Türk Gencinin Topluma Ulaşma ve Anadolu'yu Tanıma Sorumluluğu
Türkiye Cumhuriyeti’nin belki de en önemli seçimini geride bıraktık. Ülkenin 13. Cumhurbaşkanı %52 alarak Recep Tayyip Erdoğan seçilirken muhalefetin adayı olan Kemal Kılıçdaroğlu %47 alarak seçimi kaybetti. Bu seçimde aynı zamanda ülkenin yarı yarıya fikir ayrılığı yaşadığını bizlere gösteriyor. Seçimin nasıl kazanıldığı ve nasıl kaybedildiğinden ziyade bugün sizlere daha farklı bir konuyla gelmeyi tercih ettim. Sosyal Medya’da muhakkak ki görmüşsünüzdür. Deprem bölgesinden AK Parti’ye fazla oy çıktığı için o bölgedeki insanlara hakaret edenler, Şanlıurfa’da işçinin çadırını su basmasını “kader” diyerek geçiştiren sosyal medya kullanıcıları… Bugün sizlerle seçim kazanmanın farklı bir yoluna götüreceğim.
Türk insanı, tahmin ediyorum ki, yaradılışından beri politize* olmuş durumdadır. Yani, istesek de istemesek de Türkiye sınırları içerisinde hepimiz coğrafyamızın kültürel ve doğal her bir parçasına hâkim olmak zorundayız. Sadece yaşadığımız coğrafyayı da değil… Batımızda bulunan Balkan kültürünü, kuzeyimizdeki Slav kültürünü, doğumuzdaki Arap, Fars ve Kürt kültürünü, Akdeniz ve Ege kültürlerini… kısacası konumu nedeni ile birçok kültüre hâkim olmak zorundayız. Çünkü politize olmuş bir toplumda ancak maruz kaldığımız her kültürü tanıyarak doğru bir yol haritası çizebiliriz. O yüzden kendimize ilk sormamız gereken soru “Yaşadığım coğrafyanın kültürünü ne kadar biliyorum?” sorusu olmalıdır.
Yaşadığımız milenyum çağında insanlar küreselleşme sebebiyle birçok kültüre aynı anda dokunma şansını yakalamışlardır. Bugün TikTok’da Hindistan sokaklarında bir adamın ne tarz yemekler yapabildiğinden tutun da Amerika’da bir 3.lig futbolcusunun Texas’taki alışveriş listesine kadar her şeyi öğrenebiliyoruz. İşte bu kadar büyük bir kültür çemberi içerisinde ne yazık ki kendi kültürümüzü ve değerlerimizi görmezden gelip ikinci sıraya hatta daha da gerilere atabiliyoruz. Oysa Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi “…milli değerlerden kopan bir toplum, köksüz ve kimliksiz bir hâle gelir.” Bir toplumu parçalamanın en kolay yolu o toplumun kültürünü yok etmektir. Hatta Türk İmparatorluğunu Yok Etmek İçin 100 Proje kitabında çoğunlukla Osmanlı İmparatorluğunu yıkmak için savaşların, baskınların yanı sıra kültürel saldırı planlarına da yer verilmiştir. Bir ülkenin içerisinde insanları birbirinden koparmak, birbirlerinin kültüründen uzaklaştırmaktan geçiyor kısacası. Bugün, Akdeniz ve Marmara bölgesine bakan, kıyı şehirlerimizin ülkenin geri kalanından daha kopuk olduğunu yüzünü Batıya dönerken sırtını Anadolu’ya çevirmesi kendi içimizdeki ayrılıkların başında gelir. Bir taraf gerici ve yobaz söylemleriyle suçlanırken öteki taraf ajan, kâfir, hain, hatta terörist olarak anılır. Kültürel kopmanın başlangıcı işte bu şekildedir.
