Fareler ve İnsanlar, Saygı, Umut ve Yalnızlığın Çeşitleri
Fareler ve İnsanlar’ı ilk ne zaman okuduğumu hatırlamıyorum ama geçen haftaların birinde Akın Altan’ın sesinden dinledim ve yeniden hayran kaldım. Özellikle o diyalogları ne kadar güzel seslendirmiş. Buradaki ilk kitap yazılarımdan birinde yazarın Gazap Üzümleri hakkında yazmıştım. O kesinlikle daha etkileyiciydi ama Fareler ve İnsanlar’ın yeri ayrı benim için.
Bu yazıya başlayana kadar bilmiyordum ama iki kere beyaz perdeye taşınmış bu acıklı hikâye. 1939 yapımı siyah beyaz versiyonu 2 Oscar kazanmış. Ama 1992 yapımı nispeten daha yeni olan filmde Lennie’yi John Malkovich’i canlandırmış. Bunu görünce hemen yazmayı bıraktım ve filmi seyretmeye başladım. Öncesinde sizlere daha ilginç bir bilgi vereyim. Bu eser iki kere de ABD dışında çekilmiş. Biri 1962 yılında “İkimize Bir Dünya” adıyla bizde çekilmiş. Diğeri de 1972 yılında İran sinemasında “Topoli” adıyla uyarlanmış. Tiyatro alarak zaten neredeyse her yerde sahnelenmiş. Bunlar bazıları için okumamak için bahane olabiliyor ama kitap sadece 125 sayfa ve ben bunları kitabı mutlaka okuyun diye belirtiyorum. Anlatılan duygular o kadar evrensel ki tüm dünyayı nasıl etkilemiş bilin istiyorum. Zaten bu yazıyı okuyanların çoğu kitabı çoktan okumuştur diye düşünüyorum. Sırf kitabı hatırlamak için buraya gelenler olmuş çoğunluktadır diye yazının kalanında spoiler vermekten çekinmeyeceğim. Yoksa bu kitabı sadece dostluğu ve umudu işliyor diyerek kısaca anlatmam mümkün değil.
Lennie Small ve George Milton Amerikada karın tokluğuna mevsimlik çiftçilik yapan iki yakın arkadaş. Lennie soyadının aksine oldukça kalıplı ve güçlü bir insan. Çok da duygusal, kalbi çok temiz ama aklı kıt biraz. George ise ona kıyasla akıllı ama ufak tefek bir adam. Sürekli olarak Lennie’den şikayet etse de aslında onu çok seviyor ve en az Lennie kadar ona muhtaç. Sadece farkında değil ama bunu çok acı bir şekilde öğreniyor.
Yolculukları boyunca onları gören insanlar hep onların dostluklarını yadırgıyor. Beraber takılmalarına bir anlam veremiyorlar. Bunu ben de düşünüyorum bazen. Bence insanlar arkadaşlarını çoğu zaman kendileri seçemiyor. Gelişigüzel bir şekilde aynı ortamı paylaştığımız insanlarla zaman geçirdikçe arkadaş oluyoruz. En basitinden bir sınıf öğrenciyi düşünün mesela, hemen hemen herkes sıra arkadaşlarıyla çok iyi arkadaştır. Mesafe uzadıkça dostluk bağları da kopar. Ya da şehir hayatında alt, üst ya da yan komşumuzla ilişkilerimiz diğerlerinden daha sağlamdır her zaman. Bütün dostlukların temelinde bir çıkar ilişkisi mi var yoksa başka bir şey mi bilmiyorum ama bakın kitapta dostlarımıza bu konuda ne diyorlar:
“Birlikte dolaşan insanlara çok rastlanmaz. Nedendir bilmem. Şu kör olası dünyada insanlar birbirlerinden korkuyorlar da ondan, belki.”
O halde dostluğun en önemli şartı nedir? Birbirinden korkmamak mı? Hayır, kesinlikle değil. Manchester United’ın efsane menajeri Alex Ferguson’a taktik tahtasının bir tarafına sevgi, diğer tarafına korku yazıp başarısının sırrı olarak hangi tarafa daha yakın olduğu sorulduğunda o tahtanın tam ortasına büyük harflerle şunu yazar: SAYGI. Bunu bir yerde okumuştum ve kitaptaki ilişki böyle bir saygıya dayanıyor demek istemiyorum burada. Ama sanıldığı gibi korku kaynaklı da değil bence. Ancak yazarın anlatmaya çalıştığı gibi aynı topluluktaki insanlar bile en ufak bir güce sahip olduğunda eski arkadaşlarına saygısızlık etmekten geri kalmıyor. Bunu bize satır aralarında çok güzel aktarıyor yazar ama tabii ki asıl anlatmak istediği bunlarla sınırlı değil.
Peki ne anlatıyor bize yazar? Tek kelimeyle anlatacak olsam umut derdim. Umudun gücü, yokluğunun ve ne gariptir ki varlığının ne derece yıkıcı olduğu. Kitabı okumayanlar fazla umudun ne zararı olabilir diye sorabilir. Belki de ben yanlış bir çıkarımda bulunuyorumdur ama umudun bile fazlası zarar diye düşünüyorum ben artık. Hani olur ya kendini kandırırsın, hatta şöyle güzel bir söz vardır: Bir şey gerçek olamayacak kadar güzelse, muhtemelen gerçek değildir.
