Gökyüzündeki Yıldızlar
Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar insanların henüz keşfetmediği, balta girmemiş kocaman bir orman varmış. Yeşilin her tonunun bulunduğu bu ormanda herkesin her işine karışan yavru bir aslan yaşarmış. Aynı zamanda oldukça yetenekliymiş ama kötü bir özelliği varmış. Çok sabırsızmış. İstediği bir şey hemen olmazsa mızmızlanıyor, huysuzluk edip anne babasını üzüyormuş.
Babası bir gün onu karşısına alıp konuşmuş. “Annen bütün gün senin bir dediğini iki etmemek için sabahtan akşama kadar çalışıyor ama senin ona bir kere bile teşekkür ettiğini duymadım!” demiş.
“Bu zaten onun görevi değil mi?” demiş yavru aslan. “Hem ben bir gün bu ormanların kralı olmayacak mıyım? Benim çalışmama ne gerek var?” demiş bilmiş bilmiş. Halbuki hiçbir şey bildiği yokmuş. Çünkü daha ormandaki diğer hayvanları bile tanımıyormuş.
Krallığın öyle göründüğü gibi kolay olmadığını göstermek için babası bu ormanda sihirli bir başak tanesinin bulunduğunu söylemiş. Gidip onu bulmasını istemiş. Böylece onun her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünen titiz yapısından faydalanmasını bekliyormuş. Gitmeden önce annesine haber vermesini de unutmamasını söylemiş.
Annesine çıkacağı yolculuktan bahseden aslan, biraz da bu izin alma durumlarından hiç hoşlanmadığı için “Anne, ben ne zaman büyüyeceğim?” diye sormuş. Annesi onun artık eskisi gibi küçük olmadığını anlatmaya çalışmış. Bugün yolda karşılaşacağı zorlukların üstesinden gelirse geriye bambaşka biri olarak döneceğinin müjdesini vermiş. “Bu dünyada önemli olan ne zaman doğduğun ya da kaç yaşında olduğun değil, doğduktan sonra ne yaptığındır.” demiş. Küçük aslan annesinin ne demek istediğini tam olarak anlayamamış. Ama bugünün farklı geçeceğinden artık kuşkusu kalmamış.
Annesine veda edip ormanın derinliklerine doğru ilerlemeye başlamış. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Karşısına ilk olarak bir koç çıkmış. Hayatında ilk defa bir koç gören minik aslan heyecanla ona sihirli başağı nerede bulabileceğini sormuş. Herkes tarafından egoistlikle suçlanan koç, başağın yerini bilmesine rağmen aslana söylememiş. O da en az aslan kadar kibirli ve inatçıymış. Zaten her zaman zoru sever, kolayca elde edilen şeylerin kıymetinin bilinmediğini düşünürmüş. Aynı zamanda aslana bile yalan söyleyebilecek kadar cesaretliymiş.
Gururundan dolayı kendisine yalan söylenebileceğini hiç düşünemeyen toy aslan hemen ona inanmış ve teşekkür edip yürümeye devam etmiş. Çok geçmeden bir boğaya rastlamış. O sırada büyük bir iştahla yemek yiyen boğa, aslanın geldiğini bile fark etmemiş. Aslanın sorusuna son derece nazik bir şekilde cevap vermiş ve yemeğine devam etmiş. Koça göre oldukça güvenilir görünen boğa, aslında bu ormandaki en inatçı hayvanmış. Yeniliklere kapalı olmasına rağmen aslanın hiç sahip olmadığı bir gücü varmış. Çok sabırlıymış. Eğer başağı gerçekten bulmak istiyorsa gerekirse tüm ormanı dolaşmasını söylemiş ona. Aslan teşekkür ederek uzaklaşmış ve boğayı yemeğiyle baş başa bırakmış.
Biraz ilerledikten sonra bir oğlağa rastlamış. Aynı boğa gibi o da maddiyata önem verirmiş ve çok tutumluymuş ama boğanın aksine oldukça komik ve sıcakkanlıymış. Üstelik son derece güvenilir ve dürüstmüş. Oğlak aslana yol boyunca karşısına çıkabilecek zorluklardan bahsetmiş. Bütün bu dürüstlüğünün yanında içinde iflah olmaz bir kötümserin yattığını fark eden aslanın morali iyice bozulmuş ve başağı aramaktan vazgeçmiş. Sadece kendini oğlaktan uzaklaşmak zorunda hissetmiş ve ona da teşekkür edip sessizce yanından kaçmış.
