Mağarada Melekler
MAĞARADA MELEKLER
1-SÜRGÜN
Nefes alıp verir miydik?Akciğerlerimiz mi vardı yoksa solungaçlarımız mı? Bir kalbimiz var mıydı? Belki bir kalbe ihtiyacımız yoktu.
O geniş,serin ağaç gölgeleri,kokuları ile mutluluk veren renk renk çiçekler ,çağıldayan pırıltılı sular bizim yerimize de nefes alıp veriyordu, biz sadece bu güzelliklerin saf ve zararsız tanıklarıyken ve bilmezken bir gün düşecekmişiz karanlıklara, karanlık ilk söylenen sözcükmüş ve ışık ondan sonra gelir biz karanlıkların etrafında dönerken karanlık bizim etrafımızda dönermiş ve su henüz yok muymuş?
Eskidendir bunun bir sürgünlük olduğunu düşünmekliğimiz ,şimdi sadece yolculuk diyoruz; böyle katlanılır oluyorsa da sürgünlük; can, eski tanıklıkları özlemekten geri durmuyor bizimki sadece bir avuntu sadece semaya bakalım çöldeki kırağıdan bıkarak üçüncü söz su üstünde uçarken Simurg adında bir olmuş kuşlardık karanlıktan gelip mavi bir düşe uçmaya çalışan adı Hayat’dır birinin düşüdür,gidip onu bulduk alıştık yaşıyoruz…
Yönlerin,yerlerin,rüzgarların mesela sam yelinin,mesela yıldızın ;zamanın,mesela salisenin ,mesela ikindinin bekçisiymişiz sağlı sollu kuzeyli güneyli.Şüphesiz ki büyük bir bilenin bildikleriymişiz.
II-MUCİZE
GÜNEŞ,mağaranın girişini gizleyen ağaççıkların ardına indiğinde kadının küçük, telaşlı ,çıplakayak adımlarla geldiğini duyardık,peşisıra bir yağmur kokusu mu gelirdi? Kaba giysilerinin altından çıkardığı bal ve ekmeği paylaşırdı bizimle içerdeki taştan beşikte uyuyan oğlunu doyurmadan önce.
BİR ÖRÜMCEK mağaranın girişini örmüştür.
DIŞARDAKİ YERYÜZÜNDE nepalm çığlıkları,yarıbeline kadar toprağa gömülmüş kadınlar, ıstavrozda çocuklar ellerinden çivilenmişler tahtalara,bir atom ateşiyle erimiş çekik gözleri bir Hiroşimalının.
ÇOCUK annesine sarılır ; kaba harmaniyeli o serin yağmura. Adına mutluluk,umut ve direniş dedik biz bu mucizeyi resmedenler adıyla ;dışarıda bütün zamanlar aynı nehirde akadursun..
KÖPEKLERE yedirilen insanlar kimin düşü?Süngülerdeki kelleler ve Roma destanları, gözbebekleri olmayan heykeller…
Zaman parçalarından birinde efsanenin adı ATEŞ’tir, mucizedir ve insanlar avlardan sonra onun başında toplanır,etlerini pişirir,ısınır ve canavarlardan korunur.biz mağarada melekler o zamanların killi,kanlı,çamurlu,kireçli ve isli resimlerinin sahiplerinin benzersiz el izlerini evrenle bütünleştirdik.Biz renkleri buldukça duvarlar yuvaya dönüştü onlar insana….Mağara hala aynı mağara ,eller birbirini çağrıştırıyor ve istekler aynı…
III-MÜJDECİ
Burada, mabudları yontulurken bir krallığın gözlerimiz nehirden gelen beyaz zambaklar kadar beyaz adamın iskeleti andıran uzun parmaklarının işaret ettiği safir göklerde adı Jüpiter’i izleyen kararlı Satürn’ün göstereceği bilinmedik büyüklükte,hissedilmedik parlaklıkta bir yıldızın doğumunu gördü.Mabutları çalıp kırıyoruz,yüksek bir dağa çıkarıp bırakıyoruz zambak tenli adam çırılçıplak bağırırken ‘Müjdelendiiik ,gölge etmeyin başka ihsan istemez,kellem altın tepside…tanıklığımız ve haberciliğimizdir…’
Zambak tenli çıplak adam bu dağları gördüğünde uçurumlar konuşuyordu ‘ onlar da Simur’un dölleri… çatlayan kabuğun altındaki cehennem taşınca Simurg’un çırpınan kanatlarının serinliği kurtardı onları ateşten,hiç ölmeyeceklermiş gibi yaşayan devlere dönüştüler,hayatı hunharca yaşadılar.Tek dilekleri vardı :Ölmemek…
O günden beri bütün zamanların güzel kadınları dans eder durur kralların esrik gözbebeklerinde ayaklarının altında kelleler ama ölümsüzlük kurban gerektirir.Büyük danslar,büyük yıkımlar.Çayırda otlayan son geyiğe varana dek avlamak gerekir.Uzun zamandır sukünetin tek yolu kandan geçer.İşte biz mağaradayken gördük,duyduk ve işittik o kadın dansedenlerden değil saklananlardandı.
