Mücahit Muhammet Karakuş @Mucahit_Muhammet_Karakus

Bir Yazıcının Macerası



Bütün dünyaya teknolojik ürünler satan ünlü Pewlett Hackard müşteri hizmetlerine bağlanmak tam 17 dakika sürmüşken, verdiği ağır aksak hizmetle adı çıkan vataniçi kargonun müşteri temsilcisi olayı devralmış ve hiç teklemeden sanki ezberden konuşuyormuşçasına konuşmaya başlamıştı: “Veysi Bey, ben kabul etmediğiniz kargoya istinaden arıyorum ve sizin yaşadığınız sıkıntıyı çok iyi anlıyorum. Ancak eğer gelen kargoyu bir kez daha kabul etmezseniz koliniz bizim depolarımızda muhafaza edilmeye başlayacak ve beklediği her gün için sizden bunun bedeli tahsil edilecek yani ya şimdi 28 lira 75 kuruşluk kargo bedelini ödersiniz ya da bu tutar günden güne artar ve icra yoluyla sizden o tutarı almak zorunda kalırız. Şimdi size tekrar soruyorum, kargonuzu size iade edelim mi?

Veysi böyle bir telefon gelmesine önce şaşırmış, sonra da icra sözünü duyunca endişelenmişti. Olaylar nasıl bu aşamaya gelmişti? Hayatı boyunca mücadeleci bir insan olmuştu Veysi. Bu özelliğiyle hep başına olmadık işler gelirdi ama günün sonunda da kazanırdı bir şekilde. Alışmıştı buna ve hep böyle olacağını zannediyordu. İşten kaçmazdı hiçbir zaman ve yine kaçmamıştı. 

Askerliğini yazıcı olarak yapmıştı mesela. Hem de lise mezunu bile değildi. Hatta liseyi bile askerde, dışarıdan sınavlara girerek bitirmişti. Komutanının desteğinin de bunda büyük payı vardı çünkü onda o ışığı görmüştü. Hayatında ilk defa askerde bilgisayar kullanmış olmasına rağmen kısa sürede öğrenmişti bilgisayarda yazı yazmayı. Küçük bir karakolda geçen uzun askerliği bu sayede ona çok şey katmış, gerçek hayata hazırlamıştı. En azından o zamana kadar öyle olduğunu zannediyordu. Bu inancı sayesinde birçok işte olduğundan daha iyisini yapıyordu. Ancak artık inancı kırılmış, kendisine ve insanlığa olan güvenini kaybetmişti. Hem de en olmayacak zamanda, geçen hafta başına olmadık işler geldikten sonra en çok ihtiyacı olan şeyi kaybetmesi kaderin bir cilvesiydi sanki. 



Geçen Hafta Pazartesi Günü (Hayat Bilgisi)

Bütün bu curcuna kızının bugün hayat bilgisi ödevinden düşük not alması yüzünden yaşanmıştı. Kızı Nazan bu sene 3. sınıfta geçmişti. Ailesinin sevgisinin derslerindeki başarısına bağlı olduğunu sanıyordu. Çünkü dışarıdan bakıldığında gördüğü buydu ve küçük bir çocuğa göre haklıydı. Bu yüzden sınıftaki arkadaşlarından çok daha özenli bir öğrenciydi. Hiçbir ödevi kaçırmaz, hep en iyisini yapmak isterdi.

Öğretmenler de sanki ödevleri öğrencilere değil de velilere veriyordu artık. Adına da etkinlik diyorlardı ve o kadar çetrefilli oluyordu ki annesi bile işin içinden çıkamıyordu bazen. Evin yemeğiydi, temizliğiydi derken yeterince ilgilenemiyordu, zaman ayıramıyordu kızına eskisi gibi. Babası zaten işten geç saatte çıkıyor, çoğu kez yorgun argın geliyordu. Yine de kızının ödevlerine yardımcı oluyordu elinden geldiğince.

Bütün hafta sonu kızının Hayat Bilgisi dersi için “Davranışlarımız Bizi ve Arkadaşlarımızı Nasıl Etkiler?” konulu bir ödev hazırlamışlardı. Bir sene sonra 4. sınıfa geçecek olan bu çocuklar adı havalı bu dersten mahrum kalacak ve hayatın gerçeklerine bir adım daha yaklaşacaklardı. Müfredata göre tarih, coğrafya, fen, sağlık, güvenlik ve yurttaşlık gibi birçok disiplin bu dersin içeriğini oluşturuyordu. 8–9 yaşlarındaki bu çocuklar üretken bireyler olabilmek için ödevler yapacak ve birbirleriyle yarışacaklardı.

Aslında içerik olarak çok zengindi hazırladıkları ödev. Tam 2 sayfa dolu dolu yazmıştı Nazan, annesinin ve babasının söylediklerini. Öyle kopyala yapıştır yapılan, internetten hazır indirilen ödevler gibi değildi yani. Öğretmeni de beğenmişti aslında ama en yüksek puanı ona vermemişti ilk defa. Daha da kötüsü hiç hoşlanmadığı, kendisine rakip olarak gördüğü hemen öğretmen masasının karşısında, en ön sırada oturan kızın yaptığı ödev panoya asılmıştı. Bu kabullenebileceği bir şey değildi. Ne eksiği vardı ki ondan? Üstelik o kendisi bile yazmamıştı bu sayfaları, bilgisayarda hazırlamıştı. İnternetten bulduğu fotoğraflarla süslemiş, bu da yetmezmiş gibi bir de renkli çıktı almıştı. 