“Bize gelince iş değişir. Bizim umduğumuz var. Bizim konuşacak, bize ilgi
gösterecek bir kimsemiz var. Gidecek başka yeri olmadığı için, bir meyhanede oturup bütün parasını harcayanlar gibi değiliz biz. Ötekiler kodese girecek olsalar, geberip gitseler de kimsenin umurunda olmaz. Ama biz öyle değiliz.”
Lennie atıldı:
“Biz öyle değiliz! Niçin öyle değiliz? Çünkü… Çünkü benim için sen varsın,
senin için de ben varım da ondan.”
Bu ikilinin umutları bu kadar fazla gibi görünse bile, işin acı olan kısmı aslında hayallerinin ne kadar küçük olduğu. Onlara imkansız gibi gelen hayalleri aslında başlarını sokabilecekleri küçük bir evlerinin ve geçimlerine yetecek kadar hayvanlarının olması. Özellikle gençler hemen bütün amaçları bu mu yani diye isyan etmeden dönemin koşullarından bahseden bir alıntımı daha paylaşmak istiyorum:
“Şimdi belki anlayacaksın. Senin George’un var. Onun geri döneceğini biliyorsun. Kimsen olmadığını düşün. Zenci olduğun için bir odaya gidip iskambil oynayamadığını düşün. Burada oturup kitap okumak zorunda kaldığını düşün. Tabii akşama kadar nallarla oynayabilirsin ama, gece oldu mu odana kapanıp kitaplarını okumaktan başka yapacak iş yoktur. Kitaplar da beş para etmez. Asıl gerekli olan, arkadaştır… yanında bir can bulunmasıdır.”
Tahmin edebileceğiniz gibi bunu çiftlikteki siyahi bir işçi söylüyor. Yazar cinsiyet ayrımını işlediği gibi ırkçılığı da işliyor kitapta. Dönemine göre oldukça da cesur bir şekilde yapıyor bunu. Biz bugün bile bu ayrımcılıkları çözememiş durumdayız ne yazık ki. Yapmamız gereken fırsat eşitliğini sağlamakken sadece nasıl hitap edeceğimizi tartışıp duruyoruz. İnsana insanca davranmak için cinsiyetinin, deri renginin, dış görünüşünün, mevkisinin ya da akıl düzeyinin bir önemi olmadığını bugün bile öğrenemedik ne yazık ki.
“İnsan olmak için pek akıllı olmaya gerek yok. Hatta bana öyle geliyor ki, bazan tam tersi oluyor. Gerçekten zeki ve kurnaz bir adamı al örneğin, iyi bir insan çıkması nadirdir.”
Her avantaj yanında önceden ne olacağı belirsiz bir yan etkiyle gelir. Her işiniz rast gittiğinde hata yapmaya çok yaklaşmışsınız demektir. Çünkü artık eskisi gibi kontrol etme ihtiyacı duymazsınız. Çok zeki insanlar da genellikle birçok konuda başarısız olur çünkü gerekli olan disipline sahip değillerdir. Çok kötü diye nitelendirilen insanların çocukları da onların tam aksine o özellikleri hiç barındırmaz bazen. Örnekleri çoğaltabilirim ama usandım artık aynı şeyleri yazmaktan.
Son alıntım Lennie’den olacak. Diğer bütün sözleri gibi sık sık söylemesine rağmen hiçbir şekilde anlamını kaybetmiyor bu cümleler. Hatta gittikçe daha bir anlam kazanıyor sanki.
“Artık benden usandınsa, gidip dağlarda bir mağara arayayım. Ne zaman istersen giderim.”
Sonunda gitmek zorunda kalıyor Lennie. Ama bu gidiş çok hüzünlü bir şekilde oluyor. Kitabı okuyanların yorumlarına da baktım her zaman ki gibi. Koca bir sınıfta arkadaşlarla üzerine uzun uzun da konuştuk. Kimileri haklı bulmuştu George’u. Onlara göre Lennie’yi kurtarmıştı çünkü. Yoksa ona işkence edebilirlerdi. Ama bunlar benim için geçerli mazeretler değil. Bence George çok büyük bir hata yaptı ve onun yaptığı kesinlikle insanlığa sığmaz. Zaten orada aslında kendisini de cezalandırmış oldu ama bunu çok daha sonra fark edecek.
Bazı kitaplar böyle işte, büyük bir umutla okuyorsunuz sonuna kadar ama bitirdiğinizde sizi öyle üzüyor ki, yalnız, yapayalnız kalıyorsunuz. Bu arada kitap umutla birlikte yalnızlığı işliyor aslında. Hem de her çeşit yalnızlığı. Kalabalıklar içindeki yalnızlığı, arkadaşlar arasındaki yalnızlığı, eşler arasındaki yalnızlığı. Hiç gerçekleşmeyecek zannettiğimiz hayallerimizin gerçekleşmek üzere olduğunu anladığımızda düştüğümüz o korkunç yalnızlığı. Göz göre göre çok sevdiğimiz birini kandırırken ki yalnızlığı ve tanımlayamadığım diğer birçok yalnızlığı. Ben de şimdi yazarken fark ettim, ne kadar çok yalnızlık çeşidi varmış değil mi?
Son olarak John Malkovich bana ilk başta rol için fiziksel olarak uygun değilmiş gibi gelmişti ama ne kadar büyük bir oyuncu olduğunu bir kez daha anladım. Özellikle filmin sonunu çok güzel yapmışlar. Güzel bir uyarlama olmuş, kitabı okuduktan sonra gönül rahatlığıyla seyredebilirsiniz.
Henüz hiç yorum yapılmamış.