Iran Gezi Notlari
İran'da geçirdiğim bir ayda yaşadıklarım, hissettiklerim, gördüklerim, öğrendiklerim pek tabii ki bir blog sayfasına sığmayacak derecede. Bu ülkenin tarihi, kültürü zaten inanılmaz, bir de üstüne eşsiz misafirperverliği ile insan faktörü eklenince Dünyanın en enteresan ülkelerinden birisi oluyor. Buraya gelen yabancı turistlerde orijinal. 5 dakika sonrası ne olacağını bilmiyor insan. Her an her şey yaşanabilir. Bir ay vakit geçirmeme rağmen halen ülkenin bir diğer yarısını gezemedim. İşte İran böyle fantastik bir ülke. Komşumuz olmasina ragmen maalesef pek iyi tanımıyoruz, fazla felsefe yapmayacağım, kısaca şunu söylüyorum, gitmeyen kaybeder. Şu ana kadar 60 ülkeye gittim, bunların içinde en farklısı, en eşsizi ve en güzeli ve en güvenlisi.
Gitmeden önce tahminen ülkede bulunan Zafer Bozkaya'nın en son kitabını aldım fakat pek fazla tatmin olmadım. Ellerine sağlık Zafer beyin son derece güzel bir kitap fakat uzun süreli gezecekler kesinlikle Lonely Planet almalı. Zafer Bozkaya'nın kitabında büyük şehirlerle ilgili bilgiler olduğundan dolayı pek doyurucu değildi benim için. Hüngür hüngür ağladığım, gülmekten uyuyamadığım bu ülke tıp kı benim duygularım gibi paradokslarıyla güzel. Ben zaten normal, rutin insanlardan pek haz etmediğim gibi, çatlak görece rahatsız tipleri her zaman benimsemişimdir. Bu ülkeyi ise kendi ülkem gibi sahiplendim. İlk önce nereleri gezdim : Tebriz- Tahran- Meşhed- Nişabur- Tus- Yezd- Şiraz- İsfahan- Kashan- Kirmanşah- Hamedan- Tahran- İstanbul.
Öncelikle para biriminden bahsedeyim, Para birimi Riyal fakat halk arasında Tümen kullanılıyor, yani ben İrandayken 1 dolar 40000 riyal idi. Fakat bu para 4000 tümen olarak kullanılıyor. İran parası gün geçtikçe değersizleşiyor, enflasyon artıyor, bundan dolayıda halk yurtdışına çıkmakta zorluk çekiyor. Ülkedeki yerel halk zaten bundan şikayetçi, ya da şikayetlerinden biri diyelim.
İrana vardığınızda bir çok şeyin vitrin olduğunu daha iyi anlayacaksınız. Örneğin, kadın-erkek ilişkileri, alkol tüketimi en başta akla gelenlerden. Tahran'da, Şiraz'da alkol tüketimine bizzat arkadaşlarım sayesinde şahit oldum, hani bir klişe vardır ya, İran'da kadınlarla trafikde tanışıyorsunuz, bu gerçekten doğru. 3 trafik ışığina bakar. İran herhalde Müslüman aleminin en farklı üyesi, hem mezhep hem de tarihsel süreç tezimi kuvvetlendiriyor. Müslüman ülkelerde ve pek tabi ki bizim ülkemizde de tiksindiğim şeylerden biridir, turisti kazıklamak, turiste salça olmak, anlamsız sorular vs, İran'da yaklaşık 10 şehirde bulundum, ve herbirinin kendine özgü büyük kapalı pazarları var. Hiç birinde turiste yanaşanı görmedim, ülkenin belki de benim için en büyük artısı buydu.
