Warrior @Warrior35

Simurg’a Yolculuk

Simurg’a Yolculuk 

Serin yaz akşamı rüzgarı içini hafifçe ürpertti.Dağdan topladığı birkaç çalı parçasını yanmakta olan şömine ateşine attı.Bir dağ kulübesindeydi dağcı.Bu kulübede elektrik yoktu.Isınmak için eski bir şömine ve aydınlanmak için bir parça mum… 
Yazın ilk günleri olmasına rağmen yaklaşık 1000 m’lik rakımda olduğundan geceler hala serindi.Yine de temiz havadan vazgeçememiş olmasından, bir taraftan şöminede ısınırken bir taraftan da pencereyi açmıştı , dağcı. Terkedilmiş bir dağ kulübesiydi burası.Avcılar geceleri kalmak için ortak olarak kullanırdı burayı.Ne zaman şehirde canı sıkılsa bu kulübeye gelirdi. Bazen birkaç avcıyla beraber kalırlardı burada.Bazen de başka dağcılar geceyi bu kulübede geçirirdi.Ama bu akşam bir kelebek kadar özgür ve bir mayıs sineği kadar yalnızdı. 
Sol tarafındaki masada erirken odayı aydınlatan mum hafifçe titredi.Serin yaz rüzgarı camdan ılık ılık içeri eserken , dağdan mis gibi oksijeni taşıyordu dağ kulübesinin içine.Mumun arkasında kalan camdan şehre doğru baktı dağcı.Canını yakan şehir ayaklarının altında ışıyordu adeta.Buram buram ıhlamur kokan sokaklar çok uzaktaydı şimdi. Burdan ne kadar küçük görünüyordu her şey.Belki de bu yüzden bu kulübeyi seviyordu.Canını yakan her şey anlamsız, ondan küçük ve ayaklarının altında hissettiriyordu bu kulübedeyken. 
Ilık yaz rüzgarına kapılan bir kelebek camdan süzülen şöminenin hafif ısıttığı havadan olsa gerek birden dağ kulübesine girdi.Mumun etrafında birkaç tur attıktan sonra masanın üzerine kondu.Hemen ardından bir mayıs sineği camdan içeri girdi ve kelebeğin konduğu yere yakın bir yerde masanın üzerine konuşlandı.Biraz öncesine kadar yalnızlıktan garip bir keyif duyan dağcı , bu iki davetsiz misafirin gelişiyle birlikte garip bir mutluluk hissetti içinde. 
Kelebek ve mayıs sineğinin birbirleriyle konuştuğunu hayal etti bir an.Mayıs sineği lafa girdi: 
-Ömrünün çok kısa olduğunu duydum.Sence bu hayatta amaç ne? Bu kadar kısa bir ömürde ne yapmak isterdin ? diye sordu mayıs sineği. 
Kelebek cevap verdi. 
-Kozadan daha bugün çıktım.Çok güzel bir gündü bugün.Kırlarda özgürce uçarken Güneş’in sıcaklığını kanatlarımda hissettim.Bu bana yeter.Başka anlam aramıyorum.Yarına çıkacağımı dahi bilmiyorum.”Hayat bir gündür, o da bugündür” Ben bugünü doyasıya yaşadım.Hep “AN” ‘dayım , anda kalıp özgürce uçmayı seviyorum.Benim için anlam bu.Peki ya senin için hayatın anlamı nedir ? Lakabının birgünlük olduğunu duymuştum…
 Mayıs sineği söze girdi : 
-Ömrümün yaklaşık % 99‘u suda larva olarak geçer.Larvadan çıktıktan sonra benim ömrümün kalanı yaklaşık bir gündür.Eşimi bulur çiftleşir ve hayata veda ederim.Dişilerimizse larvalarını suya bırakıp , erkeklerini takip eder.Yaklaşık 8000 larvadan şanslı olanlar bir yıl kadar sonra 1 gün nefes alabilmek için gözlerini dünyaya açar.Öyle bir yükümüz de yoktur hani dünyaya.Hiç bir şey yemeyiz o bir gün boyunca.Larvayken alglerden aldığımız besin bize yeter de artar.İçimizi hava ile doldurur , uçmaya hazır hale geliriz.Sonra da şanslı olanlarımız bir gün yaşar.Ama biz hep sadakatle anılırız.Ömrümüz boyunca sadece bir tek eşimiz olur! Bunun için tüm böcekler bize imrenir.Hayatıma minnettarım.Ama yine de daha uzun yaşama şansım olsa “Simurg” ile tanışmak isterdim ölmeden önce… 
Dağcının gözü birden camdan hızlıca içeri süzülen pervane böceğine takıldı.Pervane mumun cazibesine kapılmış gibi etrafında dönmeye başladı.Bu kez pervane söze girdi: 
-Simurg’u görmek için benim kılavuz olarak Süleyman’ın Hüthüt kuşuna ihtiyacım yok. [1] İşte benim Simurg’um tam burada , adıma yakışır şekilde onun etrafında dönüyorum. 
Kelebek ve mayıs sineği şaşkın şaşkın birbirlerine baktı.Mayıs sineği söze girdi: 
-Aman pervane kardeş ! Mumdan hiç Simurg olur mu ? Sakın aldanmayasın onun letafetine ve timsah gözyaşlarına.Fazla yaklaşma yoksa kendi gibi seni de yakar ! Aşkta adımızın sadakatle anılmasına misilleme mi yapmak istiyorsun yoksa ? Kahraman olmaya çalışırken kendini yakmayasın… 
Mayıs sineğinin ardından kelebek söze girdi : 
-Mayıs sineği doğru söylüyor.Senin ömrün bizden daha uzun.Keşke benim ömrüm de seninki kadar uzun olsaydı da Güneş’in sıcaklığını hergün kanatlarımda hissetseydim…Hem sonra sen yanarsan kum zambakları ne yapar ? [2] Ne yapay olarak ne de kendi kendine kum zambakları tozlaşamaz biliyorsun.Onların üreyebilmeleri sadece pervane sayesinde mümkün.Kendini düşünmüyorsan kum zambaklarını düşün…Etrafında ne kadar dönsen de boş.Padişahların divanında yer bulur hem o mum.Sana mı kıymet verecek sanırsın ? 
Ne derlerse desinler nafileydi.Od düşmüştü bir kere canana…Ateş önce hep sevilene düşerdi , sonra da sevene… 
-Muma ne benim aşkımdan diye gürledi pervane ! İbrahim’in sesi geliyordu sanki mumun derinliklerinden.”Nemrut’un ateşi bile yakamadı seveni.Ateş gülbahçesi, odunlar balık olur seven için.Korkma uç Simurg’una “ Ve pervane muma doğru bir sorti yaptı.Hafifçe yanan kanadının ucu tatlı bir zevk verdi pervaneye.[3] Ne kadar can yaksa da bir kez tadınca mümkün müydü aşktan vazgeçmek…Nuh seslendi pervaneye mumun derinliklerinden : “Allah’ım mağlup oldum” Ve pervane her şeyinden vazgeçip daldı mumun içine.Yoklukta var oldu artık pervane.Mağlup olmuştu mumun cazibesine. 
Kelebek ve mayıssineği şoktaydı.Mayıssineği muma dönerek : 
-Beğendin mi yaptığını.Hem kendini hem onu yaktın.Dök bakalım şimdi timsah gözyaşlarını. Bakalım yananı geri getirebilecek misin ? 
Zaman geçtikçe eriyen mum boynunu ekin misali yere eğmeye başlamıştı sanki.Bu kez mum söze girdi: 
-Beni bari siz anlayın.Nasıl gizli gizli gözyaşı döktüğümü görmez misiniz ? Ben severim ama gizli severim . Pervaneyi yakan ateş önce bana düştü de dilim mühürlendi. O ateş beni yaka yaka eritir de hem yanar hem aydınlatırım…
 
