Özgür K. @Ozgur_K._1391

Aile'den Biri

Well, if you want to sing out, sing out

And if you want to be free, be free

'Cause there's a million things to be

You know that there are*


Hayatınızın sonunda kendinize bir şarkı armağan etmek isteseydiniz bu hangisi olurdu, hiç düşündünüz mü? Son duymak istediğiniz şarkının hikâyesi ne olurdu? Aşk, ölüm, anne, baba, dostlar, özlem, hüzün… Bir kadın mı söyleyecek bu şarkıyı yoksa bir erkek mi? Gitar mı çalacak, keman mı, piyano mu? Size kimi hatırlatacak ya da neyi? Bir çiçeği, bir insanı yoksa bir filmi mi?


Hayatınızın son gününde üzerinizde hangi kıyafetiniz olsun istersiniz? Çok severek aldığınız bluz mu? Rengini pek sevmeseniz de rahat olduğu için giydiğiniz pantolon mu? Bedeninizin o buz gibi, dağılmış hali şık görünsün mü isterdiniz yoksa? Belki sevdiğiniz birinin hediye ettiği küpeleri taksanız hoş olabilir ya da bir kolye. Peki, saçlarınız nasıl olacak? Örecek misiniz son gününüzün şerefine? Ya da dağınık mı olmalılar; tıpkı ruhunuzun ve düşüncelerinizin, kafatasınızın dışına attığı duyulmaz çığlıklar misali? Belki hiç de dağılmış değildir içiniz ve siz de tertemiz bir atkuyruğu tercih et-dersiniz, turuncu bir lastik ile toplanmış. Ama bu seçimin size sekiz yaşınızı hatırlattığını kimse bilemez; sekiz yaşındaki o kız çocuğuna duyduğunuz sevgiyi, onun unutabilme yeteneğine olan büyük hayranlığınızı.


Uyumadan önce şarkı dinlemek, pek alışık olduğum bir durum değil aslında. Zaten bu gece, sıradan bir uykuya dalmak niyetinde olduğum söylenemez.


İşte son cümle beş kere tekrar edildi ve şimdi birkaç saniyelik kapanış müziği de akıp gitti. Şarkının tekrar başlamasını istemediğim için kulaklığımı çıkardım ve yastığımın yanında, güzel bir uyku armağan ettim müzik çalarıma; beni hiç yalnız bırakmadığı için ufak bir teşekkür niyetine ortaya çıkmış bir fikir. Ne de olsa benden kurtuluyor ve artık uyuyabilir, tabii birisi benim ardımdan onu kullanmak isterse bunu engelleyemem. Ama en azından insanlar uyanana kadar vakti var.


Pencereden odaya süzülen davetsiz misafir, hem her şeyi görmemi sağlıyor hem de hiçbir şeyi görmeme izin vermiyor. İzin verdiği yalnız siluetler. Renk yok, desen yok, doku yok, yalnız siyah ve sonları. Aşık olduğu gece gibi gösteriyor her şeyi, kendisi buna tezat parıldarken gökte.


Görmesem de biliyorum şuan üzerimden kaldırdığım yumuşacık yorganın gök mavisi, altındaki çarşafın ve yastığın ise turuncu olduğunu; ama portakal değil mandalina turuncusu, benim için önemli bir detay.


Duyduğum bu düzenli nefeslerin sahiplerini de tanıyorum, odamı paylaştığım bir kız ve iki erkek arkadaşım. Her birinin tıpkı benim gibi, zaten aksi düşünülemezdi, kendi zevklerine göre renklendirilmiş yataklarda uyuduğunu da biliyorum. Mışıl mışıl uyuyorlar diyemem, çünkü uykuya dalmadan önce ne düşündüklerini bilmeme imkân yok. Belki de bu gece, hayatlarında sahip olacakları en hüzünlü uykunun kollarına teslim olmuşlardır.