Biz müjdeyi duyduğumuzda ancak manaya kavuştuk.Manada tek vücut olduk.Bir bedende hepimiz tek alevde bütün kül toplam bir dal bir sini balçık .Kadına ilk göründüğümüzde yorgun,terli ve açtık.Biz insan gibi ter,kan ve toprak kokarken o bir yağmur kadar serindi yanıbaşımızda.Sakin ve yalındı belki konuşmayı bile unutmuş .İşte bu haliyle buldu ışığı ve müjdelendi aylar sonra yıkık bir ağılda doğurduğu oğluyla.
‘Işığa aşığım
Bakın gün nasıl doğar ve
Çöl nasıl ısınır
Soğuktan soyunup…
Şüphesiz ki olaylar meydana geldikleri gibi değil anlatıldıkları halleriyle efsaneleşirler.
- IV-
GERÇEKTEN YAŞADIK
Biz onları göründükleri halleriyle değil bizim onları gördüğümüz halleriyle resmettik.Şüphesiz oğlunu çivilendiği ağaçlardan söküp alan ananın elleri,yüzü ve giysileri onun kanıyla yıkanmış,gözlerinin pınarları ise kurumuştur ağlamaktan.Adamsa bir deri bir kemiktir,tüm yaraları kutlanmış yüzüne tükürülmüş ve aşağılanmıştır.Resimlerde yara yoktur gül değmiş pembelikler körlere göz olur ve erguani giysiler içinde bir ışıktır zambak tenli adamı hangi hasta görse sağalır hastalığı bedeninden .Kadın onu alıp gelecekmiş mağaraya biz resmedecekmişiz onu herkes öldü bilirken.Şüphesiz ki bu zalimlerden bir kaçış değil bir savaştır.Adam mağarada yeniden bir çocuk olacaktır ; güzel,mucizesiz,gölgesiz ve yalın.Biz mağarada melekler…Onun güzelliğinden dilsiz,dışarıda utançtan boynunu eğmiş zambaklar.
O kadın ki her sabah eprimiş giysilerini kuşanır akşamları su,ekmek,bal ve sütle döner,bizi oğlundan ayırmaksızın besler,severdi.
Bir akşamüstüydü, ısırgan bir soğuk,kızıl tepelere inen uzak bir güneş vardı korunmuş bir gölgeydi kadın titreyen bir mum alevi gibi girdi içeri yığılıp kaldı ve peşinde başka kızgın, kahverengi,taşlı sopalı alıcı gölgeler.
‘Bu kadın , bir hırsız, bozguncu ve fahişedir.O’nu bize verin!’
Sonra dedi ki mağarada yaralı adam çivilenmiş kanlar süzülen ellerini gökyüzüne kaldırarak:
‘Aranızda varsa eğer tek bir günahsız ilk taşı o atsın’
Yürüyen bir ölüydü ya da yarısı ölmüş bir canlı yahut bir hayal; öldüğü zannedilen birine dair.
Dehşet saçmaya hazırlanmış ellerde taşlar parça parça olmuştu.
‘Kimsiniz?’diye sordular.
‘Mağaradaki melekler..’dedik.
Geldikleri gibi gittiler.
Geceyi suskun geçirdik.Son çıramız da sönerken ateşin nazlı çırpınışlarında gördük dallarında bülbüllerin çığıldadığı ağaçlarla kaplı vadileri deniz meltemlerine esir bir dağ.Kaf, Ararat, Olimpos veya Himalaya .Bilmediğimiz ama tanıdığımız bir yer,duvardaki son resim.
Ateş söndü,sabah oldu.Geniş abasına sarınan kadın ekmeğini yine bizimle paylaştı ,oğlunu sırtladı,birkaç parça eşyayı toplayıp yola koyulduk.
Göz kamaştırıcı bir gündü.Bir rüzgar kadının siyah düz saçlarını tel tel sevdi.
Huzurlu ve şaşkın göç ettik.Çöle kar yağmıştı….
Murat Kalfa
Henüz hiç yorum yapılmamış.