Sümeyra @Sumeyra_3546

BASKICI DEVLETLER VE SANAT

BASKICI DEVLETLERİN SANAT ESERLERİ VE SANATÇILAR ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

Aslında bu etkilerden bir önceki başlıkta biraz bahsettim diyebilirim. Burada değinmek istediğim kısım ise sanatçıların bu söz konusu etkilere karşı verdikleri tepkiler. bu tepkiler ise üç şekilde ortaya çıkıyor: karşı duruş (direnme), propaganda aracı olmayı kabul etme, sansür ve otosansürü kabüllenme.
Sanatçılar ve eserleri üzerinde devlet tarafından bir baskı olduğu gerçeğini yaptığım temellendirmeleri göz önünde bulundurduğumuzda kabul edebiliriz. Bu baskıcı etkilere karşı sanatçının eseriyle hangi türden bir tepki vereceğini yine sanatçının kendisi belirler (zorla yaptırım durumlarının dışında). Ve aslında ortaya konulması karar verilen tepkiden sonra sanat eserinin durumu ortaya çıkar. Öyleki verilen kararla sanat eseri statüsünden bir kültür ürünü olma durumuna, metalaşma durumuna düşebilir. Bu durumun oluşmasında ve gelişmesinde toplumun verilen tepkiyi nasıl yorumladığının ve değerlendiğinin etkisi de göz ardı edilemez.

BİR TEPKİ OLARAK PROPAGANDA:
Tepki kelimesinin sadece ‘karşı duruş’ durumları için kullanıldığı yanılgısını gözler önüne sermek için bir tepki olarak propagandayı öne sürebiliriz. Propaganda kelime anlamı olarak: “Bir öğretiyi, düşünceyi, inancı, siyasayı vb. başkalarına tanıtmak, benimsetmek, yaymak ereğiyle sözle, yazıyla ve benzeri türlü araçlarla, yollarla gerçekleştirilen her türlü çalışma.” ibareleri ile açıklanır. Propagandanın benim ele alacağım tarafı ise iktidar lehine kullanılan tarafıdır. Bu durumda propaganda söz konusu olan iktidara pekala bir olumsuz tepki değildir. Aksine zaten bir nevi mevcut iktidarın elinden çıkan kendi etkisine karşı oluşturduğu ideoloji sınırlarının dışına çıkmayan, çıkarlar bakımından iktidarla aynı tarafta bulunan bir tepkidir. Bir tepki olarak propaganda adeta iktidarın kendi yarattığı olumsuz koşullara, etkilere karşı oluşturduğu bir savunma mekanizmasıdır.
Bir tepki olarak propaganda ‘rıza üretimi’ adıyla I.Dünya Savaşı’ndan itibaren anılmaya başlanmıştır. Propaganda aracı olarak kullanılan ‘sanat eserlerini’ Hitler Almanya’sında daha çok ve daha etkili bir şekilde görmeye başlarız. Öyleki Hitler de propagandayı etkili kullanabilme yeteneği ile iktidara geldiğini ve iktidarın sürekliliği için de propagandanın vazgeçilmez bir unsur olduğunu söylüyordu. Bu düşüncelerini gerçekleştirmek için yönetmen olan Leni Riefenstahl’dan İnancın Zaferi (Sieg des Glaubens, 1933), İradenin Zaferi (Triumph des Willens, 1934), Özgürlük Günü: Ordumuz (Tag der Freiheit: Unsere Wehrmacht, 1935) adlarında o savaş günlerinde Almanya’nın, Hitler Almanya’sının içinde bulunduğu durumla nasıl başa çıktığı ve Hitler’in bu durumu nasıl idare ettiği ile alakalı yüceliğini anlatan filmler çekmesini ister. Geçmişe bakıldığında bu propaganda uygulamalarının o dönemde başarılı olduğu yadsınamaz. Hitler sadece sinema değil sanatın birçok dalıyla da bunu yapmayı başarmıştır. Örneğin;



an image of...
Hubert Lanzinger, Bayrak Taşıyıcı: 1933

Tabi o dönemde tepki olarak propaganda araçları üretilirken bir tepki olarak direnme de kendini göstermiştir hem eylemlerde hem de sanat eserlerinde;

an image of...

