TOPRAK ANA SAVAŞ(MA) BABA
BARIS – Burada değil mi simdi kardeşin?
DEDE – Burada... Pablo... Pablo bak kim geldi?
PABLO – Tamam… Tamam, bağırma geliyorum... Kimmiş gelen?
DEDE – Barış geldi…
BARIS – Merhaba Pablo...
PABLO – Barış... Nerede kaldın... Yıllardır seni bekliyoruz... Anne bak sonunda Barış geldi! Demiştim sana Barış gelecek sonunda diye, değil mi?
ANNE – Ja du hattes es mır immer gesagt. Das ist eine tolle überaschung für mich.
Evet, bana sürekli söylüyordun… Bu gerçekten de güzel bir sürpriz oldu benim için…
BARIŞ – Demek sen bir pilottun?
PABLO- Evet! Göklerde uçardım, özgürlük sanki kanatlarımın altındaydı! Bulutlarda sevgilimin hayalini görür, dudaklarımın arasına en sevdiğim şarkıyı sıkıştırıp bir ıslıkla, yarışırdım kuşlarla! Meydan okurdum sicim gibi yağan yağmurlara, günün birinde çakılacağımı bilmeden yağmur kokan topraklara!
BARIS – Sevgilim dedin az önce? Sevgilin mi vardı savaşa gitmeden, yani ölmeden önce...
PABLO – Evet... Bir sevgilim vardı! Leylak kokardı sevgilim... Bahar gibiydi, baharda açan leylaklar gibi açardı beni gördüğünde gözleri! En sevdiğim çiçekti leylak... Hep leylak koksun isterdim yağmurdan ıslanan toprak!
BARIS – Ne oldu peki sevgiline? Ne oldu kuşlara? Yağmurlara? Leylaklara?
PABLO – Biliyordum soracağını
Leylaklar nerede hani? diye…
Gelincik yapraklı metafizik nerede?
Sözcüklerine incecik delikler açıp
onları saçan yağmur nerede?
Kuşlar nerede hani?
Diye soracağını biliyordum...
Her şeyi anlatayım.
Kent dışında yaşardım,
Madrid dışında, çanlarla,
saatlerle, ağaçlarla.
Görülürdü oradan
kurumuş yüzü Kastilya'nın
meşin bir okyanus gibi.
Evime
çiçek-evi derlerdi, sardunyalar fışkırırdı
duvarlarından çünkü:
güzel bir evdi
köpekleriyle, çocuklarıyla.
Hatırladın mı, Raul?
Rafael, hatırladın mı?
Hatırladın mı, Federico?
yerin altında,
hatırladın mı, balkonlarında o evin
Haziran ışığı çiçekler doldururdu ağzına.
Kardeşim, kardeşim!
Her şey
o kalın sesler, tezgâhların tuzu,
kabarmış ekmekler çıkaran fırın
ve heykelleriyle Argüelles pazarı
kurumuş bir mürekkep hokkasıydı sanki aldatmalar içinde:
yağ akardı kaşıklara,
ayakların, ellerin derin çarpıntısı
sokaklarda büyürdü,
metreler, litreler, temel
ölçüsü yaşamın, balık yığınları,
rüzgârgülünü bile şaşırtan
soğuk güneşiyle kiremitler,
patateslerin ince, çıldırmış beyazlığı,
domatesler yuvalanırdı denize dalga dalga.
Bir sabah tutuştu bunların hepsi,
bütün canlıları yutmak için bir sabah
fışkırdı topraktan şenlik ateşleri,
silah vardı artık,
barut vardı artık, artık kan vardı.
Haydutlar geldi uçaklarıyla,
yüzükleriyle, düşesleriyle haydutlar,
takdisler dağıtan kara keşişleriyle
haydutlar geldi gökyüzünden
çocukları öldürmek için,
çocuk kanı aktı sokaklarda
düpedüz çocukların kanı aktı.
Çakalların bile tiksindiği çakallar,
kuru çalıların bile tükürdüğü taşlar,
yılanları bile iğrendiren yılanlar!
Yüzyüze gelince bunlarla
kanını gördüm İspanya'nın,
kabarıyordu
bir onur ve bıçaklar dalgasında boğmak için sizleri!
Hain
generaller:
ölü evimi görün,
bakın paramparça İspanya'ya:
erimiş maden akıyor her evden çiçek yerine,
her çukurundan İspanya'nın
İspanya yükseliyor,
her ölü çocuktan bir tüfek fışkırıyor,
gören bir tüfek,
kurşunlar doğuyor her cinayetten,
o kurşunlar günün birinde
on ikisinden vuracak yüreğinizi.
Soracaksın: Şiiri neden
düşleri anlatmıyor, yaprakları
ve büyük yanardağlarını anayurdunun?
Gel gör kanı sokaklardaki.
Gel gör
kanı sokaklardaki.
Gel gör kanı sokaklardaki.
P.NERUDA
BARIŞ – Leylakları kana bulandı demek İspanya’nın...
PABLO – Evet... Benim Leylağım da kana bulandı ve ne tuhaftır ki Leylağımın kardeşi Mihayilos’da akan bir kandı! Leylağım, sevgilim ayni anda iki kani akitti gözlerinden! Sevgilimin yüreğine iki acıyı sapladı hainler..Ve sevgilimi de bir gece yarısı katlettiler...
BARIŞ – Nasıl yani? Leylak öldü mü?
İçeriye üstü başı dağınık, kıyafetleri yırtılmış, güzel bir kız girer…