OKAN METİN @OKAN_METIN_139

TOPRAK ANA SAVAŞ(MA) BABA

İçeriye üstü başı dağınık, kıyafetleri yırtılmış, güzel bir kız girer…

 

LEYLAK –                                            Evet! Öldüm... Yıllar oldu öleli… Yıllar oldu gözü dönmüşlerce katledileli!

BARIS –                                      Nasıl yani? Nasıl katlettiler seni?

LEYLAK –                                            Önce hayallerimi kırdılar, sevgilimi elimden aldılar. Sonra dünyamı yıktılar kardeşimi hayatımdan çaldılar. Sonra kapımı kırdılar, odama girdiler, ellerimi bağlayıp, bacaklarımı ayırdılar, bir domuza benzeyen burunlarını leylak kokan mağarama daldırıp, kurumuş duvarlarımı kokladılar. Sıraya bile gecemden rasgele, küfürler eşliğinde, aç köpekler gibi, zalimce ve haince beni benden çaldılar. Ve pantolonlarını toplayıp da arkalarını döndüklerinde, ansızın durup üzerime mermi yağdırdılar!

 

Dansçılar, Leylak’ın anlattıklarını anlatan fotoğraf kareleri oluştururlar…

Işık sönüp yandığında başka bir fotoğraf ile Leylak’ın öldürülüşünü

gösterirler…

 

BARIŞ –                                      Bu... Bu insan işi değil…

PABLO –                                               Zaten savaş insan işi değil! Zaten savaş insanca değil!

BARIŞ –                                      Peki ya kardeşin?

LEYLAK –                                   Mihayilos mu?

 

 

Askere aldılar Mihaliyos' u bir gün. 

Güzeldi, yiğitti, çalımla gitti, 

Maris ve Panayotis' le birlikte. 

"Hizaya gel" i bile öğrenemedi. 

Mırıldanıp durdu hep: " Onbaşım, 

"köyüme döneyim ne olur bırakın beni..." 

Ertesi yıl, bir hastanede, 

Konuşmadan göğe bakıyordu... 

Dikmişti sulanan gözlerini yukarı, 

Sıla özlemiyle, sessizce, 

Yalvarıyor gibi söylüyordu: 

"Evime döneyim ne olur bırakın beni..." 

Mihaliyos öldü bir gün. 

Askerler soydular onu, 

Bir çukura koydular 

Maris ve Panayotis'le birlikte. 

Toprak attılar üstüne, 

Ama ayaklarını dışarda bıraktılar: 

Boyu pek uzundu fukaranın!

 

Kostas KARYOTAKİS

(Yunanistan, 1896 – 1923)

 

 

BARIŞ –                                      İstemeye istemeye öldü demek Mihayilos?

PABLO–                                      Kim isteyerek ölür ki?

DEDE-                                                    Kimse isteyerek ölmez. Savaşa isteyerek gitse bile, isteyerek ölmez…

PABLO-                                                 Saçmalama! Savaşa isteyerek gidiyorsan, ölüme de isteyerek gidiyorsundur.

DEDE -                                         Ama yanlışlıkla da ölebilirsin savaşta!

PABLO -                                                Yanlışlıkla? Hadi canım sende… Kim yanlışlıkla ölür?

 

Mikael usulca başını uzatır…

Dansçılar, Mikael’in anlattıklarını anlata fotoğraf kareleri oluştururlar…

Işık sönüp yandığında başka bir fotoğraf ile Mikael’in öldürülüşünü gösterirler…

 

 

MİKAEL –                                   Ben… Ben yanlışlıkla öldüm.

PABLO -                                       Nasıl yani? Yanlışlıkla kendini mi vurdun?

MİKAEL -                                             Hayır. Beni kendi arkadaşlarım öldürdü, ama yanlışlıkla.

BARIŞ-                                         Nasıl oldu ki bu iş?

