Orion @Orion_75
Müziğin Düşündürdükleri / Müziği anlamak Milenyum Sonrası Finkelstein Yaklaşımına Farklı Bir Bakış

Müzik, enteresan bir sanat dalı. Bu sanat dalları içerisinde iletişim biçimi açısından en kolay ulaşılabilen, şaşırtıcı şekilde benimsenebilen, her ortamda paylaşıma açılabilen, haliyle de en popüler olanı da o... Anne karnında dahi müziğe tepki verebiliyoruz, hayatımızın son anında bir türkü tutturabiliyoruz, şu güce bakın !.. Bindiğimiz servisten izlediğimiz filme, tiyatroya , konsere , asansöre , mutfağımızdaki radyoya, ofisteki bilgisayarımıza , hayatımızın her alanına ve her anına girebiliyor. Bu açıdan müzik için , sanat dalları içinde tek toplumsal iletişim biçimi diyebiliriz. Bir artısı daha var , en kolay ve masrafsız, bu sebeple de en yaygın biçimde icra edilebilir olanı. Yolda yürürken bir anda sevdiğimiz melodiyi duyup dinlemeye başladığımız, o anda bizi bizden alan , herkese ulaşabilen yegane sanat dalı... İstiklal caddesinde sokak müziği yapanları hayran hayran izlediğinizi hatırlayın, onlara tempo tuttuğunuzu… Güç işte budur!

SM

Tüm bunlara rağmen, icra açısından bakacak olursak müziğin bazı handikapları var. Mekan ve zaman sınırları ile çevrilmiş belirli insanların hegamonyası altına girebiliyor, haz almayı hedeflediği için nihai olarak tüketime konu oluyor. Bu noktadan sonra işler biraz karışıyor haliyle… Keza sistem, üretken insan faaliyetlerini giderek daha dar bir ufka hapsedilmesini sağlayabiliyor. Bir çok jazz sanatçısını ekonomik kaygılarla popüler müziğe yöneltip üretkenliklerini törpüleyebiliyor. Ya da çok iyi enstrüman çalabilen bir popüler müzik yıldızının, sadece enstrümanı ile bir albüm yapmasını engelleyebiliyor. Sonuçta toplumun iletişim kapasitesindeki düşüşü içeren bir yabancılaşma çıkıyor ortaya. Sanatçı , olması gereken yerde duramıyor, bir nevi kendisini akarsuya bırakıyor ve kendi varlığı suda dağılıyor. Bu sebeple de ortaya çıkması muhtemel şaheserler doğmadan ölüyor.Bu durum müziğin bir toplumsal iletişim biçimi olarak işlevini, katılmak yerine izlemek, anlamak yerine duymak , hatta sadece işitmekle sınırlandırıyor. Haliyle müziğin üretimi ile tüketimi meta haline gelip birbirinden ayrılıyor. Müzik aynı zamanda bilim midir? Evet ! Bu sebeple , hem duygularımızı değerlendirmek, hem de onu çok yönlü anlamak gerekir. ” Bilmediği bir dilde müzik dinleyen müziksever , tatile gittiği yerde gördüğü manzaranın tadını çıkaran , dillerini bilmediği yerli halkın mimiklerini gözleyen , onları duysa da anlamayan turist gibidir. Hisseder lakin anlayamaz” diyor Otto Karolyi . Dolayısı ile müzikten haz almak, onu hissetmek önemlidir lakin yeterli değildir. Anlamak ile hissetmek arasında iki yönlü ilişki vardır, tıpkı çift yönlü kimyasal reaksiyonlar gibi. Müziği anlamak, onu daha güçlü hissetmemizi sağlarken onu hissetmek, ardındaki anlamlara ulaşmaya yöneltir bizi. Çok yönlü toplumsal yaşamın içerdiği karşıtlıklar, çelişkiler , dinamikler ile kültürel yapı arasında kuvvetli bir ilişki vardır. Önem arz eden diğer bir nokta ise, kültür ürünlerinin, ne onları üretenlerin benimsedikleri, ne de toplumda varlığını sürdüren düşüncelerden bağımsız olabileceğidir. Müzik, fikirlerin taşıyıcısıdır, bu bağlamda müziği anlamak, fikirleri anlamak ile eşdeğerdedir. Müzik yapıtları , bestecinin düşüncelerini somutlar. Bu düşünceler, bestecinin insani imgelerinin ve coşkusal yaşamının düzenlenmesinde kendilerini gösterir ve hakikidirler . Bestecinin hayatından kopmuş ve müziğine aktarılmıştır. Hissetmenin yanı sıra anlamak, gün içerisinde farklı kişisel beceriler sergilememizi sağlayacak dönüşümü hedeflediğimiz sürece , bizim için bir zorunluluktur. Anlamak , üretken insan faaliyetlerinin yeniden kazanılması ya da geliştirilmesi, uzmanlaşmanın getirdiği tek boyutluluktan kurtulabilmek için gereklidir . Ülkemizde müziği anlamanın önemi bahsinde diğer bir önemli nokta ise, sanatseverin yaşanan kültürel karmaşa sebebiyle, bir arada varlığını sürdürebilen bu denli çok müzik türü ile cebelleşmesi . Ülkemizde dinlenen müzik o denli heterojen ki ( ve bu heterojenlik ölçüsünde bir kültür zenginliği hayal edin), toplumun bağrından kopmuş , yerel aksanları bir araya toplayan güzelim halk müziği ; Bizans kalıpları üzerine otursa da, Arap ve Fars etkileri hissedilen, geçmişe özlem duyanların ifadesi olan sanat müziği ; batılı bir toplum inşa etme ve geçmişle halatları koparma dürtüsü ile tepeden emredilen, tek sesliliğimizle çelişen çok sesli müzik (keşke köy enstitülerinde mandolin yerine cura çalsaydı çocuklar) ; kültürel birikimini tamamlayamamış kitlenin hafif müziği ve arabesk, müzik pastamızın neredeyse tamamını kapsıyor. Duyduğumuz müziği hızlıca kavrayabilmek, onu dinlemeye devam edip etmeyeceğimize , dolayısı ile de keyif almamıza ya da sıkılmamıza karar vermemizi kolaylaştıracaktır. Bir öneri ; sevdiğiniz müziğin hikayesini mutlaka öğrenin. Yerli olsun, yabancı olsun, her melodinin, her şarkının, türkünün bir hikayesi vardır. Bilmediğiniz bir dilde ise şarkınız, mutlaka anlamını öğrenin. Metaforik bir şarkı olabilir, burada dikkatli olun, çeviri düzgün olmalıdır, güvenilir kaynak şart. Diğer bir önerim; kendinizde yetenek hissediyorsanız bir enstrüman çalmaya başlayın. Notalara, kalıplara uymanız gerekmez , size en güzel gelecek müzik his ve anlam bütünlüğü ile oluşuyor. Kendinizi serbest bırakın , dökülsün melodiler, notalar elinizden... Anlamları öğrenin. Sevginiz aşka dönüşebilir. Her daim aşkla kalın… Orion