“Marc Chagall’ın 1938 tarihli “Beyaz Çarmıha Geriliş” isimli eseri. Bu çalışma İsa’yı Yahudi bir şehit olarak göstererek 1930’larda Avrupa’da Yahudilerin yaşadığı acıya ve işkenceye dikkat çeker.”

BİR TEPKİ OLARAK DİRENÇ:
Bir devlet tarafından yapılan baskıya karşı verilecek en yerinde tepki dirençtir bana kalırsa. Tabi bunun bedelinin olacağının bilincinde olup direncin şiddetini ayarlamak gerekir. Düşününce İran’da devlet baskısına karşı gösterilecek tepki ile (her ne kadar sanat bağlamında olsa da) 1. Dünya ülkelerinden birinde devlet baskısına karşı gösterilecek tepkinin dozajları farklıdır. Buna en uygun olan örnek sanırsam İranlı yönetmen Jafar Panahi’nin devletinin onu kısıtlamalarına karşı gösterdiği tepkidir. Jafar Panahi devletin ideolojisine ‘ayak uydurmayan’ filmler çektiği iddiası ile 20 yıl film çekme yasağı ve 6 yıl hapis cezası almıştır. Bir sanatçının yaratma gücünü eyleme dökmesi engellenmiştir bir nevi. Bu durumda bir etkiye karşı bir tepki gerekir doğal olarak. Ve Jafar Panahi bu tepkisini içinde direnç barındıran sanatı yoluyla gerçekleştirmiştir. 20 yıl film çekmeme yasağının ardından Jafar Panahi hem bu yargıya tepki göstermek hem de kendi sanatsal yaratım gücünü dışa aktarmak için yarı kurgu yarı belgesel olan This Is Not A Film adında bir film çeker. Filmde kendisinin İran devleti tarafından yargılanış sürecinden sonraki kısa bir zaman dilimi gösterilir. Film boyunca Panahi evindedir, bir gelişme olup olmadığını öğrenmek için avukatıyla konuşur, sinema sektöründeki arkadaşlarından birisini evine çağırır ve onla da konuşur ve Panahi’nin sinema yapmaktaki ihtiyacı seyirciye gösterilir. Genel olarak filmde Panahi’nin bu yargıya karşı gösterdiği tepkiyi ve bir sanatçı olarak yaratma zorunluluğu hissini görürüz. Panahi’nin görmemizi istediği şey de tam olarak budur. Bu baskının sanatçı üzerindeki etkisi… Ve doğal olarak filmi izlerken de söz konusu olan devlet baskısının sanat eseri üzerindeki etkisini de görürüz. Sadece etkisini değil aslında devlet baskısının bir sanat eserini ortaya çıkarma sürecini görürüz. Zira bu filmin oluşmasını sağlayan o baskıdır. Yalnız Panahi elindeki bu yarı belgesel yarı kurgu filmi İran’da gösterime sokamayacağını biliyordur ve bu direnç barındıran tepkisinin daha fazla insan tarafından görülmesi gerekiyordur. Bu yüzden İran devletinin baskısı altında yaşayan bir sanatçı olarak cesaret gerektiren bir direnç gösterir. Filmin kopyasını flash bellekle bir pastanın içinde ülkeden çıkarır ve Cannes Film Festivali’ne gönderir. Ve direnci umduğu gibi tüm dünyaya yayılır. İşte bu, bir sanat eserindeki direncin en saf halidir.
Tepki olarak gösterilen dirence verilecek birçok örnek vardır, özellikle 20. ve 21. yüzyıldan. Bir diğer önemli örnek ise Hitchcock’un Psycho adlı filmin o kült banyo sahnesidir. Filmin çekildiği dönemler olan 60’larda sinema alanında ciddi bir sansür krizi vardır. Öyle ki filmlerde klozet bile gösterilemez. Hitchcock ise bu baskının altında sanatını gerçekleştirecek alternatif yollar seçmiştir. Panahi’nin tepkisi gibi doğrudan ve baş kaldıran bir nitelikte değildir belki ama bu sansür baskısının altında bir sanat eseri ortaya koymak bile başlı başına bir dirençtir. Kanın, çıplak insan vücudunun ve klozetinin bile ‘haddinden fazla’ gösterilmesinin yasak olduğu bir yerde ve bir zamanda Psycho filmindeki o meşhur cinayet sahnesini çekmeyi başarmıştır ve ortaya sadece sansürden sıyrılmanın sonucu olan bir eser değil, sanatsal değerini de ortaya koyan bir eser çıkmıştır. Bilhassa gösterdiği dirençle sanatsal değeri artan bir eser…
Bahsetmek istediğim son eser ise Daniel Richter’in Tarifa adlı tablosu.