MİKAEL -                                             Yanlışlıkla oldu dedim ya…

PABLO -                                                Yanlışlıkla olduğunu anladık, yanlışlık nasıl oldu, onu anlamadık…

MİKAEL-                                              Aslında her şey Başmuhafız Nidar’ın karısı Roxana yüzünden geldi başıma… Benim de suçum yok değil ama Roxana o gün bana öyle manidar bakmasaydı, aylardır varlığını unuttuğum içimdeki o şeytan ( önüne bakar ) uyanmayacaktı, ben de şeytana uymayacaktım.

PABLO-                                                 Burnuma bir çapkınlık kokusu geldi… Buralarda bir çapkın mı var yoksa?

BARIŞ-                                                   Bilmem ki… Var mı? Aa!  Evet, burada bir tane var… ( Gülerler )

MİKAEL -                                    Çok komiksiniz… Anlatmıyorum işte!

BARIŞ-                                         Tamam… Devam et sen…

MİKAEL-                                              Pekâlâ… Roxana’nın bakışları günlerce gözümün önünden gitmedi. Savaş insana insanlığını bile unutturur, erkekliğini ise aklına bile getirmez. Ama Roxana’yı gören insan bombardıman altında kalsa bile dürtülür, gördüğü manzarayı aklından silemez…

PABLO-                                        O derece güzel yani?

BARIŞ-                                                   Başmuhafız Nidar, nereden bulmuş da âşık etmiş kendine Roxana’yı?     

MİKAEL-                                              Roxana savaş esiriymiş. Esir kampına gönderilecekken, Nidar Roxana’yı yanına almış. Eh! Alış o alış!

PABLO-                                        Mesaj alındı…

BARIŞ-                                         E, sonra?

MİKAEL-                                              Sonra… Sonra bir öğlen vakti Başmuhafız beni yanına çağırdı. Birkaç gereksiz sözden sonra, evine yolladı beni. Birkaç tamirat işi varmış, elektrikle ilgili… Halletmemi istedi. Ben de “Hallederim” dedim ve bir koşu evine gittim. Kapıyı Roxana açtı. Açılan kapı sonra başka kapıları da açtı. Ah!Ah! Roxana’nın bakışları ne kapılar açtı…

PABLO-                                        Yoksa seni Roxana mı öldürdü?

MİKAEL-                                     O öldürse canıma minnet… Nerde!

BARIŞ-                                         Kim öldürdü?

MİKAEL-                                     Arkadaşlarım dedim ya!

BARIŞ-                                                   Anladım… Sen evde yakalandın, Başmuhafız da seni kurşuna dizdirdi…

MİKAEL-                                              Evet: evde yakalandığım doğru, ama kurşuna dizildiğim yanlış… Söylemesi ayıp, ben tam iş üstündeyken, yani savaşın tüm stresini üzerimden atmak üzereyken dışarıdan birkaç el silah sesi geldi. Önce gayri ihtiyari irkildim tabi! Biraz sonra baktım sesler kesildi, aynen icraata devam ettim. Roxana ile bulutların üzerinde, karyola sesi eşliğinde uçarken, birden bir gürültü koptu! Başmuhafız kapının önünde “Roxana aç kapıyı diye bağırıyordu!” Hemen yerimden fırladım ve saklanacak bir yer aramaya başladım. Roxana da panik içindeydi. Beni can havli ile dolabın içine itti, kapıyı da üzerime kilitledi. Tam o esnada Başmuahfız içeriye girdi. Benim de nefesim kesildi.

BARIŞ-                                           Nefessizlikten mi öldün?

MİKAEL-                                      Hayır… Dinle biraz… Ne diyordum? Odanın içinde bir oraya, bir buraya dolanıyor “Peşimdeler, saklanmam lazım… Beni bulurlarsa öldürecekler…” diye bağırıyordu… Anladığım kadarıyla, düşman muhafızları peşindeydi. Bir an dolaptan çıkıp, Başmuhafızı düşmanlardan korumak, onunla omuz omuza çarpışmak geçti içimden. Sonra içinde bulunduğum durumu düşünüp bu fikrimden vazgeçtim.

