaya başladı ve o güzel sesiyle düşen seviyeyi yükseltti: “Bütün kadınların öyle bir anı vardır ki, o büyülü anda karşılarına kim çıksa âşık olurlar. İşte o anı kaçırmaman lazım. Bunun için de sürekli yanında olacaksın bu süreçte. Yoksa başka bir şansın yok gibi görünüyor şu an.”
“Peki ya bu çiçekler?” diye sordu Hicran, masanın üzerine özenle bıraktığım ve kimse dokunmasın diye üzerine titrediğim 21 adet kırmızı gülden oluşan buketi göstererek. “Ayşen’e aldım,” dedim. “Mutlu olsun istedim. Bu da mı kötü bir şey yani! ”
“Yok yok, bu iyi. Bunda problem yok” dedi Hicran, bir bilirkişi edasıyla. “Allah razı olsun” dedim. O sırada garson geldi, Bekir’in tost tabağını ve boşalan bardakları toplamaya başladı. Biz yeni içecekleri söylerken son günlerde her yerde duyduğum için aşina olduğum o şarkı başladı. Hicran herkesi susturmaya çalışarak, “A, bu şarkı çok güzel!” dedi, “Susun!”.
“Klibi daha güzel” dedi Macit, “Özellikle de sonu.” “Ben onun sonunu anlamadım ama”, diye sorar gözlerle baktı Hicran. “Oğuzhan Koç’la O kız sevgili miymiş yani? Yoksa ilk orada mı karşılaşıyorlar?”
“Orasını seyirciye bırakmışlar gibi geldi bana.” diye cevapladı Bekir. Bense klibi yeni yeni hatırlıyordum. Gerçekten kız o kadar ifadesiz bakıyordu ki, sevgililer mi, ayrılmışlar mı yoksa hiç tanışmamışlar mı, belli olmuyordu. “Ama sevgilinle oturmuşken kalkıp da karşı masadaki kızı kesemezsin” dedi Tamer sanki daha önce yapmadığı şeymiş gibi. Hicran boksör kimliğini öne çıkarmak istercesine, “Benim yanımdaki çocuk böyle bir şey yapacak ağzını burnunu kırarım!” dedi. Tam Nehir sıkılmıştı bu muhabbetlerden, Tamer ne yapıp edip konuyu Teoman’a getirmeyi başardı.
“Elde kalanla yaşıyoruz, diyor ya şarkıda, bu da bana Teoman’ın bir şarkısını hatırlattı. Onda da elimizde bunlar var, diyordu. Hatta geçen bu başlıklı bir hikâye okudum. Çok güzeldi bak sana da atayım da kıza gönder, madem okumayı çok seviyor.”
Tamer gerçekten iyi biriydi. Bak nasılda beni düşünüyor diye geçti içimden, teşekkür edecekken Nehir, “Madem güzel gruba at da bari biz de okuyalım, dedi. “Tabii”, dedi Tamer, eliyle saçını geri atarken. “Bizim grubun adı neydi? Şimdi yanlış bir yere atmayayım.”
“Ulan sanki başka bir şey mi atıyorsun”, dedi Macit, “Ne olacak başka gruba atsan!”. Başka bir şey derken, neyi kastettiğini çok iyi anlayan Bekir pis pis sırıtırken konunun kapanması için, ARKADAŞLAR, diye bağırdım tekrar. “Ama harflerin aralarında nokta var. Friends dizisi gibi yani.”
Nehir, konuyu yeniden Ayşen’e getirmişti ama bunu sanki konuyu değiştirmek için yapmış gibi hissettim. “Sen bu kızı ne diyerek çağırdın şimdi buraya?” diye sordu. Söz tekrar bana geldiği için hevesle cevapladım: “Bir sürprizim olduğunu söyledim.”
Bekir sanki evlilik çok kötü bir şeymiş ve kendisi evli ve iki çocuk babası değilmiş gibi, “Hacım bu senden evlenme teklifi falan beklemesin şimdi?” diye sordu. Bütün aurayı bozan, keyifleri kaçıran Bekir’di aslında. Onun dışında bu gruba gayet modern, hatta elit bile denilebilirdi. Ayşen de katılırsa aramıza, Bekir’in zaten yaşı da var, ona yol verirsek o zaman Friends’in yerli uyarlaması gibi olabiliriz diye geçti içimden. Ama hele bir gelsin de bakalım, sevecek mi diğerlerini diye düşündüm. İnşallah sever, diye içten bir şekilde dua ettim. Artık daha sık dua etmeye başlamıştım ama kendim için değil, hep Ayşen için oluyordu bu dualar. Vakit yaklaştıkça daha da heyecanlanıyordum.
Grubun diğer evli üyesi, Macit yine çocuklarından, eşinden şikayet edip durdu. Evliliği kötüledi uzun uzun. “Evlenince insan değişiyor” demez mi bir de en son. Keşke o değişseydi ama hâlâ içimizde en hovarda olan Macit’ti. “Bence” diye söze başladı Tamer, “Her insanın bir ruh ikizi vardır ve sen onu bulmuş gibi duruyorsun. Artık darısı başımıza!” deyip ayağa kalkarken sordu: “Ben sigaraya iniyorum, gelen var mı?”
