OKAN METİN @OKAN_METIN_139

TOPRAK ANA SAVAŞ(MA) BABA

Başmuhafız diğer muhafız Barış’ın önünde durur ve ona dokunur…

 

 

 

BARIŞ:                                        Barış Barış, İstanbul

BAŞMUHAFIZ:                                    Barış demek... Neden adın Barış? Savaşa gelen birinin adinin Barış olması sence saçma değil mi? Hah! Barış =peace=(

BARIŞ:                                        Savaş zaten saçma değil mi?

BAŞMUHAFIZ:                                    Saçma olması neyi değiştirir! Şu an savaş var ve sen savaştasın Barış!

BARIŞ:                                        Savaşta bir Barış!

BAŞMUHAFIZ:                           Niçin savaştasın Barış Barış?

BARIŞ:                                        Bilmem! Sen niye savaştasın?

BAŞMUHAFIZ:                                    Burada soruları ben sorarım Barış! Şimdi gevezelik etme de söyle: Niçin buradasın?

BARIŞ:                                        Bilmiyorum efendim!

BAŞMUHAFIZ:                                    Bilmiyormuş... İnanalım mı buna! ( Güler...) SakIn barış için olmasın!

BARIŞ:                                         Barış için olamaz efendim!

BAŞMUHAFIZ:                           Neden olamazmış?

BARIŞ:                                         Çünkü barış diye bir şey yoktur efendim!

BAŞMUHAFIZ:                                     Vay vay! Sen ne çok şey biliyormuşsun meğer! Barış diye bir şey yokmuş! Savaşın bittiği an barıştır, Barış!

BARIŞ:                                                   Ama savaş olmasaydı, Barış hiç olmayacaktı efendim! Yani insanlar zaten normal düzenlerinde yasayacaklardı!

BAŞMUHAFIZ:                           Yani Barış; sen barış istemiyor musun?

BARIŞ:                                                   Barış istemek için önce savaş istemek gerekir! Ben savaş istemiyorum ki barış isteyeyim efendim!

BAŞMUHAFIZ:                                    Boşa konuşuyorsun Barış! Çünkü sana sormaz kimse savasalım mı diye! Sen sadece savaşırsın! Piyonsun sen bu dünyada sadece piyon! Anlıyor musun; ahmak! Bak bir dünyaya! Bu dünyada üç bin yıldır yaşıyoruz! Ve üç bin yılın iki bin yedi yüz yetmişinde hep savaştık! Hep savaştık… Sersem! Sana mı soracaktık! Ha! Şimdi diz çök savaşın önünde! Hadi! Diz çök ve itaat et savaş edenlere!

 

 

Barış öylece durur... Diz çökmez...

 

 

 

BAŞMUHAFIZ:                                    Sana emrediyorum Barış! Pekâlâ... Şınav vaziyeti al! Başla!

 

 

Barış şınav çekmeye başlar...

 

 

BAŞMUHAFIZ:                               Evet! Dirsek temas aralığı hizaya gel! Hazır ol! İleri marş!

 

 

Muhafızlar büyük bir intizam içinde yürürler...

 

 

BAŞMUHAFIZ:                            Yürüyüş kararı sayılacak... “Savaş bir insanlık suçudur!” Say!

MUHAFIZLAR:                           Savaş bir insanlık suçudur! Savaş bir insanlık suçudur!

BAŞMUHAFIZ:                           Aferin size!

MUHAFIZLAR:                           Sağ ol!

BAŞMUHAFIZ:                           Aferin size!

MUHAFIZLAR:                           Sağ ol!

BAŞMUHAFIZ:                           Aferin size!

MUHAFIZLAR:                           Sağ ol! Sağ ol! Sağ ol!

 

 

Barış şınav çekmeye devam etmektedir...

 

 

 

BAŞMUHAFIZ / MUHAFIZLAR:

 

Başmuhafız söyler muhafızlar tekrar ederler… Bu kısım İngilizce olacak…

 

Savaş tam bir cinayet! Biz hem katil hem maktul! Savaş insanlık suçu! Biz hem suçlu hem masum! Savaş hayatin gerçeği! İstesen sev ister sevme! İnsan topraktan gelir, savaşa gider. Savaş insandan doğar, sonra mezara gider.