an image of...
Daniel Richter, Tarifa: 2001

Parlak renklerle resmedilmiş ‘ideal’ insandan daha uzak görünen, adeta uzaylıları anımsatan insanlar… Bir denizin üzerindeki şişme bir botla kaçmaya veyahut kurtulmaya çalışan göçmenler… Bu resmi ortaya çıkaran biziz tıpkı Picasso’ya Guernica’yı ortaya çıkarmasında ilham olduğumuz gibi. Yani “Tarifa bugünün Guernica’sıdır.” Tarifa 2001 yılında boyanmış olmasına rağmen günümüz mülteci krizinin şaşırtıcı ve ileri görüşlü bir sembolünü sunarak, günümüzde tüm dünyadaki vatandaşların siyasi ve ahlaki yaşamlarının yıkıcı ve yozlaştırıcı meselelerini gösteriyor. Tüm dünyanın görmezden geldiği meselelerin ve insanların aslında uzaylılar kadar ve kullanılan parlak renkler kadar dikkat çektiğini ve ayan beyan ortada olduğunu gösteriyor. Üstelik 2001’de bu durum henüz günümüzdeki kadar ciddi bir durumda olmadığı halde bunu gösterebiliyor. Bu tablo ile alakalı okuduğum yazıda bu durum şöyle açılanır: “Tarifa'nın şu anki sorunlarımıza doğrudan bir yanıt olduğunu iddia etmek anakronizm olurdu, ancak Picasso'nun Guernica için söyledikleri burada da geçerlidir.
Bir resim düşünülmez sanatçının içine önceden yerleşir. Yapılırken, kişinin düşünceleri değiştikçe değişir. Ve bittiğinde, ona kimin baktığının zihninin durumuna göre değişmeye devam eder.”
Projemin başlarında söz ettiğim her sanat eserinin içinde barındırdığı direnç budur. Kiminde daha gözler önünde olur, kimisinde ise direnci görmek veyahut hissetmek için sanat eserinin ya da sanatçının hikayesine aşina olmamız gerekir. Bazen de bazılarındaki direnci sadece sanat eserinin sahibi sanatçı görür, bilir ve hisseder. Öyle ya da böyle her sanat eseri -bireysel veya kolektif olsun- içinde bir direnç barındırır.


KAYNAKÇA
1- Gilles Deleuze, Yaratıcı Eylem Nedir? (1987)
2- Hitler Almanyası’nda Sanat ve Propaganda, Arş. Gör. Sibel Uçkaç Altun
3- Sanat Özgürlüğü, Bilge Bingöl
4- Daniel Richter’s is Today’s Guernica, Kyla Copas

7

Henüz hiç yorum yapılmamış.

Yorum yazmak için giriş yapmanız gerekli