Bu sefer sadece Bekir eşlik etti Tamer’e ve birkaç dakika sonra tek başına geldi. Tamer’in ikinciyi yaktığını görünce onu beklemek istememiş. Bu işte bir uğursuzluk var, diye geçti içimden yeniden. “Bir derdi mi var yoksa bu çocuğun?” diye sordum. Tamer’in ne derdi olabilir ki, dediler. Sonra da telefonum çaldı. Ayşen kafeye gelmek üzereydi. Karşılamak için hemen aşağıya ineceğimi söyleyerek merdivenlere koştum ama Hicran bağırdı arkamdan, “Çiçekler, çiçekleri unutma!” diye.
Masaya geri döndüm, buketi aldım ve kapının önüne çıktım hemen. Taksinin hangi yönden gelebileceğini düşünmeme fırsat olmadan bir taksi yanaşmaya başlamıştı bile. Tamer’i gördüm arkamda, son bir fırt alıp atmıştı sigarasını. Yukarıya çıkmak üzereydi ama onu durdurdum. Taksiye yönelip kapıyı açmam hoş bir jest olur diye düşündüm ama elimde de kocaman bir buketle bunu yapmak istemiyordum. Bari Tamer bir işe yarasın dedim, çiçekleri onun eline tutuşturdum. O da itiraz etmeden tuttu hemen sağ olsun.
Taksinin kapısını açtıktan sonra Ayşen o bembeyaz elbisesiyle indi. Melek gibi bir şeye dönüşmüştü sanki. Ve gözleri adeta aşkla parlıyordu. Tıpkı benim ona baktığım gibi bakıyordu ilk defa. Sonunda bu bakışı görebilmiştim işte. O büyülü an bu andı demek. Sarıldıktan çok sonra o bakışın aslında bana değil de Tamer’e olduğunu anlamıştım. “Sürprizin bu muydu?” diye sorduktan sonra Tamer’in yanına doğru yürümeye başladı.
Neler oluyordu böyle? Anlayamıyordum, başım ağrımaya, kulaklarım uğuldamaya başlamıştı. Tamer’in koluna girip yukarıya doğru birlikte çıktılar. Ben arkalarından tek başıma çıkmaya çalışırken, “Hayır, sürprizim seni Tamer’le tanıştırmak, sizin aranızı yapmak değildi!” diyeceğim geldi ama diyemedim.
Yıllardır tanışmış iki sevgili gibi yan yana oturdular ve Tamer diğerleriyle tanıştırdı Ayşen’i. İşin garip yanı, hiç kimse bu olayı garipsemiyor gibi görünüyordu. Sadece Hicran, şaşkın şaşkın kulağıma doğru eğilip “Ne oluyor?” diye sormuştu. O bizim gibi olamamıştı demek, daha yaşı da küçüktü zaten. Ama keşke o da diğerleri gibi davransaydı. Belki o zaman hatanın bende olduğunu zannederdim.
İlk başta bu büyük bir haksızlıkmış gibi hissettim. Ne biçim arkadaştı bunlar böyle. Ne kötü insanlardı. Ama ben de onların bir ortalamasıysam eğer benim de kötü olmam gerekmiyor muydu? Ve eğer iyi olmak kötü bir şeyse, kötü olmak iyi bir şeydi.
Öte yandan Ayşen çok mutlu görünüyordu. Tamer’den çok hoşlandığı her halinden belli oluyordu. Konuşurken sık sık gülüyor, etrafa mutluluk saçıyordu. Benim bu durumda aradan çekilmem mi gerekiyordu acaba? Çünkü masadaki ortamı bozan kişi bendim şu an. Dakikalardır ağzımdan tek bir kelime bile çıkmamıştı. Anlaşılan benim burcum ikizler değildi. Tamer bu arada sohbeti ilerletmiş, Ayşen’in neler okuduğunu sormuş, ona bize de bahsettiği hikâyeyi atmak bahanesiyle telefonunu bile almıştı. Halbuki benden de isteyebilirdi ama bunu gururuna yediremez, aşkından ölse bile bunu isteyemezdi. Peki ama çiçeği neden almıştı ki elimden? Gerçi o almamıştı ki! Ben vermiştim.
Ben bunları düşünürken Tamer biraz da ortam gerilmesin diye beni sohbete dahil etmeye çalıştı. Ama çok yanlış bir şekilde. Onlardan bugün yapmamalarını istediğim tek şeyi de yaparak adeta üzerime oynuyor, aradan çekil, diyordu bana. “Mert’in de geçmişte yaşadığı ne maceralar var, yazsa aslında ondan da çok güzel hikâyeler çıkar!” dedi.
Şimdi gözler bana çevrilmişti. Konuşma sırası sonunda bendeydi ama ben konuşmak yerine tek tek hepsinin gözünün içine bakmayı tercih ettim. Hepsi ne kadar da iyi oyuncuydu böyle! Sadece Ayşen masumdu bu masada. Sadece o gerçekte iyiydi. Ama bana hiç Tamer’e baktığı gibi bakmıyordu. Üstüne üstlük o kadar ifadesiz bakıyordu ki, biz daha önce sevgili miydik, ayrılmış mıydık yoksa hiç tanışmamış mıydık, belli olmuyordu. Bu bakışı canımı yakıyordu ve herkesle göz göze geldikten sonra son kez Ayşen’in gözünün içine baktım ve derin bir nefes aldıktan sonra hayatımda ilk defa yavaşça ve sakince bir cümle kurdum: “Ben yazı bilmiyorum.” dedim.
2
Bir anda içine çekti tüm hikaye, beklenmedik bir sondu benim için. Eline yüreğine sağlık, bir çırpıda okudum :)
1