ugurr @ugurr_296
Cumhuriyetin ilk yılları.. Elazığ'ın merkez köylerinden biri, ismi lazım değil ancak yolu lazım. O da yok. Köylüler yayan gidip geliyorlar şehre. Belki de bu yüzden eski'ler kuvvetli oluyordur.. Her şehre gidişlerinde onlarca kilometre yolu yurumeleri, elde orak tepede güneş akşama kadar tarla bahçe çalışmaları, bunu yaparken çocuk büyütmeleri, ev kurmaları, düğün yapmaları, yani hem zaruri hem örfi tüm ameliyeleri hakkıyla yapmaları eski insanları 'başka' yapıyor olabilir. Biz, onların yaptığı işlerin sadece birini yapsak canımız çıkıyor. Genlerimiz, çevremiz, zamanımız ya da teknolojimiz değişti elbette. Ama hepimiz aynı biyolojik donanımla geldiğimiz dünyada, geride ne iz bıraktığımızdan mesul hissetmiyoruz. Kızılderili deyip geçtiğimiz insanlar arasındaki yaygın bir inanıșa göre, bir Kızılderili kendinden sonra dünyaya gelecek 6 kuşağa karşı kendini sorumlu hissedermiș, dünyayı o kuşaklar için yaşanılır bir yer kılabilmek ve o kuşaklara güzel bir gelecek bırakabilmek için çalışırlarmıș. Peki ya, Elazığ'ın merkez köyünde, anacığının kucağında zangır zangır ağlayan bebeği sizce nasıl bir kuşak bilinci bekliyordu? Elbetteki onu bekleyen şey, kuşak bilinci değildi, olsa olsa kursak bilinci bekliyordu onu. Açlık, kırk yorgan örtülen mideye bile beladır, uyutmaz, yaşatmaz, zordur açlık. İşte açlık belasına düşmüş, kursak davasına girişmiş bu ailenin içine doğan kara kuru bebeğimiz, hikayemizdeki Memur'dan başkası değildi! Ah Memur, ismini bile bilmeyiz, ama seni ne yakından tanırız. Kaşe vura vura kararan parmaklarından tanırız seni. Hastane kadar sevimsizdir bize senin çalıştığın o binalar. Gelmek istemeyiz, gelsek, bir an evvel çıkmak isteriz. Sizde böyle istersiniz, biliriz. Akşama kadar kağıttan dünyaları yer bitirirsiniz, bir de biz gelip o dünyaların göğünde kara bulutlar oluruz. Haydi sevgili okur, Memur'un bebekliğini, is yaşamını bildirdik, anlattık, gösterdik. O halde zamanda yolculuğu bırakalımda, muhabbete dahil olalım.. Bakınız, ne anlatıyor kem sözleriyle dümenbaz Kemal bey..