ugurr @ugurr_296
Farkettiniz mi acaba, saat gece yarısına gelirken kelimeler parmaklarımdan fışkırıyor sanki; tabii fışkırmak eyleminin yarattığı his her zaman güzel değildir, hele ki siz kıymetli okurların dimağlarına sunulacaksa bu kelimeler, usturuplu olmalılar, özenli ve seçilmiş olmalılar. Madem öyle, Memur evinin mutfağına usulca girip çıkalım, çok kalmayalım, salonda vaziyet karışık. Fırının hemen önünde iki tepsi kurabiye, beyaz renkte olanı tuzlu olsa gerek. 4 kişilik olmasına karşın etrafı 6 sandalyeyle çevrili garibim plastik masa ise fırından çıkan bu güzelliklerin servis tabaklarını taşıyor, bacakları titreye titreye. Öyledir Memur evleri, hangi eşya olursa olsun en az yirmi yıllık geçmişleri olur, yaşlanırlar o evde, kiradan kiraya ev değiştirirler ama kendileri hiç değiştiril(e)mezler. Emektar mutfak masasına yeterince acıdıysak, neymiş bu yanan şey ona bakalım bir. Aaaa... yok artık! Çaydanlık kapkara olmuş! Koca mutfakta yanıcı delici kesici onca alet edevat varken çaydanlık nasıl yanar a be kuzum, demeyiniz, zira insan şaşan bir varlıktır. Şaşkın bir anına denk geldi mi neler yapar neler. Çaydanlık ki çeyiz bohçasından beri bu ailenin boğazına bakardı, bu gece yandı. Şebi arus desek değil, bu daha çok iş kazası. Her gün cayır cayır alevler arasına girip ekmeğini arayan ağır sanayi emektarları kadar emektardı işte bizim çaydanlık. Çaydanlık sapının, hani şu plastik tutmacın yandığında çıkardığı kokuyu bilir misin ey okur. Hah işte, Kemal Bey iyi bildi, aklına kazındı. Ama yine de emelinden vazgeçmedi. Memur beyi ziyaret etmesi hepten dümendi. Hayatı gibi, oturuşu kalkışı gibi, dudağının ucuna filketeyle tutturduğu o soluk gülümseme gibi dümendi.