Türk siyasetindeki kutuplaştırma meşrutiyete (belki de daha gerisine) kadar dayanmaktadır. Libya’da (Trablusgarp ve Bingazi) şeyhler meşrutiyeti tanımak istememiş, meşrutiyet savunucularını kafirlikle, imparatora ihanetle suçlamışlardır. İşte konumuzun kilit noktası da burasıdır. Trablusgarp’taki meşrutiyete karşı olan ve eli güçlü şeyhleri durdurma görevi genç Mustafa Kemal’e verilmişti. Aslında bu görev ona başarılı olacağını düşündükleri için değil bir itibar suikastı olarak verilmişti**. Mustafa Kemal Trablusgarp’ta inip devlet yetkilileri ile konuştuğu esnada şeyh tarafından söylenen bir sözü işitti Dönemin Emniyet Müdürü Cemal Bey’den “Yalnızca Mustafa Kemal… Ya öldürülecek ya da vapura konup büyük bir törenle kovulacak.” Bunun üzerine Mustafa Kemal saldırı yapmayı düşünebilirdi, çok kan dökebilirdi, ancak o farklı bir yolu izlemeyi tercih etti. Cemal Bey sözünü bitirdiği vakit şeyhi ziyaret etmeye karar verdi. Şeyh ile görüşüp meşrutiyeti anlattı. Şeyhin onayını da aldı. Hatta bu başarısı ona Bingazi’den gelen bir başka yardım mektubunu almasına vesile oldu. Yine bir şeyh yine bir meşrutiyet düşmanlığı… Mustafa Kemal’in görevi bitmişti fakat vatan sevdası içerisinde yanan bir ateşti. Bingazi’ye geçti. (…) Mustafa Kemal, kendisine yapılmak istenen bir itibar suikastından bir komplodan tek bir kurşun atmadan çıkmayı başarmıştı. Bunu nasıl başarmıştı? Elbette ki kıvrak zekası ve geniş bakış açısı sayesinde… Fakat bir nokta vardır ki o da: Mustafa Kemal yaşadığı coğrafyanın kültürünü, insanını çok iyi biliyordu onlarla nasıl ve hangi dilden konuşması gerektiğini de…
Bizler de Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün gençleri olarak hem kültürümüzü hem de insanımızı çok iyi tanımalıyız. Ülkemiz yaşadığımız şehir merkezlerinin, metropollerin dışında da insanlara ev sahipliği yapar hatta bilir misiniz o insanlar daha da fazladır. Tıpkı genç bir asker olan Mustafa Kemal’in yaptığı gibi savaş kazanmak her zaman kurşun sıkmakla olmaz bazen sadece ulaşmak, konuşmak ve ikna etmek gerekir. Biz gençlerin de yapması gereken şey budur. Muhalefet parti liderleri bugüne kadar ne yazık ki halka yeterince inememiştir. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun Babala TV’de yayınlanan Açık Mikrofon programında “Evet, CHP bugüne kadar entelektüel bir partiydi ve halka inemedi.” Sözü de buna bir örnek olarak verilebilir. Elbette ki bilen insan için cehalet katlanılmaz bir akortsuz keman melodisidir. Ancak o akortsuz kemana akort yapabilecek olan tek kişi de bilen kişidir. Bir başka örnek de Fatih Altaylı ve Celal Şengör’ün konuşmasından verilebilir. Fatih Altaylı, televizyonda yayınlanacak bir bilim programı bahsini açtığında Celal Şengör buna karşı çıkmış ve Türkiye gibi bir yerde asla izlenemeyeceğini savunmuştu. Ancak Fatih Altaylı’nın ısrarlı duruşu kendisini ikna etmiş ve Türk televizyonunun en çok izlenen programlarından olan Teke Tek programının yapılmasına vesile olmuştur***. Ulaşmak. Kazanmanın parolası budur.
Kızgınlıklarımızı, sinirimizi bir kenara bırakarak hareket etmezsek “Biz onları düşünüyoruz onlar ise düşünmüyor.” Dersek “Biz sizi düşünüyoruz, onların burnu havada.” Diyerek ikna edecek birileri çıkacaktır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün gençleri halka ulaşmalıdır, Anadolu’yu karış karış gezmelidir… Sadece Anadolu’da değil şehrinizin sanayi bölgesini hatta mahallesinin bakkalını bile tanımalı bilmelidir. Israrla, devamlı, her zaman anlatmalı; hep dinlemelidir. Halk koyun olduğu için değil, tanımadığı bir bilinmezlik olduğu için uzak durur. O bilinmezliği tanıtım parlak ışığını diğerinden daha çok aydınlattığını gösterdiğimiz vakit başarılı oluruz. Saldırmak ve savaşmak karşı taraftan bir kişiyi eksiltir ama konuşmak ve anlaşmak bir kişi kazandırır. Nefretimize ve öfkemize sarılmadan önce dilimizi kullanmalı ve ikna odaklı olmalıyız. Çünkü Gazi böyle yapmıştı, bugün olsa yine böyle yapacaktır. Gazi’nin mirasını taşıyan biz gençler de böyle yapmalıyız.
*: politikaya bulaştırma
**: Sinov, C. Yarının Adamı: Mustafa Kemal’i Anlamak, Masa Yayınevi, 2022
***: Celal Şengör & Emrah Safa Gürkan & Çağrı Mert Bakırcı “Teke Tek Bilim”, BloombergHT, 20 Mart 2023 https://www.youtube.com/watch?v=ta305k0FlN4
2
Henüz hiç yorum yapılmamış.