Salı Günü (Beyaz Yalan)

Nazan dün hayat bilgisi dersinden çok şey öğrenmişti. Gerçekten davranışlarımız arkadaşlarımızı etkiliyordu. O gün ilk defa ödevleri yüzünden yalan söyleyecekti babasına. Bugün öğretmeninin verdiği yeni ödevi renkli olarak bilgisayar çıktısıyla vermesi gerektiğini söyledi annesine. Halbuki böyle bir zorunluluğu yoktu. Annesi bunu hiç sorgulamadı bile, inandı kızına. Tamam kızım, dedi annesi. “Babana söylersin, onunla birlikte gider aşağıdaki internet kafeden çıktı alırsınız.”

Düşük model de olsa dizüstü bir bilgisayarı vardı Nazan’ın. Onu da dedesi almıştı zaten geçen sene, karne hediyesi olarak. İlk emekli maaşını torununa laptop almak için harcamıştı. Buna herkes çok şaşırmıştı çünkü kolay kolay para harcamayı sevmezdi dedesi, tıpkı babası gibi. Veysi de özellikle boş yere para harcamaktan kaçınır, üç kuruşun hesabını yapardı. Dolayısıyla çekine çekine gitti Nazan babasının yanına, ona da söyledi aynı yalanı. 

İnsan sadece öyle bir kişiye yalan söyleyip kenara çekilemezdi bu hayatta. Aynı yalanı başkalarına da söylemek zorunda kalırdı. Sonra onu unutmamak zorundaydı ve onu saklamak için başka bir yalan söylemesi gerekebilirdi. Derken gittikçe ustalaşırdı bu işte. İşlerin de böyle kolayca hallolmasıysa çekilen vicdan azabı karşısında alınan ödül gibi bir şeydi. Harika bir şeydi yani bu yalan söylemek. Ancak yalanların bir gün ortaya çıkmak gibi de kötü bir özelliği vardı. Bunu henüz bilmiyordu.

Çarşamba Günü (Renkli Çıktı)

Nazan bu haftaki ödevinin konusunu da çok sevmişti: Evin Yaşayan Teknolojileri. Annesinin telefonundan rengarenk fotoğraflar indirip laptopa aktardı ve yine babasıyla beraber dolu dolu 2 sayfa hazırladı heyecanla. Bir de kapak yaptı üstünde kocaman adının yazdığı. Bu 3 sayfanın renkli çıktısını Pazartesi gününe kadar almalıydı. Flaş belleğe kopyaladı dosyayı ve babasına verdi. 

Veysi kızından aldığı flaş bellekle evin hemen karşısındaki internet kafeye gitti. İçeri girdi ve renkli çıktı almak istediğini belirtti hemen. Sormadan da edemedi: Üç sayfa renkli çıktı almak kaç para tutuyor?

Bir buçuk lira, dedi kafenin sahibi. Olabildiğince ruhsuz bir sesle. Siyah beyaz olsun dersen 75 kuruş, diye de tamamladı. Sanki silah zoruyla çalışıyordu burada. İçeriye gelen müşteriye böyle davranılması garip gelmişti Veysi’ye. Zaten kafe de bomboştu. Yok yok, dedi Veysi. “Renkli olacakmış, yoksa olmaz.” 

Nerden alacaksın çıktıyı, diye sordu bu kez adam. “Telefondan mı yoksa usb falan var mı yanında?” Elindeki flaş belleği gösterdi Veysi. Bunun içine kopyaladık, dedi. Üç sayfa ama renkli olacak, diye tekrarladı. 

Tamam tamam, dedi adam. “Masa 8'i açtım oradan ödevin çıktısı alalım bakalım.” dedi kurnazca. Hemen kafenin girişinde, tam da Veysi’nin yanında yer alan 8. masanın ekranı sanki mesaj gelmiş gibi bir ses eşliğinde birden açıldı. Az sonra yaşanacaklardan habersiz olan Veysi flaş belleği adama uzattı. Adam yerinden kalktı ve Masa 8'e geçti, flaşı taktı. İçinde sadece bir dosya olduğunu görünce tıklayıp açtı hemen. “Bunun çıktısını istiyorsun değil mi?” diye sordu. 

Veysi’nin başını onaylarcasına sallamasıyla birden yazıcının sesi de duyulmaya başladı. Adam kalktı ve ayaklarını yere sürte sürte yazıcının yanına gitti. Adamın ayağında terlik vardı ve gerçekten sinir bozucu bir ses çıkartıyordu adım attıkça. Çıktıları aldı ve isteksizce masaya bıraktı. Veysi cebinden bir tomar parayı çıkarttı. Maaşını dün çekmişti ve ATM aksi gibi hep 20'lik, 10'luk ne kadar para varsa vermişti. Garip bir şekilde bu kendisini iyi hissettirmişti Veysi’ye. Sanki bu ay daha fazla para kazanmıştı. İçinden en eski kağıt parayı buldu. Ortasından hafif yırtık bir 10 liraydı bu. Ödevi incelerken onluğu uzattı ve para üstünü beklemeye başladı.