Hiç ardına bile bakmadan o kadar çok yürümüş ki sonunda bir deniz kenarına kadar ulaşmış. O sırada denizin ortasında suyun üzerinde kalmış bir kaya parçasından gelen içli içli bir ağlama sesi duymuş. Ne olduğunu öğrenmek için kayaya seslenmiş ama ağlama sesi bir anda kesilmiş. Şaşıran aslan hemen denize girip kayaya kadar yüzmüş ve suyun üzerine çıkınca orada buğulu gözleriyle kendisine bakan küçük balığı görmüş. Hıçkıra hıçkıra ağlayan meğer balıkmış ama aslanı gördüğünde birden gizemli bir havaya bürünmüş. Sanki az önce ağlayan kendisi değilmiş gibi aslanı çok mutlu olduğuna inandırmış. Ağlamanın kendisine çok iyi geldiğini ve denizdeyken ağlayamadığı için ara sıra bu kayanın üzerine çıktığını anlatmış aslana. Sonra aslanın anlattıklarını dinlemeye başlamış. Diğerlerinin aksine balık gerçekten aslanı dinliyormuş. Aslan kendisini o kadar iyi hissetmiş ki canı balığın yanından hiç ayrılmak istememiş. Ama onun gibi denizde yaşayamazmış. “Benimle gel” demiş balığa, “bu orman benim sayılır.” Bütün bu iyi özelliklerinin yanında balığın da çok kötü bir özelliği varmış. İnanılmaz derecede kıskançmış. “Senin kesin bir sürü arkadaşın vardır ormanda” demiş aslana, “hem ben karada yaşayamam ki.” diye de eklemiş. Ama içinden de aslanın ısrar etmesini bekliyormuş. Aslan balığa hak vermiş ve boynunu bükmüş. Ona da teşekkür edip kıyıya kadar geri dönmüş. Balık aslanın hiç ısrar etmemesine o kadar alınmış ki aslan gözden kaybolduktan sonra ağlamaya devam etmiş.
Bütün bunlardan habersiz bir şekilde duyguları allak bullak olan aslan ormana doğru dönmek için sahilde önüne baka baka yürüyormuş. Onun bu üzgün halini gören dikkatli ve sevecen bir yengeç, paytak paytak yürüyerek aslanın yanına gelmiş. O da en az balık kadar duygusalmış ve onun için hayattaki en önemli şey aileymiş. Ne kadar acı çektiğini görüp hemen ilgisini çeken yavru aslanla konuşmaya başlamış. Onu rahatlatıp kendi hayatının zorluklarından bahsetmiş. Denizde yaşamanın hiç kolay olmadığından söz etmiş ve aslanı doğru bir karar verdiğine inandırmış. Zaten kendisi de denizlerde yaşamasına rağmen doğru dürüst yüzmeyi bile bilmiyormuş. Yürümek bile onun için çok zormuş. Aslan yengecin de ruh halinin yavaştan bozulmaya başlayıp ağlamak üzere olduğunu görünce “Ama sen de çok yeteneklisin hem karada hem denizde yaşayabiliyorsun.” demiş keşke ben de öyle olsaydım diye düşünürken. “İstesen tuttuğunu koparırsın” diye de espri yapmış, güldürmüş yengeci. Az önce ağlamak üzereyken şimdi kahkaha atıyormuş yengeç. Aslan onun bu inişli çıkışlı ruh halinden de korkmaya başlamış ve teşekkür edip eve dönmek için yavaş yavaş ayrılmak zorunda olduğunu söylemiş.
İçinde yanan ateşin sönmesine asla izin vermeyen aslan artık denize yaklaşmadan önce bir kere daha düşünecekmiş. Enerjisini yeniden yükseltmek için koşmaya başlamış ama arkasından birisi ona bağırmış: “Nereye gidiyorsun?”
