Mücahit Muhammet Karakuş @Mucahit_Muhammet_Karakus

Bir Kitap - Koşmasaydım Yazamazdım

Düzenli olarak yazmaya başlayabilirim belki diye bir umutla başlamıştım kitaba. Tabii ki bir acayiplik olacaktı sonunda ve yazmak yerine sabahları koşmaya başlamıştım. Hatta bu garip durumdan bahsettiğimde bir arkadaşım “Bir gün bir kitap okudum ve adalelerim gelişti.” diyerek dalga geçmişti.


İnsan bazen yapmak istediklerini ertelemek için ondan başka her şeyi deniyor. Kendimizi hazır hissetmiyoruz başlamak için ya da hazır olmak diye bir şey yoktur belki de. Bilmiyorum. Yani böyle şeyleri hiç öğretmediler bize okullarda. Yazarımız Japonya’nın en popüler yazarlarından birisi ve bakın ne diyor:


“Okullarda bizim öğrendiğimiz en önemli şey, en önemli şeylerin okullarda öğrenilemeyeceği gerçeğidir.”


Ben bu kitaptan hiç beklemediğim şeyler öğrenmiştim. O yüzden çok sevmiştim. Biyografi okumayı zaten hep sevmişimdir. Ama bu kitap öyle otobiyografi gibi de değil, daha çok bir yolculuğun hikayesi gibi geldi bana. 22 yaşında evlenip 30'una kadar bar işleten bir adamın, o yaştan sonra bir yazar olmaya karar vermesi zaten başlı başına büyük bir hikaye. Bana Mimar Sinan’ın 40 yaşına kadar bir Yeniçeriyken 48 yaşında mimarbaşı olmasını hatırlattı. 


Böyle yaşanmış hikayeleri okumayı, görmeyi, duymayı seviyorum. Yaş bir yerden sonra sadece farklı rakamların yan yana yazılmasından ibaret bir şey gibi geliyor insana ama yaşlanmak diye de bir şey var. Bakın Murakami bu konuda ne diyor:


“Her insan yaşamının bir noktasında vücut kapasitesinin zirvesinden inmeye başlar. Elbette bireysel farklılıklar olabilir, ama yüzücüler yirmili yaşlarının ilk yarısında, boksörler yirmili yaşlarının ikinci yarısında, beysbol oyuncuları ise otuzlu yaşlarının ortalarında gözle görülmeyen bir zirveye ulaştıktan sonra aşağı inişe geçerler. Bundan kaçınmak mümkün değildir. Ben bir göz doktoruna, “Yaşlılıkta gözleri bozulmayan insan yok mu?” diye sorduğumda, sorumu çok komik bulmuş olacak ki, gülerek, “Ömrüm boyunca öyle bir insana rastlamadım” diye yanıtlamıştı. Bu da aynı durum işte. (Ne mutlu ki sanatçıların zirvesi, kişisine göre büyük farklılıklar gösterir. Sözgelimi Dostoyevski 60 yıllık yaşamının son yıllarında Ecinniler ve Karamazov Kardeşler gibi, taşıdıkları anlamlar açısından en önemli yapıtlarını kaleme almıştır. Domenico Scarlatti ise yaşamı boyunca klavyeli çalgılara yönelik 555 sonat çıkartmışsa da, bunların büyük kısmını 57- 62 yaşlan arasında yazmıştır.)”


Bunları okuduktan sonra, bu kitabı bitirmemek gibi bir ihtimal yoktu benim için. Zaten dünyada yapabildiğim spora yakın tek şey koşmak, seyredebildiğim de sadece futbol ki onu da bıraktıracaklar bana bu gidişle, az kaldı. Geç diyebileceğimiz bir yaştan sonra yazmaya başlayan, sonra bu yazma işinin de aslında tek başına pek sağlıklı olmadığını gören bir insan Murakami


İçine sıkıştığı rutin hayattan kaçmaya çalışırken aslında daha dar bir çemberin içinde sıkışmaya başladığını anlıyor ve kaçmanın en kolay yolunu keşfediyor: Koşmak. 


“Her gün koşmaya devam ettiğimi söylediğimde bunu hayranlıkla karşılayanlar oluyor. “Ne kadar da azimlisiniz” diyorlar; bazen birilerinin beni övmesi, elbette sevindirici. Aşağılanmaktan çok çok daha iyi. Fakat düşünüyorum da insan çok azimli diye, her şeyi yapabilir gibi bir durum olmasa gerek. Yaşadığımız dünya, o kadar basit bir yer değil. Dürüst olmak gerekirse, her gün koşmaya devam etmekle kişinin azimli olması ya da olmaması arasında da pek bir ilişki olmadığı kanısındayım. Benim bu şekilde 20 yıldan uzun bir süredir koşmayı sürdürebilmiş olmam, nihayetinde koşmanın karakterime uygun olmasından kaynaklanıyor olsa gerek. En azından o kadar da sıkıntılı bir mesele değil, o yüzden olsa gerek. İnsanoğlu dediğimiz varlık, sevdiği şeyleri doğallıkla sürdürebilirken, sevmediği şeyleri süreklilik içinde yapamayacak bir doğaya sahiptir.”