Adam 7 tane 1 lira, bir de 50 kuruş bıraktı Veysi’nin avucuna. Paraya tekrar şöyle bir baktı Veysi ve “Bir buçuk lira değil miydi?” diye sordu. Masa 8'i açtık ya, dedi adam. “Onun da bir bedeli var, yarım saati bir lira.” 

“İyi de ben sana masa aç falan demedim ki” dedi Veysi, sinirli bir şekilde. “Üstelik kaç para diye de sordum.” Aslında haklıydı bu söylediklerinde. Öte yandan kafe sahibine de haksız denilemezdi. Yalan söylememişti sonuçta. Kendisini uyanık zannediyordu sadece. Kısa sürede kazanacağı bir liranın peşindeydi, bu tavırlarıyla uzun dönemde kaybettiği paraların farkında değildi. Sert bir ifadeyle “Masa açmadan nasıl çıktı alacağız!” derken açtığı masayı kapattı ve yine o gıcık masa açma sesi duyuldu. 

Elindeki bozuklukları cebine atan Veysi tam çıkmak üzereydi ki, geri döndü ve 8. masanın önünde dikildi. “Madem parasını verdim, o halde niye bana sormadan kapatıyorsun bilgisayarı?” diye sordu ve tam dönüp bağıracaktı ki o sinir bozucu ses duyuldu. Ekran açıldı ve sağ alt köşede yarım saatlik geri sayım başladı. 

Veysi hemen internet fixplorer’ı açtı ve “renkli yazıcı en ucuz kaç para” diye arattı. Tepsiorada sitesinde 59 liraya Pewlett Hackard marka bir yazıcı çıktı karşısına. Üstelik tarayıcısı da vardı ve şuan indirimdeydi yoksa normal fiyatı 99 liraydı. Kaçırılamayacak bir fırsat sandı bunu. Hemen satın almak için siteye üye olmaya karar verdi. 

Yeni bir e-posta adresi aldı, çünkü eskisinin şifresini bir türlü hatırlayamıyordu. Site için de kullanıcı adı, şifre, adres bilgilerinin girilmesi derken yaşadığı bütün zorluklara rağmen pes etmedi ve yarım saatin dolmasına birkaç dakika kala sipariş vermeyi başardı. 

Perşembe Günü (Kablosuz Yazıcı)

Perşembe günü beklenen kargo özel bir kurye şirketi aracılığıyla gelmişti sonunda. Gerçekten de taahhüt ettikleri gibi ertesi gün teslim etmeyi başarmışlardı. Bu hizmet için ekstra para harcadığına başta pişmanlık duysa da sözlerini tuttuklarını görünce sevinmişti Veysi. Heyecanla kutuyu açtılar ve kızıyla yazıcıyı bağlamaya çalıştılar.

Kutunun içinde bir cd, bir adaptör, ve yazıcının yanında bir çok evrak ve kullanma kılavuzu çıktı. Güç bela oradaki talimatları uygulayarak kurmaya çalıştılar ama olmuyordu bir türlü. Bir şeyler eksikti sanki. Yazıcı çalışıyordu aslında, sesler çıkartıyordu. Sonra ışığı falan da yanıyordu yani bir sorun yok gibiydi. Ama bu yazıcıyı bilgisayara nasıl bağlayacaklardı? Kılavuzda bir data kablosundan bahsediyordu ama öyle bir kablo çıkmamıştı kutudan. Eksik mi göndermişlerdi diye şüphelendiler önce. Sonra Nazan, burada bir telefon numarası var baba, diye seslendi umutla. Arayalım mı, diye sordu. 

PH Çözüm ve Deneyim Merkezi adı altında yer alan bu numarayı aradılar hemen. Öyle ya, çok büyük bir firmaydı bu. Teknik destek yazacak değillerdi o numaranın üstüne. Çıkan bant kaydı yönlendirdi onları. Önce 4'ü sonra 8'i tuşla derken oradan oraya savruluyorlardı sanki. En sonunda canlı bir insan sesi çıkmıştı karşılarına. Durumu anlatmaya başladılar ki daha sözleri bitmeden “Sizi ilgili birime bağlıyorum, bekleyin lütfen.” dedi sesin sahibi. Neşeli bir fon müziği eşliğinde umutla beklemeye başladılar telefonun başında. Eli ağrımıştı artık Veysi’nin. Nazan’a verdi telefonu. 

Nazan hoparlörü açtı hemen. Bütün ev o gereksiz neşeli ve gürültülü müzikle yankılanıyordu artık. Canları sıkılmaya başlamıştı. Bozuk muydu yoksa bu yazıcı. Hep o suratsız kafe sahibi yüzünden geldi bunlar başımıza diye düşünüyordu Veysi. Nazan ise söylediği yalanın esiri olmuştu artık. Vicdan azabı yaşıyordu. Hep benim yüzümden diye geçiriyordu içinden.

Sonunda hızlı hızlı konuşan bir ses duyuldu. Günde defalarca aynı sorularla karşılaşan ve aynı cevapları vermek zorunda kalarak hayatını sorgulayan bir çağrı merkezi çalışanının sesiydi bu. O kadar bekleyişin ardından birkaç dakika süren şu diyalog yaşandı:

 — Nasıl yardımcı olabilirim?

 — Aldığımız yazıcı çalışmıyor.

 — Adaptörü fişe taktınız değil mi?

 — Taktık evet, ışığı yanıyor ama bilgisayarda görünmüyor bir türlü.

 — Data kablosunu bilgisayara bağladınız mı peki?