Dönüp arkasına bakan aslan, kimseyi görememiş önce ama “Buradayım” demiş küçük bir akrep, “deminden beri seni izliyorum.” Akrebin yengeçten çok daha fazla evhamlı ve sürekli kuşku duyan bir kafa yapısı varmış. Zaten hiç kimseye de güvenmezmiş. Üstelik herkesin işine karışır ve her şeyi kontrol etmek için içinde karşı konulamaz bir istek duyarmış. Oysa aslan kontrol edilmekten hiç hoşlanmazmış. Yine de akrebin gösterişten uzak ama bir o kadar da güçlü duruşu karşısında etkilenmiş. Normalde olsa anlatmazmış ama akrebin dinlemeye o kadar meyilli olduğunu görünce ona da uzun uzun anlatmış hikâyesini. Akrep de tıpkı aslan gibi kendi hatalarını kabullenmekte zorluk yaşarmış. O yüzden aslanı çok iyi anlamış ama onun bu yolculuğuna bir anlam da verememiş. Neden bir başağı aradığını sormuş. Bu ormanda sihirli hiçbir şeyin olmadığını söylemiş. “Benim babam yalan söylemez!” demiş aslan. “Herkes yalan söyler” demiş akrep. Belli ki biz seninle de anlaşamayacağız diyerek kaybettiği zamana üzülen aslan, akrebe de teşekkür edip yanından ayrılmış. Ama o sırada kafasında bambaşka şeyler kuran akrep aslanı hiç duymamış. Herkese teşekkür etmesine rağmen kendisine teşekkür etmediğini zannedip aslana kırılmış ve kalbi ona karşı kinle dolmuş. Zaten akrebin en kötü özelliği de bu kindarlığıymış.
Akrebi ne kadar kırdığının farkında bile olmayan aslan, acaba gerçekten bu ormanda sihirli hiçbir şey yok mu diye ufak ufak endişelenmeye başlamış. O sırada bir ağacın yanında yarısı su dolu bir kova görmüş. Görür görmez ne kadar susadığını fark etmiş. Deminden beri herkesle o kadar çok konuştuğu için dili damağı kuruyan aslan hemen suyu içmek için kovanın yanına gitmiş. Tam biraz içip susuzluğunu giderdikten sonra, herkesi olduğu gibi kabul eden bu sihirli kova dile gelmiş. “İstersen biraz daha içebilirsin” demiş aslana, “benim suyum hiçbir zaman bitmez.”.
İlk defa bir kovanın konuştuğuna şahit olduğu için şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemeyen aslan, “Sen, sen konuşabiliyorsun!” diye kekelemiş. Empati duygusunun gelişmişliğiyle tanınan kova, aslanın içindeki ruh sıkıntısını çok iyi sezmiş ve havalı havalı kendisinden, ormandan ve ormandaki diğer sihirli şeylerden bahsetmiş. Kovayla çok iyi bir arkadaş olabileceğini anlayan aslan, ondan hoşlanmasına rağmen onun bu gösterişçi yapısından rahatsız olmuş. Kova onun bu rahatsızlığını sezmesine rağmen hiç önemsememiş ve laubali şekilde aslanla senlibenli konuşmaya devam etmiş. Bol keseden atmaya başlamış. Aslan cevap verirken kovanın kendisini diğerleri gibi dinlemediğini, sürekli sözünü kestiğini görünce daha fazla dayanamamış ve ondan da ayrılmaya karar vermiş. Yine de özellikle içtiği su için tekrar tekrar minnetle teşekkür etmiş kovaya. İçten bir şekilde sarılmış ve öğrendiği bütün yeni bilgilerin heyecanıyla yeniden hayat enerjisiyle dolup yolculuğuna devam etmiş.
Kovayı çok seven ama onun biraz nezaketsiz olduğunu düşünen aslan, asıl darbeyi gergin bir yayla karşılaşınca yemiş. Onun da konuşabilmesine artık şaşırmamış ama kaba diline tahammül edememiş. Kendisinden bile daha çok özgürlüğüne düşkünlüğüyle bilinen yay, hayata pozitif bakan, eğlenceli bir yapıya sahipmiş. O da büyük bir gezintiye çıkmış. Geçmişi hiç umursamaz hep geleceğe yönelik yaşarmış. Zaten aslanın nereden geldiğini hiç sormamış bile. Ama en azından söyledikleri doğru gibi duruyormuş. Diğerlerine göre çok daha dürüstmüş en azından. O da aslana bu konuda güvenmiş ama daha beraber dolaşalı yarım saat olmamasına rağmen yay ortalığı o kadar dağıtmış ki, aslan etrafın dağınıklığından artık düşüncelerini bile toparlayamıyormuş.