Yatağımın renklerine tezat siyah pijamalarımla doğruldum ve rahat, siyah spor ayakkabılarımı geçirdim ayağıma. Arkadaşlarımı uyandırmak istemediğim için sessizce hareket etmeye çalışarak, masamın çekmecesine koyduğum minik kutuyu aldım ve arkadaşlarıma son bir kez baktım. Yaklaşık üç aydır onlarla birlikte kalıyordum ve şimdiden çok sevmiştim hepsini. Onlar eski arkadaşlardı ve bana alışmamda çok yardımcı olmuşlardı. Çok iyi kalpliler, tıpkı eski arkadaşlarım gibi. Zaten kaldığım her evde, her odada, her arkadaşıma sonsuz bir güven duyabilirim. Kimsenin birbirinden saklayacağı bir şeyi yok çünkü, kimsenin kıskanacağı bir şey yok. Herkes istediği zaman odasını, evini hatta şehrini değiştirebilirdi. İmkanlar her zaman size ulaşacağı için hiçbir şeyden korkmanıza gerek yok.


Neden buraya gelmek istediğimi tam olarak açıklayamıyorum ama eski evimde artık insanlar beni tanıyordu ve her tanıdık yüz canımı daha fazla sıkıyordu. Oda arkadaşlarım tamam ama kattaki diğer 36 kişi, binadaki diğer insanlar, psikologlar, doktorlar, aşçılar… herkesin beni tanıması ve bu depresif halime alışmış olması sinirlerimi bozuyordu. Evdeki herkes, bizi, güzel bir hayata atacağımız ilk adımlar için destekleyerek, sonsuz bir özveriyle çalışıyordu. İstediğin psikologla görüşebiliyor, rahatsız olduğun şeyleri yönetime rahatlıkla söyleyebiliyordunuz. Ama ben yine de bulamadım aradığımı hiçbir yerde, ve şimdi buradayım, yine arıyorum ne aradığımı bilmeden, ve yine bulamıyorum. Belki de bu uyum, düzen ve mutluluk için uygun değilimdir, kim bilir.


Daha fazla oyalanmamalıyım, bu yüzden çıktım odamdan. Ay ışığında rahatlıkla hareket edebiliyordum. Kütüphanenin sağ kanadına gitmeyi planladığım için direkt o taraftaki merdivenlere yöneldim. Bu sırada önünden geçtiğim her kapının ardında uyuyanları hayal edebiliyordum. Çoğu benimle yaşıttı ve aynı evlerde kalan diğer yüzlerce öğrenci gibi aynı dersliklerde ders alıyorduk. Bazıları bu ‘yeni kız’a alışamamışsa da sevgi dolu bir kucak açmışlardı.


Merdivenin önüne geldiğimde birkaç metre ilerdeki kapı duraklamama neden oldu. Şüphesiz ardımdan çok üzülecek danışmanımın odası vardı o kapının ardında. Üç numara saçları, geniş omuzları, vazgeçmediği döpiyesi ve topuklu ayakkabılarıyla, doğuştan sahip oluğu erkek bedeninde her zaman çekici görünen bir hanımefendiydi.

Görüştüğüm psikologlarla büyük bir iş birliği içinde 3 ay boyunca benim için çok çabalamıştı. Her görüşmesinde bunu gizlemeye çalışmıştı ama farkındaydım. Hayatımı bir yük olarak görmemem için elinden geleni yapmıştı. Odasına her girişimde, onunla her konuştuğumda hep şaşırıyordum hayat dolu ruhuna, mutluluğuna ve tüm öğrencileriyle paylaştığı halde tükenmeyen sevgisine. Ama onun bu güzel enerjisi bile beni değiştiremedi. Yaşadığım değişik 3 ev, sayısız arkadaş ve psikologdan sonra o da fark etmiştir hayata başka türlü bakamayacağımı. O halde bile beni sevmiş, bana sıkça zaman ayırmıştı. Zaten bu yüzden bir mektup da taşıyordum elimdeki kutunun içinde, ona yazılmış. Onu çok sevdiğimi ve mutlu olmak için doğru yolu bulduğumu söylediğim bir mektup, bir veda.


Daha fazla oyalanmadan merdivene yöneldim tekrar. Yukarıda 1 kat daha yatak odaları vardı. İki kat, toplam 80 öğrenci. Her evde olduğu gibi bizim de 10 danışman- psikoloğumuz var. Her öğrenci en az ikisi ile iletişim halinde kalıyor. Böylece yalnız hissetmeyip daima varlığını bildiğimiz insanlar oluyor. Bize doğru yolu göstermek, kendimiz olmamız için destek olan insanlar.