Hatta Ali Sadr mağarasından çıkıp Hamedan merkeze doğru yol almak için herhangi bir ulaşım aracı bekliyordum, kenarda oturan taksicilerle aramda son derece samimi bir muhabbetin içinde buldum kendimi. Yaklaşık 5-6 taksici, arabalarıyla birlikte oturmuşlar sohbet ediyorlar. Bende şehre taksiyle dönmeye karar verdim, bir kaç kişi bekliyoruz, diğer iki üç taksicide taksi arayanlara yardım ediyorlar fakat kendileri için değil, arkadaşlarına müşteri arıyorlardı. Aklıma bu sırada, tarihi yarımadadakilerin ve Marakeşin çakal taksicilerinin buraya gelip insanlık stajı yapmaları gerektiği kanısına vardım.
Aklıma geldikçe yüzümde bir gülümseme oluşur, Ahmedinecad'ın ''İran'da eşcinsel yok'' lafı... Herhalde adamcağız İran'a hiç turist gelmediğini düşündü, boş buldu salladı. Tahran'ın kuzeyinde yoksul bir semtte yaşayan bu abimiz, şehre pek gelmiyor besbelli. Çünkü Tajrish metrosunun önündeki ve Enghelab meydanındaki eşcinsellerden habersiz yaşıyor. '' Malum adam yalan söylüyor, İslam Cumhuriyetinde adamın çükünü keserler'', en azından gitmeyenler hep böyle düşünür. Gidip döndükten sonra daha bir komik geliyor bu tarz düşünceler. Ayrıca bizi bizden iyi tanıyıp da, bizim onları hiç tanıyamamamız ise acınası. Hayatımda izlemediğim kadar Türk dizisini bu ülkede izledim, hatta merakla sorulan bazı soruları bilemediğimden dolayı cevapsız bıraktım.
Bütçe hakkında konuşmak gerekirse, ülke içerisinde uçak, vip otobüsler ve birinci sınıf trenlerle seyahat ettim. Bir aylık süre içerisinde bir hafta otelde kaldım. Diğer günler halkın evlerini bana açmasıyla konaklama gibi bir harcamada bulunmadım. Bu bana özgü bir durum değil, yolda tanıştığım yabancı gezginlerin de bu tip anıları var, fakat Türkseniz bu iş daha da kolaylaşıyor. Bir ayda toplam 500 dolar harcadım. Kredi kartı getirmenizin hiç bir anlamı yok, boşuna stres yapmayın, bu ülkede hırsıza rastlamanız çok zor. Nakit paradan başka bir şansınız yok. Para bozdurma konusunda ise sokaktaki seyyar satıcılardan paranızı bozdurun. Hem zevkli hem de heyecanlı. Ben pek fazla sistematik bir şekilde gezmedim. Tamamen doğaçlama gezdim, sabahları terminale giderek gideceğim yeri seçtim, hotellere rezervasyon yapmadan. En güzeli de bu. İran'da hostel sistemi pek gelişmiş değil. Çok nadir var. İran'ın yolları, ulaşım imkanları fevkalade. Özellikle vip otobüslerle yolculuk yapmanızı şiddetle tavsiye ederim. Araba kiralayarak gezmek biraz kasabilir, yollarda sık sık kontrol var. Otobüs yolculuklarında gişelerde otobüs hep duruyor, şöför yolun karşısına geçip evrakları büroya götürüyor.
Mümkün mertebe bu ülkeye tek gelin, tek yaşayın çünkü zaten beş dakika bile yalnız kalmayacaksınız. Kadinlar çok fazla tedirgin olmasınlar fakat İran'da olduklarını da unutmasınlar. İsfahan'da gece otururken bir tane Alman kız gelmişti Şiraz'dan. hayatında gördüğü en güzel partiyi Şiraz'da geçirdiğini söylemişti, işte böyle paradokslarla dolu bir ülke. Zaten şehir şehir yaşadıklarımı daha detaylı yazacağım. İkramları bu ülkede geri çevirmeyin, hiç bir şekilde art niyet yoktur. İsfahan için kefil olamayağım , çünkü son derece turistik bir şehir. Belki abarttığımı düşünebilirsiniz fakat burası şu ana kadar gördüğüm en güvenli ülke. En azından Türkiyeden kat be kat daha güvenli bir ülke. Ben Afganistan sınırından Irak sınırına kadar gezdim, herhangi bir güvenlik sorunu yaşamadım. Hatta Batının sindirme projesine, bu insanları terorist gibi göstermeleri aklıma geldikçe sinirim bozulmadı değil.