 — O kablo çıkmadı kutudan, göndermeyi unuttunuz sanırım!

 — Onu sizin ayrıca temin etmeniz gerekiyor.

 — Nasıl yani?

 — Eğer elinizde bulunmuyorsa herhangi bir teknoloji marketinde ya da bilgisayarcıda rahatlıkla bulabilirsiniz. Yazıcı data kablosu demeniz yeterli olacaktır. 

 — Siz niye göndermiyorsunuz? Bunun kutudan çıkması gerekmiyor mu?

 — Bu kablo zaten çok ucuz bir kablodur 1–2 liraya satın alabilirsiniz. Bir kere aldığınızda bütün masaüstü yazıcılarımızda kullanabilirsiniz dolayısıyla biz şirket politikamız gereği sizlere daha uygun fiyatlara ürünler sunabilmek amacıyla böyle bir uygulama yapıyoruz. Böylece gereksiz kablo kalabalığını da önlemiş ve çevrenin korunmasına da yardımcı olmuş oluyoruz.

—Çok güzel diyorsunuz ama yani ne bileyim, bu cep telefonu satıp kutuya şarj aletini koymamak gibi bir şey.

Yine de her şeye rağmen yazıcının bozuk olmamasına, 1–2 lirayla sorunu halledebileceğine sevinmişti Veysi. Ayrıca hak da vermişti firmaya. Sonuçta gerçekten çok ucuza almıştı bu yazıcıyı. Kargo ücretini saymazsan, 60 lira bile değildi. “Yardımcı olabileceğim başka bir şey var mıydı?” diye kibarca sordu Çözüm ve Deneyim Merkezi Personeli. Teşekkür ederek kapattı telefonu Veysi. Telefonu kapatırken bu son derece bilgilendirici deneyimi yaşamak için tam 17 dakika, 58 saniye boyunca telefonda beklediğini görünce üzüldü sonra. Ben şimdi kabloyu alır gelirim kızım, dedi. Baba, diye seslendi Nazan. “Yedek kartuş da alır mısın? Bunun içindekilerin sadece kullanıcı deneyimi sağlamak için konulduğu ve kapasitelerinin az olduğunu yazmışlar.” Bu isteğe biraz gecikmeli de olsa tek bir kelimelik bir yanıt gelmişti, tamam.

Mağazaya girince kablonun 4 lira 95 kuruş olduğunu öğrenince morali bozulmuştu Veysi’nin. Hani 1–2 liraydı bu kablo. Dehşete düşmesi ise kartuş fiyatlarını gördüğünde oldu. Neredeyse yazıcının iki katı kadar tutuyordu renkli ve siyah kartuş. Sadece kabloyu alıp çıktı üzgünce. Bu yazıcıyı alarak hata yapmıştı anlaşılan. Geri mi gönderseydi, kutuyu da açmışlardı. Nazan da çok sevinmişti. Bunu yapamazdı. Ufak bir hesap yaptı ve evde çıktı almanın daha maliyetli olduğunu gördü. Yanlış hesapladığını düşündü. Sonra aklına bir fikir geldi. Bunu teyit etmek için mağazaya geri döndü. Aldığı yazıcının buradaki fiyatına baktı. Burada gerçekten 99 liraya satılıyordu. Haklı çıkmıştı. Böyle şeyleri internetten almak daha uygundu. Mağazadan çıktı ve internet kafeye doğru yürümeye başladı.

Bu sefer süresiz açtırdı masayı ve bütün siteleri tek tek inceledi. Artık çözmüştü bu internetten alışveriş işini. Düşündüğü gibi kartuşlar burada daha ucuza satılıyordu ama yine de yazıcının fiyatını geçiyordu bu kartuşlar. Bu sefer kartuşu ucuz olan yazıcıları aramaya başladı. Bittigeliyor sitesinden ikinci el satışların da yapıldığını, fiyatların çok daha uygun olduğunu anladı. 25 liraya renkli çıktı alabileceği ikinci el bir yazıcı buldu. Markası yine PH olan bu yazıcı küçük, portatif bir şeydi. Tarama özelliği yoktu ama zaten ona ihtiyaçları da yoktu. Renkli çıktı alsın yeterdi zaten onun için. Hem bu yazıcının kartuşları çok daha uygun fiyata satılıyordu. Data kablosunu da almıştı. Cüzdanından maaş kartını çıkardı ve sipariş vermeyi denedi. Banka kartını kabul etmiyordu bu site. Sonradan öğrendi ki bu sitede sadece kredi kartı geçiyordu. Bankaların kapanmasına daha vardı. Kendisine sürekli “Kredi kartınız hazır” diye mesajlar atan Albank’a doğru yol aldı. Acaba bugün alabilir miydi kartı? 

Kredi kartı anında şube basılmıştı, bu hızdan çok memnun oldu Veysi. Keşke herkes bu bankacılar gibi işlerini düzgün yapsalar diye düşünürken tekrar internet kafeye gitti ve sepete attığı yazıcının siparişini verdi. Yanında başka bir satıcıdan aldığı modele uyumlu tam 4 çift kartuş aldı. Çünkü 200 lirayı geçerse ekstradan indirim kazanacaktı. Yaptığı hesapla bu kartuşlar bütün sene rahat rahat yeterdi.