 
-Ama pervane kadar yüreğin yok diye gürledi kelebek ! Yüreği olmayanları aşk senin gibi yavaş yavaş yaka yaka bitirir.Madem yüreğin yok ne diye başkoyarsın bu yola ! 
Dağcının gözleri dumana karışan pervaneden , ayaklarının altındaki şehre kaydı.Birden böcek kadar yüreği olmayanları hatırladı.Yeter diye bağırarak masaya bir yumruk attı.Yumruğun şiddetinden mi, yoksa mum devrildi diye odanın dağ karanlığına bürünmesinden mi bilinmez hem kelebek hem de mayıs sineği camdan dışarı kaçıp ömrünün son demlerini yaşamak için kendilerini ılık yaz rüzgarının kollarına teslim etti. 
-Hiç birinizin aşktan haberi yok diye bağırdı dağcı.Ne anı yaşamak ne sadece sadakat , ne mum kadar korkaklık ne de pervane kadar cüretkarlıktır aşk.Ne böcek kadar yüreği olmayanların diline pelesenk edilmesine ihtiyaç duyar ne de devlet sırrı gibi mezara gömülmeye ihtiyacı vardır aşkın.Ferhat dağları deler, Mecnun çölleri aşar da yine de her hayatta aynı şeyler yaşanır.Dervişler ayırmaksızın çağırır , Hayyam’ın dizeleri arşa karışır da yine de vakti gelince hiçbir dil dönmez onu anlatmaya.Aslında her gönülde zaten vardır da Simurg misali aynası kendine gösterilene kadar herkes başka yerde arar…Gönlünüzdekinin kıymetini bilin ! Zerzavatçı , hurdacı bağırır da kuyumcu,antikacı bağırmaz.Çünkü elindekinin kıymetini bilir.Aşkı arıyorsanız önce kendinizi bulun ! O zaten orda !Dağcı bu sözleri söylemeye hakkı olduğunu düşünüyordu.İki ruh eşinin başkasıyla düğününü gören kaç kişi vardı ki bu dünyada… 
Yüzünü şehre döndü.Biraz önce serin yaz rüzgarına karışan kelebek ve mayıs sineğine mi yoksa ayaklarının altında can çekişen şehre mi söyledi bilinmez , şömine ateşine tekrar dalıp gitmeden önce şu sözler döküldü dudaklarından : 
Kendi gönlünüzün kuyumcusu olamadıkça, başka pervanelerin hikayelerinde hüthüt kuşları size kılavuzluk etmeye devam edecektir.Ta ki simurg yolunda kendi aynanız size gösterilene kadar… 
2 şubat 2014 
[1] 
 
 
[3] 

3

Henüz hiç yorum yapılmamış.