Şehir içlerindeki sistem taksi-dolmuşlarla dolu. Tahran'da metro kullandım, diğer şehirlerde hep taksi-dolmuş. Hafif bir korna çalarlar geçerken, gideceğiniz yeri camdan söylersiniz, oraya doğru gidiyorsa durur, gitmiyorsa gazlar devam eder. Başlarda bir tedirginlik olacaktır, arabada kadın var binsem mi binmesem mi diye, hiç çekinmeyin direkt oturun, dedik ya bazı şeyler vitrin. Ben başı açık çarşaflı gördüm bu ülkede. Ülkenin %35'i Türk olduğundan Türkçe'nin faydasıyla yeterince karşılaşacaksınız. Tebriz, Erdebil, Urmiye, Hamedan gibi şehir Türk nüfusuyla dolu. Kirmanşah, Zevcan gibi şehirler de ise Kürt nüfusuyla dolu. Pakistan sınırı ise Zahedan özellikle Belucilerle dolu. Az da olsa Zerdüşt nüfusu ise Yezd şehrinde halen yaşamakta. Ahvaz, Bandar Abbas gibi şehirler de ise Arap nüfusu hakim. Lakin bu bölgelere yazın gitmek imkansız gibi bir şey hava 45 dereceden aşağıya inmiyor. Bir de İran'ın meşhur iki adasından bahsetmeden olmaz. Qeshm ve Kish adalarına da yaz aylarında gitmenin bir manası yok. Ekim ayı ideal. Yazın sıcaklık normal değerlerde değil.
Tahran'ın hava kirliliğinden bahsetmeden edemeyeceğim, akşamları eve gelirken artık kusacakmısım gibi hissediyordum, kussam egzoz çıkacakmış gibi bir intibaya kapıldım. Şaka bir yana Tahran'dan Elbruz'a ukala bir bakış atarken, boğazıma kaçan egzozlardan bahsetmeseydim, Fellini filmlerini beğenmeyen bir Finli kadar mağrur olurdum. Konu İran'sa dinden bahsetmeden olmaz. Evet İran çok dindar bir ülke, ve namaz kılmayanı asıyorlar. (yersen). İran'a vardığınızda şeriat sisteminin halkları münafıklaştırdığını göreceksiniz. Sınıra kadar Müslüman herkes, sonra ...
Biraz daha açalım konuyu, şöyle bir örnek vermek gerekirse, Cuma günü, Cuma saatinde,İstanbul sokakları, İran sokaklarından daha boş. Camiler ise vakit namazlarında ön safı dolduğunda, o gece imamlar mutlulukdan uyuyamıyorlarmış. Biz Sünniyiz, İran'da eli bağlı namaz kılsak bir şey olur mu, endişesi vardır herkesde, korkmayın hiç bir şey olmaz. Nezaketli insanlar, Hamaney'in çocuklarına denk gelmediğiniz sürece sorun yok, denk gelmeniz de zaten çok düşük bir ihtimal. Şii inancında ezan 3 kez okunur, öğle ile ikindi cem edilir, akşam ile de yatsı cem edilir. Kerbala ve Meşhed şiiler için en kutsal iki yerdir. İmamların mezarları buradadır. Sadece tek bir İmam'ın mezarı İrandadır. O da 8.İmam, Ali Riza. 12 İmam kültürünü benimsemeleri Şiilik ile Sünnilik arasında ki en temel fark. Yeni jenerasyonun din ile pek alakaları yok. İmamların ölüm ve doğum günlerinde Meşhed resmi tatil. Bütün İmamların değil tabi ki. 6.İmam Cafer Es Sadık'ın ölüm yıl dönümünde ben Kirmanşah'da oteldeydim, maç izliyordum. Bir ara zapping yaptım, Hamaney konuşma yapıyordu. Hükümet kanalları sabah akşam dini yayın yaparken, evlerindeki uydu ile halk, Türk dizilerini izliyordu. Hatta gençliğin bir çoğu Dünyadan bir haber yaşıyor.