Cuma Günü (Yeni Yazıcı)

Dünkü macerasından kimseye bahsetmemişti Veysi. Sadece bugün kargo geleceğini söylemiş, evden ayrılmamasını tembihlemişti eşine. Sabah erkenden de gelmişti kargo ama sadece kartuşlar gelmişti. 8 tane kartuş iki yüz küsur lira tutmuştu. Üstelik hesabından hiç para çıkmamıştı. Bunu gelecek ay ödeyecekti. Bu kredi kartıyla ödeme işi gerçekten büyük kolaylıktı. 

Akşam olmadan eve dönerken kızına durumu açıklamanın zamanının geldiğini düşündü Veysi. İlk aldığı yazıcıyı da iade edebilirdi böylece. Bu kargonun yanında bir de yazıcı gelecekti ve evdeki yazıcıyı iade edeceklerdi. Nazan ise bu duruma hiç sevinmemişti. “Ya o yazıcı çalışmazsa?” diye sordu babasına. “Hem tarayıcısı da yokmuş, ben bütün albümdeki fotoğraflarımızı tarayıp bilgisayara aktaracaktım.” diyerek asıl üzüntü sebebini de belli etmiş oldu.

Dert ettiğin şeye bak, dedi Veysi kızına neşelendirmeye çalışarak. “O zaman o da kalsın, iade etmemiz şart değil. İki tane yazıcın olsa fena mı olur?” Tam o sırada bir mesaj geldi Veysi’nin telefonuna. Vataniçi Kargo diye yazıyordu gönderen kişide: “Geldik, sizi adresinizde bulamadık. Kargonuzu *** şubemizden teslim alınız.”

Acaba yanlış adrese mi gittiler diye endişelendi Veysi. Şubeyi arayacak oldu ama numarasını bilmiyordu. Zaten şube de uzak sayılmazdı. En iyisi kapanmadan gidip ne olduğunu öğrenmek diye düşündü. Vardığında kutuları hızla araçlardan indirip sağa sola rastgele bırakan çalışanları görünce gelen mesajı da göstererek ne yapacağını sordu. İçeriye, bankoya geçmesi gerektiğini söylediler. Biryandan telefonda belli ki bir müşteriyle konuşan, aynı şeyleri tekrar tekrar söyleyen banko görevlisi, telefonu beklemeye alıp kimliğini istedi ve “Arkadaşlar zile basıp kapı açılmayınca geri getirmişlerdir, kusura bakmayın.” dedi.

Bu sözleri pek inandırıcı gelmemişti Veysi’ye. Zaten inandırıcı olmaya bile çalışılmamıştı. Görüşmeyi bitirip koliyi arama çıkan görevli, çok da fazla sürmeden geri gelmiş koliyi bankoya bırakmıştı. “Şurayı imzalayarak kargonuzu teslim alabilirsiniz.” diyerek formla birlikte kimliği uzattı. O sırada tekrar telefon çaldı. Derin bir nefes alıp telefonu açtı ve konuşmaya başladı görevli. Veysi üzülmüştü kargo çalışanlarının haline. Buraya gelirken eve hiç gelmediklerini, atılan mesajın yanlış olduğu gibi şeyleri söylemeyi geçiriyordu içinden ama şimdi koliyi sağlam bulduğuna sevinir olmuştu. 

Eve geldiğinde kutunun içinden çıkan data kablosu bile çıkmıştı. Ne kadar iyi insanlar var diye geçirdi içinden. Nazan da çok beğenmişti bu yazıcıyı. Hiç öyle kullanılmış gibi değildi, yeniydi sanki. Bu sefer tecrübeli oldukları için kolayca kurmuşlardı yazıcıyı. İçinde kartuş yoktu ve yeni aldıkları kartuşları denemenin vakti gelmişti. Ancak ters giden bir şeyler vardı. Gelen uyarı sesi bunun habercisiydi. Bilgisayarda “Uyumsuz Mürekkep Kartuşu” diye bir hata belirdi. Tek tek diğer kartuşları da denedi ama sonuç aynıydı. Büyük bir hayal kırıklığıyla evden tekrar çıktı Veysi.

İnternet kafenin yolu görünmüştü yine. Önce satıcının bilgilerine ulaşmaya çalıştı çünkü gelen kolide göndericinin adı bile yazmıyordu. Qarisma İnternet Kafe yazıyordu, o kadar. Sitede satıcının numarası yoktu, adresi yoktu. İstanbul’da bulunan başka bir internet kafeydi burası. Umudunu kesince bittigeliyor’u aramayı düşündü ama arayabileceği bir müşteri hizmetleri numarasını bulamadı. Sorun ile ilgili Çözüm Merkezi adı altında bir birime mesaj atması ve gelecek cevabı beklemesi gerekiyordu. 

Sonra bu sorunun neden yaşandığını anlamaya çalıştı ve aslında sipariş ettiği yazıcının model numarasının farklı olduğunu gördü. Ürün olarak resimdeki yazıcının birebir aynısıydı ama model numarası farklıydı işte, 1012 değil de 1015'ti gelen model. Arasında ne fark var diye araştırdı bu sefer. Sadece uyumlu kartuşları farklıydı. Benzer sorunları yaşayan başka insanlar da vardı. Eve gelen 1015'e uyan kartuşları almayı düşündü bu sefer ama bu modele uygun kartuşlar Türkiye’de satılmıyordu!

