Mücahit Muhammet Karakuş @Mucahit_Muhammet_Karakus

Neden Önce Uçurtma Avcısı'nı Okumalısınız?

Ben önce kitap diyenleri de, önce film diyenleri de çok iyi anlıyorum. Filmi varsa kitabını okumaya ne gerek var diye düşünenlere biraz mesafeliyim sadece. Anlatabilirlerse eğer onları da dinlerim gerçi. Vardır mutlaka mantıklı bir açıklaması. Şimdi neden önce bu kitabı okumalısınız ondan bahsedeceğim. Biraz da benim bir kitaba başlamak için kendi kriterlerimden birinden söz edeceğim…

Yıllardır duyuyordum bu kitabı. Bir süredir de okumak için fırsat kolluyordum. Çünkü olur olmaz bir yerde hakkında tat kaçıracak bir şey öğrenmek istemiyordum. Zaten bu yüzden filmini de seyretmemiştim. 

Geçen hafta ise garip bir şey oldu. Perşembe sabahı yeni bir romana başlamak için sonradan okurum diye kaydettiğim yazıların başlıklarına bir göz attım ve evet, en eski tarihli yazı bu kitapla ilgiliydi. Bunun zaten farkındaydım bir süredir o yüzden kabullenmiştim. Ancak öğle arasında dışarı çıkınca her zaman ki gibi kulaklıklarımı taktım ve kuşkularımı arttıran şu soruyla karşılaştım. 

Dinlediğim programda normalde pek kitaplardan bahsedilmemesine rağmen, sunucu birden o soruyu sordu: “Hayatın çeşitli dönemlerinde tekrar okuduğunuzda sizi en çok etkileyen kitap nedir?” Tam da benim yeni bir romana başlamayı düşündüğüm anda sorulan bu güzel soruya verilen yanıtlara kulak kesilmiştim ki ilk okuduğu yorum Uçurtma Avcısı oldu. 

Algıda seçicilik böyle bir şey herhalde diye düşünüp yine fazla üzerinde durmadım bu olayın. Sonuçta filmi de çekilmiş, dünyaca ünlü bir kitaptı. Hem ben okumayacağım demiyordum ki zaten. 

Akşama doğru artık o gün yazacağım Zamanın Kıymeti ile ilgili yazımı neredeyse bitirmiştim. Bu yazıyı sonlandırdıktan sonra gönül rahatlığıyla yeni bir kitaba başlayabilirdim. Yazımı tamamlamadan önce kitapla ilgili başkaları ne yazmış bu zamana kadar diye bakmak için girdiğim sitenin gündemindeyse başka bir konu vardı: Yarın doğum günü olan Khaled Hosseini. Aynı gün üçüncü kez birbirinden farklı mecralarda karşılaştığım bu yazar için artık yapabileceğim başka bir şey yoktu. Eve geçince hiç tereddütsüz bu kitaba başladım çünkü ben tesadüflere inanmam. 

Tahmin ettiğim gibi çocuklarla ilgili, daha doğrusu kahramanımızın çocukluğuna dönerek anlatmaya başladığı bir hikayeydi. Böyle geçmişe dönerek anlatılan kitapları sevdiğim için acaba yarına kadar bitirebilir miyim diye düşünerek hızla okumaya devam ettim. Ancak ilerledikçe uykum kaçmıştı artık. Hem ben artık çocuk da değildim, gerekirse sabahlar yine bitirirdim bu kitabı.

“Çocukların dehşetle baş etme yöntemi budur: Uyuyakalmak.”

Bu yazıda spoiler verecek değilim. Zaten özellikle romanlarla ilgili yazarken genelde buna dikkat ediyorum. Yani bence bu yazıyı rahatlıkla kitabı okumamış olanlar da okuyabilmeli. Tabii okumuş olanların alacağı tat çok daha başka olacaktır. Beni en çok motive eden şeylerden biri ise önce bir kitapla ilgili yazımı okuyup, sonra o kitaba başlayan ve ardından tekrar o yazımı okumaya gelenlerin olabileceği ihtimali. Açıkçası en çok çocuklardan umutluyum bu konuda. Çünkü en çok onlar keşfetmeye açıktır. Ayrıca yazarımızın Rahim Han’a söylettiği şu cümlelere de katılıyorum:

“Çocuklar boyama kitabı değildir. Onları en sevdiğin renklere boyayamazsın.”

Göze hoş gelen kusurlar vardır. Sen onlardan utanır, çekinirken bir başkasının sende ona hayran olduğunu bilmezsin. Hiç aklına bile gelmez ve bazen duysan bile inanamazsın. Birinin açıklarını, hatalarını, zayıflıklarını görmek onunla bağ kurmanızı kolaylaştırıyor sanırım. Acı çektiğini gördüğümüz insanların yerine kendimizi koymak bu yüzden daha kolaydır belki de. Her zaman güçlü görünen, ağlamayan ve ağlamayı bir zaaf olarak gören insanlarla empati yapmak da zordur. Yani acı çekmek aslında iyi bir şeyler göstergesi olabilir.

“Vicdanı olmayan, iyiliği bilmeyen bir insan acı da çekemez.”

Çekilen acıların bir de sebepleri var elbette. Üzerinden zaman geçtikçe unutulan, gücünü yitiren sebepler. Ben bu kitabı Cuma akşamı bitirmeyi başardım ama hafta sonu filmini de seyrederim diye bu yazıyı erteledim. 