Ayrıca bu ülkede tanıdığım insanları özetlemek gerekirse, gerçek anlamda entellektüel birikimleri bizlerden kat kat yüksekler. Örneğin anında Fuzuli'den bir beyit patlatmaları muhtemel. Yolun ortasında tanıştığım bir adamın Opera sanatçısı çıkması, Şiraz'da bana ev sahipliği yapan Elahe'nin dağcı olması, Meşhed'de evinde kaldığım Hooman'ın 15 yaşındaki kız kardeşinin sular seller gibi İngilizce konuşması, her köşeden çıkan şairlerin çokluğu, musikiden anlamayan insanların azlığı İrana olan saygımı bir kaç kat daha arttırdı. Örneğin İran'a yolunuz düşecek ise orta yaşlı insanlarla takılmanızı öneririm. Gençliğin aklı bir karış havada, Tahran metrosunda sıkça rastladığım kurşun kalemle yaptıkları dövmeler, kendi kültürlerine olan uzaklıkları kısa sürede antipati kazanmam için yeterli bir kaç sebepten biriydi. İran'ın İzmiri Şirazdan söz edelim, Şiraz'a vardığımda anında farklılığı gözlemledim, Hafız'ın, Sadi'nin, esrarengiz bağlara sahip olan bu şehirde ki insanların rahatlığı ve güzelliğine vurulmadım desem yalan olur. Açık ara İran'ın en güzel kızları Şirazlılar. İranlılar bu konuda bana katılmıyorlar, onlara göre İranlı Türkleri tek geçiyorlar. Şiraz'da herhangi bir sanatçıya rastlama olasılığınız oldukça yüksek.
Hazır gevezeliğim üstündeyken biraz da yemekler de bahsedeyim. İran topraklarına girdiğinizde çok belirgin bir şekilde ülkemizde bulduğumuz lezzeti burada bulamayacağınızdan emin olun. Son derece bariz bir lezzet sorunu var. Hatta Ermeni sınırını geçer geçmez, Tebrize bir saat kala bir yerde mola verdik, malum yol üstü bir mekan, otobüslerin durduğu bir yer. İnanılmaz bir kebap beklemiyorum pek tabii ki fakat adam buz gibi kebap getiriyor. Lezzet sıfır. Bir de boş tabağı almaya geldiğinde benden herhalde '' beğendim '' lafını duymak istiyor, öyle bir bakıyor ki eleman. Her neyse otobüsde bir Japon ile birlikte oturduk yemeğe oturduk. İran'dan önce Türkiye'deymiş. Herhangi bir kötü tecrübe yaşadın mı diye soruyorum, gözleri doluyor, içim parçalanıyor. Noldu diyorum. Başlıyor anlatmaya, 3 arkadaşıyla birlikte taksimde bir mekana gidip 3-4 bira içmişler, ardından iki tane serseri bunlardan 5 milyar hesap istemiş, üstüne üstlük silah çekip tehdit etmişler, ve gitmişler ATM'ye para çekip bu iki dingile ödemeyi yapmışlar. Ardından polise gidip, Türk Polisinin umursamaz tavırıyla karşılaşmışlar. İnsan üzülüyor, ülkeyi ne hale getirdiniz. Her neyse, İran yemeği denilince aklıma benim üç yemek çeşiti geliyor, sırasıyla :Tebriz köfte, Dizi kebap, Çello kebap. Tebriz köfte sulu bir köfte, Anadolu'da eşine rastlamak mümkün. Dizi ise farklı bir deneyim, ufak taş bir çömlek ve havaneliyle birlikte geliyor. önce suyunu çorba niyetine bol pide ile yiyorsunuz ardından kalanını havaneliyle ezip tabağa döküp etleri ve sebzeleri yiyorsunuz. Meşhed'de ki harikulade lezzetliydi, Şiraz'da İmam Rıza'nın biraderlerinin türbesinin hemen yanında yedim, rezaletti. Artık yerlilere sorup iyisini bulacaksınız. Üçüncüsü ise Çello kebap. 