Bunun mantığını anlamaya çalıştı, o siteden öbürüne geçmişti. Sonunda kendini yabancı forumlarda yazılanları dooble çeviri sayesinde Türkçe’ye çevirerek okuyordu artık. Uyanık PH markası dünyayı 7'ye bölmüştü. Kuzey Amerika, Latin Amerika, Batı Avrupa, Çin ve Hindistan, Asya, Afrika ve son olarak Orta Doğu. Evindeki yazıcı Orta Doğu’da satılan modeldi. Türkiye’de satılan kartuşlar ise Batı Avrupa’da satılan modellerle uyumluydu. Oysa fotoğrafta görünen yazıcıların birbirlerinden hiçbir farkı yoktu. 

Reddog isimli bu yabancı forumda yazılanları okudukça büyük resmi gördüğünü zannetti Veysi. 2016 yılı itibariyle dünya genelinde 152 milyon çocuk işçi vardı ve bunların 73 milyonu tehlikeli şartlarda çalıştırılıyordu. Bu dünyaca ünlü marka bu şekilde çocukları çalıştırmakla kalmayıp, birbirlerinin tıpatıp aynı olan bu yazıcıları bütün dünyaya farklı şekilde programlayıp satıyordu. Böylece her birine ayrı model kartuş satabiliyor, bu kartuşları da dünyanın farklı bölgelerine istediği şekilde farklı fiyatları kabul ettirebiliyordu. Her kartuşun içindeki çip sayesinde zaten yeniden doldurulması mümkün değildi bu kartuşların. Bunun yanında bir de içindeki mürekkep bitmeden hata vermeye başlıyor ve yarı kapasitedeyken kullanılamaz hale geliyor, kelimenin tam anlamıyla çöp oluyordu. Zaten dünyada çöp üreten tek canlı, insandı. 

Hemen yazıcıyı iade etmeye karar verdi Veysi. İade sürecini öğrendi ve doğruca eve döndü. Yazıcıyı kutuya tıpkı çıktığı gibi yerleştirdi. Bantladı ve vataniçi kargoya gitti. Anlaşmalı kargo oydu ve mecburen orayı kullanmalı ve gönderdiğine dair bir kod almalıydı. Bu kodu daha sonra bittigeliyor sitesine girecek ve kartından ödenen 25 TL kredi kartına iade edilecekti. Üstelik kargoyu da satıcı ödeyecekti. Cebinden yine para çıkmayacaktı ve Veysi’nin tek tesellisi bu oldu. Şimdi evdeki kartuşlarla ne yapacağını düşündü, onların kutularını açıp denediği için iade edemeyeceği açık açık yazıyordu sitede. Her şeyden önce şu acayip yazıcıdan kurtulmayı istiyordu sadece.

Cumartesi Günü (İade Mesajı)

Veysi bugünü bir yazıcıdan işlerin nasıl buralara geldiğini düşünerek geçirdi resmen. Hayata karşı yenik düşmüştü sanki. Çalışmış, çabalamış ama tıpkı o işçi çocuklar gibi yorgun düşmüştü. Kendi çocuğunu mutlu etmek istemişti sadece. Bu amaçla yola çıkmıştı aslında. Şimdi evinde hiç ihtiyacı olmayan 8 kutu kartuş ve bir yazıcıyla, balkonda oturuyor, çay içiyordu. O sırada moralini az da olsa düzeltecek bir kısa mesaj geldi telefonuna, bittigeliyor’dan: İade işleminiz gerçekleştirilmiştir.

Pazar Günü (Kısa Mesaj)

Bugün elindeki kartuşları ne yapacağını bulmuştu Veysi. Aklına yine orijinal bir fikir gelmişti, öyle zannediyordu. Madem iade işlemi böyle sorunsuz ve kolay oluyordu, ilk aldığı yazıcıyı da iade edebilirdi öyleyse. Sonra da evdeki kartuşlara uyumlu yeni bir yazıcı daha alacaktı. Bunun son olacağını umuyordu. Yarın akşam işten gelir gelmez bununla ilgilenecekti. Veysi bu planları yaparken telefonuna Albank’tan bir mesaj geldi:

Sayın V*** K*** 0016 ile biten kartınızla yapılan 8,94 TL tutarındaki işlem size ait değil ise lütfen 444*** numaralı müşteri hizmetlerimizi arayınız.

Bu mesaja bir anlam veremedi Veysi. Cüzdanından kredi kartını çıkarttı ve son 4 rakamını kontrol etti. 0016 olduğunu gördükten sonra endişesi bir kat daha arttı. Gelen mesaj da zaten bankadan gelmişti. Yanlış değildir diye düşünerek hemen numarayı çevirdi. Bant kaydının yönlendirmesiyle TC kimlik numarasını tuşladı. Sonra tuşladığı rakamları duyunca stresten yanlış tuşladığını fark etti. Tekrar kimlik numarasını tek tek, bu kez daha dikkat ederek tuşladı. 

Şimdi kartın üzerindeki 16 haneyi girmesi gerektiğini öğrendi. Bunları bu şekilde tuşlamak ne kadar güvenli acaba diye düşünürken bir yandan da kartına bakarak rakamları tuşlamaya başladı. Tam o sırada telefonuna yeni bir mesaj geldi. Bankadan geldiğini görünce aramayı sonlandırdı ve mesajı görünce adeta sarsıldı:

Sayın V*** K*** 0016 ile biten kartınızla yapılan 2.378,78 TL tutarındaki işlem size ait değil ise lütfen 444*** numaralı müşteri hizmetlerimizi arayınız.