Daha yeni tanışmalarına rağmen “Bu ormanda yeterince vakit kaybettik” demiş yay. Zaten bir türlü yerinde duramıyormuş. Şimdi de insanların arasına karışmak istiyormuş. Aslansa insanlardan pek hoşlanmazmış. “Onlar ormanları yakıyor, ağaçları kesiyor, bizleri hayvanat bahçelerine hapsediyor! Ne işimiz var onların yanında?” diye sormuş. “Valla ben gidiyorum, geleceksen gel.” demiş yay. Biraz ısrar etsin diye beklemiş aslan. Ama tıpkı daha önce kendisinin balığa yaptığı gibi yay da hiç oralı bile değilmiş. Aslanın içini bir pişmanlık kaplamış. Balığa karşı yaptığı nezaketsizliği şimdi fark etmiş ve yaya hızlıca “Teşekkürler davet için ama ben gelmiyorum. Zaten benim hemen denize gitmem gerekiyor!” demiş. İkisi de ardına hiç bakmadan ters yönlerde koşmaya başlamış.
Hem insanlardan kaçmak hem de yeniden balığı bulmak amacıyla deniz kenarına geri dönmüş ama aksilik bu ya, sahilde birbirine çok benzeyen iki insan görmüş. O kayaya ulaşmak için korkusuzca yanlarından geçip gitmeye karar vermiş ama bu insanlar bulunduğu her ortama ayak uydurmak konusunda o kadar ustalarmış ki, aslanı hiç yadırgamamışlar bile. Zaten yavru olduğu için zararsız olduğunu da düşünmüşler ve sanki bir kedi görmüş gibi “Aaa, ne kadar tatlı!” diyerek aslana iltifatlar etmişler. Gördüğü bu ilgi aslanın çok hoşuna gitmiş ve temkinli bir şekilde de olsa onlarla konuşmaya karar vermiş: “Siz kardeş misiniz?” diye sormuş. İkisi aynı anda “Biz ikiziz” demişler.
İkizler o kadar konuşkanmışlar ki aslanı tatlı dilleriyle adeta büyülemişler. Aslanı en çok etkileyen şey ise onların pratik zekalarıymış. Onlardan o kadar çok şey öğrenmiş ki insanlara karşı bütün önyargıları kırılmış. Her insanın aynı olmadığını, onlar gibi hayvanları ve doğayı seven insanların da bu dünyada yaşadığını görünce çok mutlu olmuş. Ayrıca bu zamana kadar ilk defa kendisinden daha meraklı birilerini bulmanın sevincini yaşıyormuş. Hep beraber o kadar çok konuşup gülmüşler ki aslanın balığı unuttuğu yetmezmiş gibi eve dönesi de gelmiyormuş bir türlü. İkizler o kadar çok farklı alanlarda o kadar çok bilgi sahibiymiş ki, ormandaki başağın yerini bile biliyorlarmış ve aslana hemen yolu tarif etmişler.
Artık ayrılma vaktinin geldiğini anlayan aslan, “Daha sonra tekrar görüşelim mi?” diye sormuş. Bu zamana kadar hep birinin başladığı cümleyi diğerinin ahenkle tamamlaması ilk defa son bulmuş ve aynı anda ikizlerin biri “Olur” derken diğeri “Olmaz” demiş. Bu dengesiz tavrı görünce kafası karışan aslanın yüzü düşmüş. “Biz de böyleyiz işte,” demiş ikizler. “Kolay kolay hiçbir şeye karar veremeyiz. O yüzden sen bizden uzak dur!” Bir süre sessizce birbirlerine bakmışlar. Aslan acaba yanlış bir şey mi yaptım diye düşünmüş ama elle tutulur bir sebep bulamıyormuş bir türlü. Oluşan o samimi hava bir anda değişmiş, sanki daha önce konuşan hiç onlar değilmiş gibi birbirlerine yabancılaşmışlar. “O zaman her şey için teşekkürler.” demiş aslan. Aynı anda biri “Gitme!” derken diğeri “Güle güle!” demiş. Sonra hep birlikte gülüşmüşler ve aslan yolculuğuna devam etmiş.
