TASARIM DÜNYAMDA HEYKEL DENEYİMİM
Merhaba ben Nisa. Görsel iletişim tasarımı bölümü ikinci sınıf öğrencisiyim. Daha doğrusu 2 bitti artık. Zaman çok hızlı geçti gerçekten. İnsan ne kadar yol kat etse bile öğrenmeye karşı aç olduğu zaman isterse 4 yılı bitirsin sanki daha hiç başlamamış gibi hissediyor. Ama aslında insanı verimliliğe iten şey de bu oluyor. Siz ne kadar çok yeni bilgiye karşı açık olursanız ve her zaman için kendinizi geliştirmeye odaklı olursanız başarılı olursunuz. Çünkü bitti artık ben her şeyi biliyorum dediğinizde kendinize katabileceğiniz birçok şeyin önünü kesmiş olursunuz.

Bundan bir önceki bloğumda şiir yazmamdan ve bunun yaratıcılığıma etkisinden bahsetmiştim. Öncelikle okumadıysanız onu okumanızı tavsiye ederim. Çünkü bu blogda o yazının en sonunda yazdığım güzel bir metinin hikayesinden bahsedeceğim. Ben birinci sınıfın sonunda yaratıcı çizim dersimiz için bir heykel yapmıştım. Tasarım okumak öyle bir durum ki ressam, heykeltraş, reklamcı, editör.. Ne varsa hepsinden bir parça koparıp sunmanız gerekiyor. Hem konulardan hem de kendinizden bir parça.. Ben o projeyi yaparken gerçekten haftalarca uğraştım. Malzemelerini bulmak için ayrı, fikri bulmak için ayrı, yapım aşamasını tamamlayabilmek için ayrı uğraştım. Size biraz o tasarımımdan bahsedeğim şimdi. Bizden el veya ayak kullanarak bir heykel tasarlamamız istendi. Ve bu heykelin sanatsal açıdan bir şeyler anlatması gerekiyordu. Materyal olarak serbesttik ancak genel anlamda o el formunu yapabilmek için sınıftakiler hep alçı veya kil kullandı. Baktığımda aslında neredeyse herkes alçı kullanmıştı. Kile göre daha kolaydı çünkü elini sokup kalıp çıkartıyorsun sadece. Ancak ben kil hamurundan yaptım ve belki günlerce uğraştım kıvrımları için. Ben yurtta kalıyorum ve benim için bu tarz projeler çok zorlayıcı oluyor. Etrafı evim gibi rahat kullanamıyorum sonuçta. Bu heykeli yaparken de her yer kil hamuru ve su olmuştu. Ara verip haftalarca yaptığım için de gerçekten temizlemek pek kolay olmuyordu. Bir büyük el iki tane de büyük kollu el yaptım. Tamamen elimle yoğurarak şekil verdim ve sonra kendime inanamadım. Heykeltraş falan olsam bu kadar olur herhalde. Şaka yapıyorum tabii ki. Ama gerçekten iyi bir iş çıktı. Tek tek vernikleyip boyama aşamaları da var tabii ki. Heykelin asıl önemli unsurları da cam parçaları ve kanlar. O cam parçaları için arkadaşımla yurdun bahçesine inip aynayı parçalamıştık ve tek tek toplamıştık. Orada bile ne kadar farklı bir iş yaptığımızı ve bölüm okuduğumuzu anladım. İnsanlar sunumdan konu çalışıp not çıkartırken ben kendi ellerimle bir yapıt oluşturuyordum ve bu çok hoşuma gidiyordu. Her ne kadar çok zor olsa da çoğu zaman ‘aklı olan güzel sanatlar okumasın’ desem de bir yandan sıradan bir şey yapmadığımız ve ürettiğimiz için çok verimli hissediyorum kendimi. Sanatçı ruhum da benimle aynı fikirde.. Heykeli anlatan yazımı bir önceki blog yazımda paylaşmıştım ancak heykeli ve projeyi anlatan bir yazı değildi şimdi asıl burada tekrar paylaşmak isterim.
Seçtiğim klasik müzik (Gnossienne: No.1 – Erik Satie) bana her dinlediğimde; hiçbir sorun yokmuş gibi yansıtılan bu dünyada aslında ne kadar içimizdeki duyguları ve düşünceleri gizlemeye çalışsak da benliğimizin sıkıştığı hissini veriyor. Öyleymiş gibi yapıyoruz ama aslında gerçek bu değil. Bazen içimizde çığlık atan o sesleri duymazdan gelmeye çalışıyoruz. Ama illaki bazı gergin anlarda içimizden süzülen bir ışık haznesine dönüşüyor ve bunu engelleyemiyoruz. Elimiz kimliğimizdir. Aynı parmak izlerimiz gibi hepimiz birbirinden farklıyız ancak insanız. Herkes hata yapabilir, herkes çaresizliğe kapılabilir. Bununla yüzleşememek ve kabullenememek, kendimizi kabul edememek demektir. Bu nedenle insanın kendisiyle verdiği savaşı anlatmaya çalıştığım bu heykelde; ortadaki eli siyaha boyama sebebim kendi karanlığımızla baş başa kalmak zorunda kaldığımızda ruhumuzun derinliklerinde hissettiğimiz boşluğun rengidir. Kollar ise gerçekliği temsil ettiği için beyaza boyanmıştır. Kollardan biri kendi içsel savaşımızı anlattığı için elinde bir sopa tutuyor, kollardan süzülen kanlar ise bu kavganın doğurduğu sonuçları ve negatifliği, kötülüğü temsil ediyor. Diğer kol ise kendimizi görebilmek, anlayabilmek için bize saf bir ayna tutuyor. O bizim yansımamız, kaçtıklarımız. Cam kırıkları ise içimizdeki düzensiz düzenin bir parçası. Pozitiflik ve saflık çok büyük de olsa çok küçük de olsa her şekilde bize etkisini gösterir ve yansır, bizi ve zihnimizi aydınlatır. Bunların bütününde kabul ettiğimiz taraf da etmediğimiz taraf da aslında her zaman iç içedir, olmak zorundadır. Bir noktada birleşir ve bizi oluşturur. İnsan budur, hayat budur.
Heykelin resimlerini ilk ve son sayfada görüyorsunuz. Benim için hem yapımında hem fikir aşamasında bu kadar katmanlı olan önemli projelerden biridir diyebiliriz artık. Ne kadar emek verip her malzemesi için bile ne kadar uğraştığımı biliyorum. Ve işin sonunda kafamdakinden bile daha güzel bir şeyi ortaya koyduğum için mutlu olmuştum. Aynı şekilde dersin hocasından da güzel dönütler almak çok değerliydi. Diyorum ya projeye ilk başlarken bir heykeltraşlık yapmadığım kalmıştı demiştim. İnsanın içinde olunca sanatın hangi dalı olursa olsun yapması gereken şey çok zorlayıcı bile olsa daha önce hiç deneyimlememişse bile içindeki o umut ve özveri sayesinde ortaya kötü bir iş çıkması çok zor zaten.

Unutmayın ki içinizdeki istekler ve hayaller bitmedikçe hayatınız daha yaşanılır bir yer olur. Ve istemediğiniz bir işi yapıyorsanız bile asıl istediğiniz şey kalbinizde ufacık bile parlıyorsa elbet bir gün ona ulaşıp doğru yolu bulursunuz..
TEŞEKKÜRLER / NİSA KARCI
Henüz hiç yorum yapılmamış.