Neredeyse maaşı kadar bir harcamaydı bu ve kesinlikle kendisine ait değildi. Bankayı tekrar arayacak oldu ki yine aynı mesaj geldi:

Sayın V*** K*** 0016 ile biten kartınızla yapılan 2.378,78 TL tutarındaki işlem size ait değil ise lütfen 444*** numaralı müşteri hizmetlerimizi arayınız.

Bu önceki harcamanın tekrarı mıydı yoksa bir bu kadar daha mı harcama yapılmıştı kartıyla? Bunu düşünürken aynı mesaj tekrar geldi:

Sayın V*** K*** 0016 ile biten kartınızla yapılan 2.378,78 TL tutarındaki işlem size ait değil ise lütfen 444*** numaralı müşteri hizmetlerimizi arayınız.

Bu mesajdan sonra artık eli ayağı titremeye, yüzünün rengi atmaya başlamıştı Veysi’nin. Hemen bankayı arayıp kartı kaybettiğini ve iptal etmek istediğini söylemeyi düşündü. Bir yeni mesaj daha geldi. Bu kez tutar farklıydı:

Sayın V*** K*** 0016 ile biten kartınızla yapılan 628,82 TL tutarındaki işlem size ait değil ise lütfen 444*** numaralı müşteri hizmetlerimizi arayınız.

Bu mesajı görünce bütün bu mesajların farklı harcamalar için ayrı ayrı geldiğini anladı. Tutarları kabaca kafasında topladı ve limitinin artık dolması gerektiğini düşündü. Sonra neden bu kartı 8.000 TL limitle açtığını sorgularken yeni bir mesaj geldi. Bu bankadan gelecek olan son mesaj olacaktı:

Sayın V*** K*** 0016 ile biten kartınızın harcama limiti dolmuştur. Bankamızda kayıtlı cep telefonu numaranızdan, ARTIR, İSTENİLEN LİMİT, KART SON 6 HANE , AYLIK NET GELİR bilgisini aralarında birer boşluk bırakarak 44**’a sms gönderebilir ya da 444*** numaralı müşteri hizmetlerimizi arayabilirsiniz.

Ne kadar uzun bir kısa mesajdı bu böyle. İki dakikada gelen bu mesajlar hayatını alt üst etmişti Veysi’nin. Sonunda bankanın müşteri hizmetlerine bağlanmayı başarabilmiş, bu işlemlerin kendisine ait olmadığını söylemişti. Yapılan işlemler hakkındaysa bilgi alamamıştı. Kartın şuan için dondurulduğunu, kendisinin yarın şubeye gidip harcamaya itiraz formu doldurması gerektiğini söylediler. Yarın ise çalışıyordu Veysi ama bu iş de ihmal etmeye gelmezdi. Patronunu arayıp durumu üstü kapalı şekilde anlattı. Öğlene kadar izin almıştı ama öğlene kadar bu işi halledebileceğinden şüpheliydi. 



Bütün bir hafta böyle acayip olaylarla bir yazıcı peşinde mücadeleyle geçmişti adeta. Gece boyunca da uyku tutmamıştı Veysi’yi. Karısına gelen mesajlardan bahsedememişti bile. O sadece kartuşlar için böyle üzüldüğünü sanıyordu. Yarın ilk aldığı yazıcıyı iade etmek için sabah işten izin aldığını söylemişti sadece. Bir de o vardı, bankadan gelince de onunla uğraşması gerekecekti. Tabii öğleden önce bu işi halledebilirse.

Gece boyunca uyuyamasa da gün ağarmaya yakın artık kendinden geçmiş, yorgunluğa yenik düşmüştü Veysi. Karısı da kargo iadesinin acelesi olmadığını düşünüp uyandırmamıştı onu. Çünkü gece uyuyamadığını biliyordu. Neyse ki saat 10 olmadan kendiliğinden uyandı. Apar topar hazırlanıp doğruca bankaya gitmek için evden çıkacak oldu ki kapıyı açınca karşısında Cuma günü iade için gönderdiği yazıcının hırpalanmış kutusunu ve vataniçi kargo çalışanını gördü. İade kargo, satıcı tarafından kabul edilmemişti. 

“Ne demek kabul edilmedi!” diye çıkıştı Veysi. “Hem ne ara gitti de hemen geri geliyor böyle?” diye de ekledi. Ellerindeki formu gösterdiler. Cumartesi günü satıcının adresine gitmişler ancak satıcı kargo ücretini ödemek istemediği için kargoyu kabul etmemişti. Veysi ise kendisine gelen mesajı ve bittigeliyor sitesinin iade onay mesajını göstermişti. Yapabilecekleri bir şey olmadığını belirtti kargocu. Ya şimdi bu kargoyu 28 lira 75 kuruş ödeyerek geri alacaktı ya da o da kabul etmeyecek ve kargocu kutuyu şubeye geri götürecekti. “Ben bu yazıcıyı zaten 25 liraya aldım, kargoya o kadar ödeyeceksem ne anladım bu işten?” dedi kızgınca. Kargocu hızlıca bir kağıt çıkardı ve Veysi’nin kimliğini istedi, tutanağa iadeyi kabul etmediğini yazıp imzalaması gerektiğini belirtti. Tutanağı imzalayıp banka şubesine doğru yürümeye başladı Veysi kızgın adımlarla. 