BARIŞ-                                                   İyi etmişsin… Zaten düşmanla çarpışmak için bir silahın olması gerekir…

PABLO-                                                 A! Neden öyle diyorsun, erkeğin silahı her zaman üzerindedir… (Gülüşmeler… Mikael bozulur…)Tamam dostum, devam et…

MİKAEL -                                             Ben soluksuz dolabın içinde beklerken, birden dolabın kapağı açıldı. Başmuhafız beni çırılçıplak dolabın içinde görünce yüzü tarif edilmeyecek bir hal aldı. Düşünsenize, öldürülme korkusu ile düşmanlarınızdan kaçarken, eşinizi evinizde bir başka erkekle yakalıyorsunuz.

PABLO-                                                 Çok karmaşık duygular… Allah düşmanımın başına vermesin…

MİKAEL-                                              Ben “Tamam, artık kesin beni öldürdü” deyip gözlerimi kapadım… Hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçerken, iki el silah sesi geldi… Gözlerimi açtım, kendime baktım; ölmemiştim! Dolabın kapısı üzerime kapanmıştı, aralıktan dışarı baktım. Başmuhafız ile Roxana koyun koyuna yatmışlar sonsuz uykuya dalmışlardı. Tam kapıyı açacaktım ki düşman muhafızlarının sesi geldi… Ne konuştuklarını anlamıyordum ama odada bir şeyler aradıkları seslerinden anlaşılıyordu…

BARIŞ-                                         Yusuf yusuf olmuşsundur!

MİKAEL-                                     Anlamadım…

PABLO-                                        Ben de anlamadım…

BARIŞ-                                                   Yani bizde bir deyimdir. Çok korkmak anlamında…

MİKAEL-                                              Evet… Yusuf yusuf oldum tabi dolabın içinde… Önce Başmuhafız, ardından düşman muhafızları. Ölümün nefesi ensemde, Roxana’nın seksi kıyafetleri gözümün önünde beklemeye başladım. Birden dışarıdan birbiri ardına silah sesleri gelmeye başladı. Başmuhafızın öldürüleceğini haber alan arkadaşlarım, binanın etrafını çevirmişler, ateşe başlamışlardı. Odadaki düşman muhafızları ile bizim muhafızlar arasında sert bir çatışma çıktı. Atılan bir roket mermisi duvarı yıktı. Duvarın yıkılan kısmındaki açıklıktan, odanın için net bir şekilde gözüküyor olacak ki, düşman muhafızları dolabı duvar dibine, yıkılan yere yanaştırdılar. Dolabın aralığından baktığımda arkadaşlarımı gördüm. Savaşa birlikte geldiğim Esrafil’i, geceleri hayallerimizi paylaştığımız Adam’ı gördüm. Dolabın kapağını açıp da ateş etmeyin dememe kalmadı, ölümü gördüm…

BARIŞ-                                         Yani sen yanlışlıkla öldün…

MİKAEL-                                              Eh! Biraz! ( Sinirle…) Ama Roxana ile görülecek bir hesabım var.

PABLO-                                         Doğru tabi… Ne de olsa onun yüzünden öldün. İntikam zamanı.

MİKAEL-                                              Ne intikamı yahu. Başmuhafız yüzünden işim yarım kaldı. Aklım hala Roxana’da kaldı.

( Gülüşmeler…)

LEYLAK –                                            Gülün siz gülün… Gülün… Ama yaşanan bunca şeyin bir yok mu bir bedeli...

PABLO –                                               Bedeli var tabi? Bedelini ödedi suçlular, ödeyecekler de...

BARIŞ –                                      Ya suçsuzlar...

LEYLAK –                                            Suçlulardan diyetini alacak tüm suçsuzlar... Tıpkı amcan gibi...

BARIŞ –                                      Amcam?

PABLO –                                     Amcan… Kore’de ölen amcan...

İçeriye amca girer…