 

 

BAŞMUHAFIZ:                           Aferin size!

MUHAFIZLAR:                           Sağ ol!

BAŞMUHAFIZ:                           Aferin size!

MUHAFIZLAR:                           Sağ ol!

BAŞMUHAFIZ:                           Aferin size!

MUHAFIZLAR:                           Sağ ol! Sağ ol! Sağ ol!

BAŞMUHAFIZ:                           Kıt’a dur!

 

Muhafızların ayaklarını birbirine vurmasıyla birlikte çok yüksek uçak sesleri salonda duyulmaya başlar…

 

 

BAŞMUHAFIZ:                                     Savaş başlıyor! Herkes yere yatsın!

 

 

 

Herkes yere yatarken, yerde yatmakta olan Barış ayağa kalkar... Bomba efektleri… Işık efektleri ve ardından karanlık… Sessizliğin ardından müzik girer ve * savaşın doğusu ritüeli başlar. Ritüelin sonunda yine bomba efekti gelir. Sahne kararır. Nokta ışık altında Barış yatmaktadır. Kâbustan uyanırcasına aniden uyanır. Uyandığı yer boşlukta bir karanlıktır. Nerde olduğunu keşfetmeye çalışır. O esnada içeriye Barış’tan daha küçük gözüken bir adam girer… Yanına yaklaşır, omzuna dokunur…

 

 

 

DEDE –                                       Aramıza hoş geldin Barış.

BARIŞ –                                      Aranıza mı? Bir dakika... Bir dakika! Sen... Kimsin?

DEDE –                                       Ben mi? Ben senin dedenim Barış.

BARIŞ –                                      Dedem mi? Saçmalama! Sen benden küçüksün...

DEDE –                                       Evet öldüğümde senden küçüktüm, ama şimdi nerden baksan; en az yüz yetmiş yaşında varım...

BARIŞ –                                      Nasıl yani? Bu bir şaka mı?

DEDE –                                      Yaşamak şakaya gelmez! Ölüm; hiç şakaya gelmez!!!

BARIŞ –                                      Yani ben simdi... Öldüm mü?

DEDE –                                       Öldün demeyelim de, yaşamıyorsun diyelim...

BARIŞ –                                       Annem biliyor mu? Annem... Annem! Kim bilir ne çok üzülmüştür şimdi...

DEDE -                                         Annen... Annem... Annesi... Annemiz... Anneleri... Dünyanın tüm anneleri... Hepsi çok üzüldü, bir ateş altında ölüp gidince öpmeye kıyamadıkları bebekleri... Hepsi çok üzüldü ve hepsi çok düşündü...

Kimdi öldüren, kimdi ölen... Ve kimdi öldüreni ile öleni dünyaya getiren? Hani ölmek falan da değildi mesele... Mesele düşünmek de değildi ölümü, kaybetmek de değildi yarım kalacak bir ömrü... Mesele başkaydı... Anlayamadı meseleyi yaratanlar, meseleyi kendilerine mesele edenlerin, ne kadar da çok üzüldüğünü!

BARIS –                                       Yani öldüm ben ha? Yani artik bir daha göremeyeceğim annemi ha? Bir daha yiyemeyeceğim o kısık ateşte pişirdiği sakızlı muhallebiyi... Başımı göğsüne yaslayıp ağlayamayacağım demek bir daha… Vay be!

DEDE –                                         Alışacaksın evlat..Alışacaksın...Gün gelecek annen de yanına gelecek!Yine sakızlı muhallebi pişecek, yine gözyaşların annenin göğsüne düşecek...

BARIS -                                                 Biliyor musun dede... Aslında... Aslında ben daha güzel ölürdüm arka bahçede askercilik oynarken tahta tüfeğimle toprağa uzanır annemin sesiyle doğrulurdum hemen  -Çabuk kalk üstün kirlenecek hınzır!  Yerdeyim yine bak anneciğim n’olur kızma adımı çağır

 ( Sunay Akın )

 

 

İçeriye heyecanla seslenerek bir kadın girer... Kadın Almanca konuşmaktadır, Barış ise Türkçe… Kadının konuşmaları, üst yazı ile seyirciye tercüme edilir…