Şubeye vardığında sıra kendisine gelince kredi kartı bilgilerinin çalındığını, mesajla kendisine iletilen işlemlerin gerçekleştiğini ancak iptal edilmesi için yasal sürecin başlatılacağını öğrendi. Gelecek ekstrede 7.774,10 TL tutar provizyonda kalmış olarak görünecek ancak yasal işlemler sonuçlanana kadar bu borcu ödemek zorunda kalmayacaktı. Yani şimdilik sadece kendi yaptığı harcamaları ödemesi gerekecekti. Olması gerektiği gibi. İçi biraz olsun rahatladı. 

Bu arada bittigeliyor’dan 25 TL yazıcı parasının iade edildiğini de öğrendi. Satıcının yazıcıya biçtiği değerden daha fazla parayı ödeyip yazıcısını geri almak istemediğini anladı. O da haklıydı belki kendince ama garip bir durum daha oluşmuştu böylece. Bu yazıcının sahibi şuan kimdi? Kargo şirketidir diye düşündü Veysi işe giderken. Kim bilir her gün böyle kaç tane kargo sahipsiz kalıyordu ellerinde. Sonra bunları ne yapıyorlar acaba diye de düşünmeden edemedi. 

Akşam üzeri eve dönerken bu sefer kredi kartı bilgilerinin nasıl çalındığını düşünüyordu. Kartı iptal edip yeni bir kredi kartı vermişlerdi Veysi’ye. Kartı kapatmak istediğini belirtmiş ama borcu göründüğü sürece kartı kapatamayacağını öğrenmişti. Sonra bütün hafta boyunca yaşadıklarını, gördüklerini, okuduklarını düşündü Veysi. Eğitim ve öğretimin sözde ücretsiz olduğu devlet okullarında ödediği kayıt paralarını, toplanan katkı paylarını, masraflı ödevleri. Dünyaca ünlü şirketlerin bütün dünyayı nasıl bir kukla sanatçısı gibi görünmez iplerle oynattığını. İnsanların nasıl korkusuzca hiç tanımadıkları, görmedikleri insanları kandırabildiklerini, bütün birikimlerini iki tıkla çalabildiklerini görmüştü. Ancak duyacağı şeyler henüz bitmemişti, telefonu çaldı.

Telefonundan artık korkar olmuştu Veysi, özellikle de mesajlardan. Gelen her mesaj sinirlerini hoplatıyordu. Neyse ki bu sefer arıyorlardı. En fazla ne olabilirdi ki. Kayıtlı olmayan bir numaraydı bu arayan, isteksizce açtı telefonu: “Veysi Bey, ben kabul etmediğiniz kargoya istinaden arıyorum ve sizin yaşadığınız sıkıntıyı çok iyi anlıyorum.” diyen bir ses geldi kulağına.

Anlıyor muydu gerçekten? Ne anlıyordu acaba diye düşünmeye başlamıştı ya da hangi birini anlıyordu acaba? Hepsini anlayamazdı kuşkusuz. Sonra aklına kargo şubesine girdiğinde bankoda çalışan görevli geldi. Aynı onun gibi konuşuyordu bu telefondaki seste: “Ancak eğer gelen kargoyu bir kez daha kabul etmezseniz koliniz bizim depolarımızda muhafaza edilmeye başlayacak ve beklediği her gün için sizden bunun bedeli tahsil edilecek yani ya şimdi 28 lira 75 kuruşluk kargo bedelini ödersiniz ya da bu tutar günden güne artar ve icra yoluyla sizden o tutarı almak zorunda kalırız. Şimdi size tekrar soruyorum, kargonuzu size iade edelim mi?

Başka zaman olsa bu tehditkâr söyleme boyun eğmez, kendisine olan güvenle bu kendini bilmezlere hadlerini bildirirdi. “Sizi böyle yormayı istemezdim ancak bu kargoyu satıcının kabul etmesi gerekiyordu, siz de biliyorsunuz ama madem öyle” dedi bıkkın bir ses tonuyla, “Tekrar adresime gönderim, almaktan başka çarem kalmadı.” Yorulmuştu artık. Gücü tükenmişti. Yine de bu hafta elinden geleni yapmıştı. Sıradan bir tüketici gibi dayatılanı kabul etmemiş, bilinçli bir şekilde mücadele etmişti. Kendince, elinden geldiğince.

Eve vardığında zili çaldı ve biraz bekledikten sonra kapıyı karısı açtı. Kapıyı hep kızı açardı o zamana kadar. İçeriye şöyle bir baktı Veysi, kızını göremeyince “Nazan nerede?” diye sordu. Odasında ödev yapıyor, dedi karısı. “Öğretmeni bundan sonra ödevlerin el yazısıyla verilmesini istemiş, ona canı sıkılmış. Gidip biraz ilgilen de gönlünü alıver. Sonra da şu öğretmeni ara da bakalım neden bir öyle, bir böyle diyor. Renkli çıktı istiyor diye o kadar yazıcı aldık falan da de. İlgilendiğimizi anlasın.” Annesinin bu sözlerini duyan Nazan, odasının kapısını kapattı ve yatağına uzanıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. 

2

Henüz hiç yorum yapılmamış.

Yorum yazmak için giriş yapmanız gerekli