1 kilo pilavın yanında bir adana ile servis edilir. Pilavlar tereyağsız yenilmez. Üstünde de nar taneleriyle servis edilir. Hayatınız pilav olabilir. Son derece lezzetli ve ucuz. Hamedan'da sokakta bir kazan dolusu pilav ile satanlarda var. Ücreti 3000 tomandı. Yani bir dolar. Ali abimle keyifle yedik. İran'da ekmek bulamayacaksınız, 7-24 pide yeniliyor bu ülkede. Ayranlarını ise sakın denemeyin, facia. Ermenistan'da hayatımın en güzel ayranı içtikten sonra burada en kötüsünü içtim. İran'da, Tahran hariç dışarıda yemek kültürü pek yok, insanlar dışarıda yemek yerine, eşyalarını alıp, bir de elektrikli ocaklarıyla birlikte kendileri pişirir kendileri yerler ve orada da hemen uyurlar. Ayrıca İran'da inanılmaz derecede yerli nüfus oranı var. Şehrin her yerinde çadır kuranları görmek mümkün, uzun yollarda arabanın tavanına bağlanan bavullar ise halkın vazgeçilmezi. Malum para değersiz, adamlar da kendi ülkelerini geziyorlar. Kendi yerel fast food zincirleride vardır, örneğin bir gece Tahran'da hamburger yemeye çıkmıştık, harikulade bir lezzet vardı. İyisini bulmak gerekiyor, heralde başkentin tek en iyi hamburgercisi oydu, çünkü akıllara zarar bir sıra vardı.
Aklıma gelmişken, Farslıları, Araplardan ayıran bir diğer özellikte, tek eşlilik ve gorece az çocuk sayısıdır. Örneğin tanıdığım insanların %80i iki ve altı çocuk sayısına sahiptiler. İran'da genelde Türklerin çocuk sayısı 3-4 civarı. Açıkçası gitmeden önce sayının bu kadar az olacağını beklemiyordum. İmam Gazali, Firdevsi, Ömer Hayyam, Baba Tahir, İbn-i Sina, Şehriyar, Sadi, Hafız gibi isimler hiç zorlamadan direkt aklıma gelen isimler, İran'da yaşamış ya da doğmuş zamanın fikir ve bilim adamları. Nasıl bir kültüre ve tarihe gideceğiniz konusunda bir kaç ipucu verebilir sanırım bu isimler.
1979'da başa gelen Humeyni, (sanırım soğuk bir şubat sabahıydı.) hemen hemen bir iki sene adam akıllı ülkeyi yönetti. Çünkü 1980-88 yılları arasındaki İran-Irak savaşından dolayı ülkeyle pek alakadar olamadı. Su, elektrik, benzin bedava olacak diyerekten Cem Uzanvari verdiği bir kaç vaadini yerine getiremedi, rasyonel bir bireyin zaten kanabileceği cinsden vaatler değil. Sahi ya Beyler size Kum'da kim ders veriyor ? Buradan Humeyni'yi ayda gördüklerini iddaa edenlere sesleniyorum, biraz Kum'dan çıkın, ülkenizi tanıyın. Yakışmıyor size. 1989'da hakkı rahmetine kavuşan Humeyni'den sonra dini lider olan Hamaney halen ülkenin dini lideri. Humeyniye göre daha bir güleryüzlü. Humeyni'den önceki dönem ise Pehlevi dönemi, Rıza Pehlevi'yi Atatürk ile aynı karede görmek mümkün.