Filmi beni o kadar etkilemedi. Belki kitabı hiç okumasaydım daha çok beğenebilirdim. Seyrederken hep kitapla olan farklar gözümün önüne geldi. Özellikle de filmde Emir’in Hasan’ın mektubunu onun haberini aldıktan sonra okuması bana çok garip geldi. Yani önce mektubu okuması gerekmiyor muydu? Ben mi yanlış hatırlıyorum yoksa? Kitapta beni en çok etkileyen yerlerden biri orasıydı, çünkü önce mektubu okuyunca olayın bütün örgüsü de değişiyor. Sonra babasının generali aramak istemesi, bunun için önce Emir’in talepte bulunması gerekmiyor muydu? Yani küçük gibi görünse de bu değişiklikler bile bana gereksiz geldi. Heyecan katmak için yapılan büyük değişiklikler, çok hızlıca geçilen kısımlar, hiç değinilmeyen olayları yine bir nebze anlayabiliyorum. 

Sonuç olarak neden önce kitapların okunması gerektiği konusundaki düşüncemi güçlendirdi benim bu film. Kimseye haksızlık etmek istemiyorum, mutlaka filmi daha çok beğenenler de olmuştur.

“Belki haksızlık, ama bazen birkaç günde, hatta tek bir günde olanlar bütün bir ömrün akışını değiştirebiliyor”

İnsanın bütün bir ömrünü değiştirebilen o şeylerden biri de büyük hastalıklar. En çok da yakınlarımızın yaşadığı, bizim en fazla refakatçi olabildiğimiz hastalıklar. Hani genelde kilo vermeye çalışır ya insanlar, hafif zayıflayınca sevinirler hemen. Oysa bir de hastalıklar var, sizi bir deri bir kemik bırakan. Yani diyeceğim o ki neyi istediğimize iyi karar vermemiz gerekiyor. 

“Temiz, beyaz bir gömlek giymesine yardım ettim, kravatını bağladım; boynuyla yaka arasındaki altı santimlik boşluk gözümden kaçmamıştı. Baba’mın gittiği zaman ardında bırakacağı bütün o boşlukları düşündüm, başka şeyler düşünmek için kendimi zorladım.”

Başka şeyler düşünmeye çalıştınız mı hiç? Pembe Fili Düşünme diye bir kitap vardı mesela, okuyamadım henüz ama başlığı bile çok şey anlatmıyor mu? Bugün acaba unuttum mu diye her gün kendinizi sorguladığınız ve dolayısıyla asla unutamadığınız insanlar, olaylar var mı sizin de? Benim başıma geldiği için demiyorum şimdi bunları, öyle yazıyı bitirmeden son anda aklıma geldi.

“Gel. Yeniden iyi biri olmak mümkündür, demişti Rahim Han tam telefonu kapatırken. Öylesine söyleyivermişti; son anda aklına gelmiş gibi.”

Son olarak kitabın aynı zamanda yazmayla ilgili olması benim için hoş bir sürpriz oldu diyebilirim. Yani sadece on maddede nasıl yazabiliriz, nasıl yazmalıyız ya da ne yazmalıyız gibi yazıları okumaktansan bu eseri okumak çok daha fazla şey öğretebilir size. En azından bazı deyimlerin sadece mecazi anlamda kullanılmadığını öğrenebilirsiniz.

“San Jose Üniversitesi’ndeki yaratıcı yazarlık öğretmenimiz, basmakalıp deyimler için şöyle derdi: ‘Onlardan vebadan kaçar gibi kaçın.’ Sonra da, kendi şakasına gülerdi. Sınıf da onunla birlikte gülerdi, ama ben yerinde kullanılan klişelerin şu ‘cuk oturma’ özelliğiyle insana bir kestirme yol sunduğunu düşünürüm. Onlar insanın işini kolaylaştırır Ne yazık ki, yinelene yinelene içi boşalan deyimler, bir klişenin her şeyi kısaca, birkaç sözcükle anlatıverme özelliğini gölgeliyor. Örneğin şu ‘eli ayağına dolaşmak’ deyişi. Hiçbir şey, Rahim Han’la kavuşmamın ilk dakikalarını bundan daha iyi anlatamaz.”

Kitabın kapağında yazdığına göre 8 milyonu aşkın kişi okumuş bu eseri. Sizin onlardan ne eksiğiniz var? Muhtemelen benim gibi ertelemişsinizdir diye düşünüyorum. Yine de asla geç değil. Yok daha önce okuduysanız kitap hakkındaki görüşlerinizi merak ediyorum. O yüzden yorum atmaktan çekinmeyin lütfen. Okumam diye düşünmeyin. Ben bu kitap için bin tane yorum olsa yakalarım, o derece.



Kısa Bir Reklam
ELZ Kozmetik %100 Orijinal Barkodlu Ürün göndermektedir. Ayrıntılarını buradan inceleyebilirsiniz.

2
Mücahit Muhammet Karakuş @Mucahit_Muhammet_Karakus

Çok haklısınız. İlk filmi seyredince kitap o kadar etkilemiyor gerçekten. Zaten filmi seyredince kitabı okuyası da kalmıyor insanın bazen. Ama önce okursanız acaba nasıl çekmişler diye merakla seyrediyorsunuz. Teşekkür ederim yorumunuz için.

Yorum yazmak için giriş yapmanız gerekli