İçinde garip hislerle dolan ve bütün dengesi bozulan aslanın yürüyüşü bile değişmiş. Aklı bir karış havada, yüzünde tatlı bir gülümsemeyle ilerlerken bu sefer yoluna bir terazi çıkmış. Tıpkı ikizler gibi kararsızlığıyla ünlü terazi, diğer herkesin aksine aslanın yaşadığı onca şeyi dinledikten sonra hep ona hak vermiş. İlk defa bu kadar uyumlu biriyle karşılaşan aslan hemen mutlu olmuş. İçi yaşama sevinciyle dolmuş. Neredeyse her söylediğine katılan teraziyi biraz dinledikten sonra onun da tıpkı kendisi gibi sabırsız olduğunu anlayan aslan onla da anlaşamayacağını çok iyi anlamış. Her konuda böyle onaylanmak başta hoşuna gitse bile, bir süre sonra bundan da sıkılmaya başlamış ve nerede olduğunu öğrendiği başağın yanına gitmek için teraziden izin istemiş ama ayrılmadan önce ona da her şey için teşekkür etmeyi unutmamış.
Bu zorlu yolculuğun sonuna yaklaştığı için büyük bir görevi tamamlama hissiyle dolan aslan, başağı görür görmez tanımış. Ormanın neredeyse dışında kalan bir tarlanın üzerinde hiç durmadan toprağı ekip biçen başak, aslanı gördüğünde “Sonunda gelebildin!” demiş ama bir yandan da çalışmaya devam ediyormuş. Zaten hayatı boyunca hep dinlenmeden çalışmış ve şu an yaptığı iş onun için dinlenmek gibi bir şeymiş. Aslansa onu seyrederken bile yorulmuş.
Konuşmaya başladıklarında başağın annesini tanıdığını öğrenmiş. İleride tüm ormanın kralı olacağı için babası onu başağın yanına bilerek göndermiş. Çünkü çalışmanın ne kadar önemli olduğunu yalnızca ondan öğrenebilirmiş. “Yoksa bütün hazinenizi kaybedersiniz” demiş başak. “Bizim hazinemiz mi var?” diye sormuş aslan çünkü bunu ilk defa duyuyormuş. “Başka türlü nasıl kral olabilirsin ki?” demiş başak. Zaten başağın en kötü huyu buymuş. Biraz fazla maddiyatçıymış. Bir de her şeyi ve herkesi mükemmelleştirme isteğiyle dolup taşıyormuş. Kendisini zaten mükemmel zanneden aslanı o kadar çok stres altına sokmuş ki kısa süre sonra ikisi de hiç olmadığı kadar mutsuz olmuşlar. Bu mutsuzluğun sebebi olarak aslanı gören başak, onu ufak ufak eleştirmeye başlayınca aslan buradan da ayrılma vaktinin geldiğini anlamış. Birbirlerini daha fazla mutsuz etmenin gereği yok diye düşünerek öğrendiği her şey için gönülden bir teşekkür etmiş. Eleştiriye hiç gelemeyen aslan yaptığı bütün yaramazlıklara rağmen bugüne kadar annesinin kendisini hiç eleştirmediğini o an fark etmiş.
Artık hava kararmak üzereymiş. Yıllardır diğer aslanlardan hiç duymadığı şeyleri bir gün içinde bu kadar çabuk öğrenebildiğine inanamıyormuş. Kalbine dolan huzurla evinin yolunu tutmuş. Yol boyunca annesinin kendisiyle ne kadar çok ilgilendiğini, ona ne kadar iyi davrandığını düşünmüş. Eve varır varmaz koşup annesine sarılmış. Onu ne kadar çok sevdiğini ve bu zamana kadar ona hiç teşekkür etmediği için çok pişman olduğunu söylemiş. Annesinin şaşkınlıktan dili tutulmuş önce. Sonra o da yavrusunu sarıp sarmalamış. Kendine geldikten sonra “Ne oldu sana böyle?” diye sormuş. Yaşadığı inanılmaz günü hevesli hevesli anlatmaya başlayan aslan, o an balığın kalbini kırdığını yeniden hatırlamış.