Sosyal hayatta kadının yeri azımsanmayacak derecede yüksek. Örneğin Türkiye ile kıyaslamak gerekirse, kadınlar iş hayatında her yerdeler. Çalışmak öyle büyük bir lüks değil, kadınlar evde dizlerini kırıp oturmuyorlar. Özellikle trafikde kadınların yoğunluğu gözden kaçmıyor. Otobüs ve metroları da halk çok yaygın bir şekilde kullanıyor. Yerli marka arabaların çokluğunun yanı sıra, en yaygın ithal edilen marka Peugout. Otobüslerde genelde erkekler önden, kadınlar arkadan biniyorlar. Metroda ise kadın kısmı ayrı erkek kısmı ayrı, fakat erkek kısmında yer yer kadınları görmek mümkün. Kadınların etek giymeleri yasak da olsa, yeni nesil gençlerden bir kaçını ben etekli gördüm, zaten benim şahsi fikrime göre İslam Cumhuriyetinin 10-15 senesi var. Sonrası Allah Kerim. 2009'da ki seçimler sonrası ayaklanan halkı devlet silahlarla susturmuş. Tahran'da evinde kaldığım kadın 5 gün nezarette kalmış. 79'dan bu yana en büyük halk ayaklanması bu. Hatta halk ayaklanmalarında Türkler yani Tebriz şehri başı çekiyor. 2006 yılında İran gazetesinde Türkleri aşağılayan bir karikatür sonrası halkın sokağa dökülmesi üzerine, hükümetin geri adım atarak özür dilemesi, Türk nüfusunun hem maddi hem de manevi gücünü gösteriyor. Irak savaşında Türklerin rolüde es geçilmemeli. Türkiye'de Kürdün rolü neyse, İran'da da Türkün rolü o. Dikkatinizi çekerim, Azeri demiyorum. Türk. Çünkü Alban kökenli değil bu toplum, Oğuz boyundan geliyor. Belki de Güney ile Kuzey Azerbaycanı ayıran en önemli hususda bu olmalı. Son olarak Ahamenişlerden, İslam Cumhuriyetine kadar İran'ı konuşarak bitiremezsiniz, heykelleri, müzeleri, Büyük Kurus'un yazılı bildirisi, kendinden geçmiş Humeyni'nin şeküreleri, Musaddık'ın İngilizlere kafa tutuşu, petrolün millileştirilmesi (Halen bu olay resmi tatil olarak kutlanmaktadır), Persepolisi, Şiraz'ın bağları, İsfahan'ın sarayları ve camileri, Hamedan'ın Anadoluluğu, Zerdüştlerin farklılığı, Hayyam'ın, Hafız'ın varlığı (ki bu isimler yerel halk için çok şey ifade ediyor.),eşi benzeri olmayan insanlarını görmek için İran'a gidin.
Tebriz'e vardığımda saat gece 3 sularıydı. Kalacak yerim yok, koskoca otobüsde bir ben indim Tebriz'de, hem de yolun ortasında bıraktılar. Sağolsunlar bana taksi çağırdılar, bir kaç otele götürdü beni taksici her yer full. Sonra taksici gencin, Türkçe konuşuyoruz bu arada, amca oğlunun evinin önüne gittik, rezidansı andıran bir site. Aradık aradık açmıyor, ardından çocuk kızdı amcaoğluna. Beni evine götürdü, arabanın arkasına kıvrıldım, bana su ve yemek getirdi,3-4 saat uyumuşum, kalktım hotellerin bulunduğu Firdevsi caddesine bıraktı, gene her yer full. Yolda bir kaç kişi bana yardımcı olmaya çalıştı. İşe gitmeden önce dolandık bütün otelleri gene full. Ardından bir tane çayhaneye gidiyorum, artık yoruldum. Anında sırt çantamı gören ahali, menemenlerini bir kenara bırakıp, çay söylüyorlar bana. Yer bulamadığımı öğrenince, Ali abi(İngilizce muallimi) ben Meşhed otelin oğluna ders verdim, onlara yer bulur, olmazsa bize gideriz. Ardından