Bir kat indim, burada derslikler ve laboratuvarlar var. Hepsi yetenekli ve adil eğitimciler tarafından verilen dersler hepimiz tarafından dikkatle dinleniyor. Çünkü herkes istediği dersleri alıyor ve ilgiyle devam ediyor. Herkes bilimsel dersler almak zorunda değil mesela. Kimse onları zorlamıyor, çünkü hepimiz için uygun bir meslek vardır mutlaka. Zaten bir temizlik görevlisi, doktor, bahçıvan ya da fırıncı olmanız bir şey değiştirmez. Mutlaka bir evde ders vermeniz gerekir işinizi merak eden çocuklara ve diğer meslek gruplarından hiçbir zaman daha değersiz olmazsınız. Herkes aynı statüdedir. Çünkü burada ne maaş var, ne borç ne de faiz. Herkes bir şeyler üretir ve tüketir. Bu ne kadar doğalsa bunun için birbirimizden nefret etmemiz ya da birbirimizle savaşmamız da o kadar anlamsız olurdu. Maaş, borç ya da savaş gibi kavramları araştırmasam asla bilmez, ölene kadar duymazdım. Zaten şimdi de bunları öğrendiğim, geçmişi eski geçmişi araştırdığım, hüzün ve karamsarlık hastalığına kapıldığım yere, kütüphanenin Eski Dünya bölümünün tozlu, terkedilmiş raflarının arasına gidiyorum, hayatıma(ı) v(f)eda etmek için. Az önce dinlediğim şarkı da Eski Dünya arşivinden aldığım nice şarkı arasından şimdiki toplumumuza en yakın olanıydı.


Yemekhaneyi ve teknoloji katını üç nöbetçi öğretmene uyku tutmadığı için kitap okumaya indiğimi söylemek zorunda kalarak, biraz zor bir şekilde indim. Hiçbiri uykumu bölmemi onaylamamış, hepsi bu tutumdan şüphelenmişti. Bir saat içinde kontrole geleceklerine eminim şimdi ve asansörü kullanmamış olduğum için pişman oldum.


Merdivenlerden inmeye devam edersem spor salonuna, havuza, sinema odalarına, çamaşırhaneye ulaşabilir ya da ön kapıdan çıkarak Eski Dünya insanlarının cennet bahçesi diyeceği güzellikteki bahçeye çıkıp yıldızlı geceyi seyredebilirdim. Ama inatla kütüphaneye girdim.


Şimdi bitmek bilmez rafların arasında en uca ulaşmaya çalışıyorum. Uzun zamandır, eski insanların neden bu kadar acı çektiklerini araştırıyorum, anlamaya çalışıyorum. Yaptıkları, yaşadıkları, sonunda bizim için güzel bir hayat yaratmış olabilir ama kendileri, tüm yaşadıklarına nasıl göz yummuşlar?

Bitmeyen savaşlar, paylaşılamayan topraklar, adaletsizlik… Düzeni sağlamak için dinler yaratmışlar, bunlara inanmış sonra da reddetmişler; parayı bulmuş ama aslında ne kadar değersiz bir maden olduğunu unutmuş, onun kölesi olmuşlar. Hayatta kalma savaşı içinde diğer herkesi ve her şeyi unutmuşlar.


En önemlisi de aşk… Ona bile sınırlar çizmişler. Ahlak yasaları, toplumsal baskılar, beklentiler derken aşkı unutmuşlar. İşte onları yok eden aslında buydu. Sonunda insanlık birbirini katletmiş, geriye kalan bir avuç insan gerçek barışa ulaşmak için Aile’yi kurmuş. Evet, tek gezegenimiz olduğu gibi tek ülkemiz var. Dünya’da tek bir çatı altına sığmayan atalarımıza inat Aile olmuşuz. Aile’de işler hiç de eskisi gibi yürümüyor artık.


Aile’yi kuranların ilk gayesi adaletti. Adalet, barışı ve huzuru yanında getirecekti çünkü. Dünyaya gelen her çocuğa eşit imkanlar vermeye kara verdiler. Ama bir çocuk için iki öğretmen (anne ve baba- ki şanslı olanlar ikisine de sahip olabilirmiş eskiden) yetersiz gelmiş onlara.