Bütün hikâyeyi gözleri dolarak dinleyen annesi, ona bugün herkese ettiği teşekkür sayesinde gerçek bir kral olma yolunda ilk adımı attığını söylemiş. Eğer yarın balığın yanına gidip daha önce hayatında hiç söylemediği bir diğer sihirli cümleyi söylerse her şeyin eskisi gibi düzeleceğini belirtmiş. Gözleri parlayan aslan, o cümlenin ne olduğunu öğrendikten sonra annesine teşekkür etmiş ve babasının yanına geçmiş.
Onunla da uzun uzun konuşmuşlar ve en son babasına biraz da çekinerek sormuş: “Baba, bizim hazinemiz var mı?” Bu soru karşısında gülümseyen babası, “Elbette var. Sen de zaten bugün bunu kullanarak tüm ormana gelecekte ne kadar büyük bir kral olacağını ispatladın.” demiş. Kafası karışan aslan babasının ne demek istediğini anlamaya çalışırken babası açıklamaya devam etmiş. “Bizim en büyük hazinemiz kelimelerimizdir. Ağzımızdan çıkan her söz bizim eserimizdir. Bu kelimeler sayesinde sahip olduğumuz zenginliği diğerleriyle paylaşmış oluruz.” demiş. Bu sözlerden çok etkilenen aslan, bütün gece hep bunları düşünmüş. Gökyüzündeki yıldızları sayarak hayaller kurup uykuya dalmış.
Sabahın ilk ışıklarıyla uyanıp, güneşle birlikte yeni bir güne başlayan aslan annesine dün kararlaştırdıkları gibi denize gideceğini söylemiş. Artık yolu bildiği için kısa sürede sahile ulaşmış. Denize gireceği sırada dün kalbini kırdığından habersiz olduğu akrebi görmüş ve önce onun yanına gitmiş. Oldukça üzgün görünen akrebe bir sorun olup olmadığını sormuş ama akrep onu duymazdan gelmiş. Aslanın aklına öğrendiği yeni sihirli cümlenin gücünü test etmek gelmiş ve akrebin kulağına eğilmiş. Biraz çekinerek de olsa tüm içtenliğiyle cümleyi söylemiş. Akrebin birden kalbinin yumuşadığını, bütün kininin yok olup gittiğini görmüş. İkisi de eskisi gibi mutlu olmuşlar ve içi iyice rahatlayan aslan hemen denize girmiş. Hızlıca dün üzerinde balıkla konuştuğu kayaya kadar yüzmüş.
Kayanın üstünde balığın hâlâ aynı şekilde ağladığını görünce yüreği dağlanmış. Ama balık onu görmemiş çünkü arkasında kalıyormuş. Tekrar onun da mutlu olması ve kendisini bağışlaması için artık gücünden emin olduğu sihirli cümleyi ona da söylemiş: Özür dilerim. Güzel gözlerinden nemin hiç eksik olmadığı balık sesi duyar duymaz aslanın geldiğini anlamış. Onu affetmesi için sadece geri gelmesi bile yeterliymiş ama bu küçük jest, balığı hayatında hiç olmadığı kadar mutlu etmiş. O günden sonra gözlerinden sadece mutluluk gözyaşları akmış.
Küçük aslansa büyümüş ve adil bir kral olmuş. Sahip olduğu hazineyi herkesle paylaşmış. Paylaştıkça zenginleşmiş, zenginleştikçe çevresi daha da kalabalıklaşmış. O ormandaki herkes, gökyüzündeki yıldızlar kadar parlak, mutlu mesut yaşayıp gitmişler.
Eğer bu platforma hâlâ üye değilseniz buradan ücretsiz üye olabilir,
her gün yazılan yazılardan notlar alabilir ve beğendiğiniz yazıları listeleyebilirsiniz. Hatta isterseniz siz de yazmaya başlayabilirsiniz…
1
Henüz hiç yorum yapılmamış.