Son cümlesine dikkat edin lütfen: “İnsanoğlu dediğimiz varlık, sevdiği şeyleri doğallıkla sürdürebilirken” diyor ya hani. Bir şeyi sürdürmek, ne kadar hayati bir eylem aslında. Yaşamak da zaten hayatı sürdürmek değil mi bir yandan? Ama biz sanki hiçbir şeyi sürdüremiyoruz gibi gelmiyor mu bazen? Yoksa sadece bana mı oluyor? İşte buradaki püf noktayı es geçmemek lazım: Sevdiği şeyler. Bence birçoğumuz yıllarca neyi sevip sevmediğimizi bile bilmiyoruz. Sadece hep genç kalmak istiyoruz. Oysa yaşamak, yaşlanmak demek değil midir aynı zamanda?


“Ölene kadar 18 yaşında kalmak için 18 yaşında ölmekten başka yol yoktur.”


“Ölene kadar 18 yaşında” diye bir bölüm var kitapta. Böyle bir şarkı da varmış hatta, ondan da bahsediyor. Sonra koştuğu yerlerden, katıldığı yarışlardan, maratonlardan da söz ediyor. İnsan bazen okurken yoruluyor, o acıyı da enerjiyi de hissediyorsunuz. Koşarken de bir süre sonra gerçekten farklı bir boyuta geçmiş gibi hissedebiliyorsunuz, onun gibi bir deneyim sanki.


Hep söylenegelen kadim bir bilgi vardır, önemli olan yolculuktur diye. Öte yandan belki de daha çok benimsenen winner diye tabir edilen bir kazanan olma, kazanmak için her yolu mübah görme durumu da var. Bence bu kazanma takıntısı, daha çok kazanamamaktan geliyor. Eğer uzun süre peş peşe kazanırsanız zaten kazanmanın o kadar da önemli bir şey olmadığını anlayabilirsiniz. Bu konuda yazarın görüşleri de bana uyduğu için belki de sevdim bu kitabı:


“Yanlış anlaşılmasın, elbette ben de yenilmekten hoşlanmam. Fakat nedendir bilmem, eskiden beri bir başkasına üstün gelmek ya da yenilmek pek umurumda olmadı. Bu özelliğim bir yetişkin olduktan sonra da değişmedi. Hangi konuda olursa olsun bir başkasını yenmeyi ya da ona karşı yenilmeyi kafama takmam. Daha ziyade aklım kendi koyduğum standartları sağlamaya odaklanır. Bu anlamda uzun mesafe koşmak benim düşünce tarzıma son derece uygun bir spor.”


Hayatta önemli olan da budur belki de. Kendi düşünce tarzımıza uygun işlerle meşgul olmak. Tabii bunun için önce düşünmemiz, hatta bolca düşünmemiz gerek. Tarz dediğimiz şey de zaten böyle oluşmaz mı? Kendimize özgü olmalı yaptıklarımız. Amacımız da dünden iyi olmak.


“Evet, ben elbette büyük bir koşucu değilim. Fakat bu hiç de önemli bir sorun değil. Dünkü kendimi biraz olsun geçebilmek; önemli olan işte bu. Uzun mesafe koşularında geçmem gereken bir rakip varsa, bu geçmişteki kendimden başka kimse olamaz çünkü.”


Yine de kaybetmek bazen çok ağır gelebiliyor insana. Özellikle kaybetmeye pek alışkın değilseniz. Kazandıktan sonra gelen yorgunlukla kaybedince gelen yorgunluk arasında kesinlikle çok büyük uçurum var. Oysa değişen sadece sonuç. Sonra boşa geçtiğini sandığımız zamanlar, halbuki insan kaybettiğinde daha çok şey öğreniyor. Ayrıca şunu da unutmamak lazım, hepimiz bir gün bir şeyleri kaybedeceğiz.


“En başlarda da söylediğim gibi yenilgiyi kabullenemeyen karakterde bir insan değilim ben. Bazı durumlarda yenilginin kaçınılmaz olduğunu da kabul ederim. Hiç kimse sonsuza kadar galip gelmeyi başaramaz. Ömür dediğimiz otobanda sürekli sol şeridi işgal ederek koşmaya devam edemezsiniz. Buna rağmen, aynı hatayı defalarca tekrarlamak da istemiyordum. Yaptığım hatadan ders çıkarıp, sonrasında önüme çıkacak yeni şansları en iyi şekilde kullanmak istiyordum.”


Benim gibi telefonla konuşurken bile yürüme ihtiyacı hissedenler ya da Yürümenin Felsefesi kitabını okumuş olanlar bilirler ki yürümek düşünmektir aslında, plan yapmaktır bir yandan, hayal kurmaktır. Koşmanın Felsefesi diye bir kitap da yazılacak olsa en güzel Murakami yazardı herhalde. Çünkü günde 100 kilometre koşabilmek için yolun yarısında ayakları şiştiğinden yanında taşıdığı bir numara büyük ayakkabılarını giymek zorunda kalan, tam maratondan sıkılıp triatlona yönelen çılgın bir macera tutkunu gibi yaşayan bir efsane olan 72 yaşındaki bu adam aynı zamanda romancı, kısa hikaye yazarı, çevirmen ve gazeteci. 


Ben daha fazla kendi kendime sorular sormadan sizleri kitapta geçen şu soruyla baş başa bırakmak istiyorum:


“İnsanın aklındakiler, vücudun ölümüyle birlikte öylece, hiçbir şey olmamış gibi yok olup gidiyor mu acaba?”


8
Mücahit Muhammet Karakuş @Mucahit_Muhammet_Karakus

Ben teşekkür ederim bu güzel geri bildirim için.

nereleregeldik @nereleregeldik_2456

Son zamanlarda okuduğum en güzel yazıydı sanırım. Çok teşekkürler :)

2

Yorum yazmak için giriş yapmanız gerekli