Aile “kurumunu” toplumun bir parçası yapmak yerine toplumu ailenin bir parçası yapmışlar. Çocuklar ailede değil toplumda doğmuş. Aile’nin temel kurumları Rahimlerdir. Rahim, bireylerin genlerinin saklandığı üst düzey laboratuvarlardır. Burada bir anlamda çocuk üretimi yapılıyor diyebiliriz. Mucize çocuklar. Çünkü Eski Dünya’da birbirine ulaşması imkansız genleri taşıyabilen çocuklarımız var artık. Ayrıca kimse anne babasını tanımadığı sürece, kimse bir çocuk yetiştirme sorumluluğu ile ezilmediği sürece her şeyin daha iyi gideceği belliymiş önceden de, herkes görmeyi reddetse de. Böyle geniş bir gen havuzu, toplumun tüm bireylerini aile yaptı. Ayrıca eski dünyanın büyüük sorunlarından biri olan kanser de önlendi bu şekilde. Çünkü genler incelenmeden işlenmiyor, sağlıklı genler sağlıklı insanları oluşturuyor.


Rahimler, üç parçadan oluşan kurumlardır: Gen Havuzu ve Döllenme, 0-3 yaş, 3-7 yaş. Yedi yaşına kadar her çocuk Ailenin belli bölgelerinde birbirinin aynı Rahimlerde gözlerini dünyaya açıp ilk adımlarını atıyor, besleniyor ve büyüyorlar. 7 yaşını dolduran çocuklar eşit imkanlara sahip oldukları Evlere yerleştiriliyorlar. Bu süreç psikologlar ve görevliler tarafından takip ediliyor ve mutlak bir düzen içinde gerçekleştiriyor. Evler ise, şuan bulunduğum bina gibi, 80 öğrencinin tüm ihtiyaçlarının karşılandığı özel yapılar.


Ayrıca yönetici sınıfı Eski Dünya’da ne kadar önemliyse de burada öyle değil. Bizim için kilit nokta Rahimler ve Evler. Eğer orada huzur varsa toplumda da vardır. Eğer orada iyilik öğretiliyorsa toplum da iyidir. Bu yüzden Rahimler ve Aileler, liderlik vasfı yüksek insanlardan oluşan kurullar tarafından ve kurulların da birbirini denetlemesi ile düzeni sürdürecek biçimde yönetiliyor.


Para ile alışveriş usulü de yok. Belli bir çalışmanın karşılığında herkes ihtiyaçlarını karşılayabilir. Yetişkinler, Eski Dünya otelleri gibi odalarda kalıyorlar ve böylece birçok problem çözülüyor. Bir garson ile bir yönetici aynı ayakkabıyı giyebilir mesela. Çünkü kaliteli ürün varsa hepsi öyledir ve herkesin bunu kullanmaya hakkı vardır.


Kimse, eskiden olduğu gibi, çocuğuna bir gelecek kurmak için biriktirmiyor, çalmıyor, öldürmüyor. Kimse çocuklarına soyunun devamını gerçekleştiren tek çare, yaşlanınca kendilerine bakacak hizmetçi olarak bakmıyor. Artık insanlar gerçekten sahip oldukları özelliklere göre değerlendirilebiliyorlar, sahip oldukları yetenekleri keşfedip geliştirebiliyorlar.


Ve aşk.

Artık insanlar korkusuzca sevebiliyorlar. Özgüce. Aşk bizi ayakta ve bir arada tutuyor.


Dorian’ın parçalanmış portresi gibi şimdi bileklerim, hançerle parçalanmış bir portre gibi. Bu, yaşanamamış bütün aşklar için bir saygı duruşu. Bu, ancak atalarımın anlayabileceği bir şekilde teşekkür ediş, kurban ediliş. Bu, onlara, düzeni daha önce kuramadıkları ve kendilerine zulmettikleri için duyduğum hüznün göstergesi.

Şimdi bir göl oluşturan kanım kadar sıcak, saf ve samimi.

Siz acı çektiniz ve öldünüz. Biz, artık aşık olabiliyoruz. Sizin hatalarınızı yapmıyoruz.

İşte sahip olduğum tek şeyi, sahip olamadığınız tek şeyi, bu güzel hayat size armağanım; yanlış zamanda doğup aşkı engellenenlere, hayatı kül edilenlere, uçup gidenlere, unutulanlara, çiçeklere, ağaçlara, kuşlara, göğe, gökkuşağına…


You can do what you want

The opportunity's on

And if you find a new way

You can do it today

You can make it all true

And you can make it undo

You see,

It's easy,

You only need to know*


-2017



*If You Want to Sing Out, Sing Out, Cat STEVENS