Şangay'lı bir delikanlı geliyor, kendince kıtlama çay içmeye çalışıyor, ahali kendi arasında gülmeye başlıyor. Her neyse ardından Ali abinin nalbur arkadaşının dükkanına eşyalarımı bırakıp gezmeye başlıyorum, 12-1 gibi otele yerleşeceğim. Gezmeye başlarken ilk ilgimi çeken sıkma meyve sularıyla dolu dükkanlar. İnsana kendini Güneydoğu Asya'nın tropik adalarında hissettiriyor. Bu arada Tourist İnformation'a uğruyoruz. Türkiyeden geldiğimi duyunca millet başlıyor benimle konuşmaya. Tourist Information'da ki muhabbetler, Türkiye'de ki devlet dairelerinde gerçekleşen o can sıkıcı samimiyetten uzak konuşmaların bir çeşitiydi. 50-55 yaşında abimizle sohbet etmeye çalışırken, sürekli Mustafa bey, Mustafa bey diyip duruyor, ulan bir dur. Ardından şirinlik olsun diye Mustafa Kemal Atatürk tarzında bir espri yapıyor. Her neyse yanından biri çıkıyor, o elindeki kitabı bir versene diyor, veriyorum. Zafer Bozkaya'nın kitabında kendisini buluyor. Nasser bey. Bak bu benim diyor. Her neyse Ali abiyle çıkıyoruz, ardından bir daha buluşmak üzere ayrılıyoruz. Ben de o üç saat içerisinde Tebrizi gezmeye başlıyorum, gidilecek yerler belli, Azerbaycan Müzesi, Tebriz Kalesi, Mescid-e Kabud gibi belli başlı, meşhur yerleri gezmeye başlıyorum. Mescid-e Kabud tek kelime ile hastası oldum. Ardından meşhur kapalı çarşısını gezdim. 1000 yıllık olduğu rivayet ediliyor. Pazar falan gezmeyi sevmem, burası bizden ve bir de insanlara salça olmuyorlar, ee ne diye dışarıda güneşin altında yürüyeyim? Boynumda fotoğraf makinemle başlıyorum yürümeye, ardından boynumda birinin elini hissediyorum. Gel yeğenim diyor, bir fotoğrafımı çek diyor, ardından o alıyor benimkini çekiyor. Ve dükkanı kapatıyor, kahveye gidiyoruz Reza abiyle birlikte. Çay ısmarlıyor, sohbet ediyoruz. Heralde hiç bir zaman unutamayacağım bir laf söylüyor: İnsan savaşmaz diyor. Politikaya falan girmiyor, Fuzuli'den bir kaç beyit okuyor kahvede.
Ardından aramızda ilginç bir diyalog geçiyor:
- Almanya'ya gittin mi ?
- Gittim
- Ben de gittim.
Ardından bir kaç tur atıp, sohbet ediyoruz ve ayrılıyoruz. Otele dönüyorum, bir tane Brescia'lı çiftle tanışıyorum. Tek başına otel odasında kalmak ne sıkıcı bir şeymiş. En son Tayland'da kalmıştım. Bir diğer gün Tebriz kalesine tekrardan gidiyorum, 500 yıllık tarihi resmen çürütmüşler. Sağlı sollu güzelim kaleyi tahrip etmişler, bir de önüne tabire caizse cami dikmişler. Camiye girilmiyor, namaz kılınmıyor, ee niye yaptınız bu camiyi ? Sebep muhtemelen bir kültürü yok etmek. Ardından İlgölüne doğru yol alıyorum. Biraz şehrin dışında, şuan bu yazıyı yazarken kendimi aşırı mutlu hissediyorum. İran'da geçirdiğim bir ay bana 4 yıllık bir lisans bölümü bitirmişcesine mutlu etti. Kepimi sessizlik kulesine asacağım. İlgölüne gitmek için otobüslerin nereden kalktığına bakıyordum, yolda hemen birine sorayım dedim, cevabı alıyorum, fakat farklı bir cevap, adam bildiğin İstanbullu gibi konuşuyor. Hemen soruyorum, cevabı söyle oluyor, biz Türküz ve dilimizi bilmeliyiz. Rıza ile birlikte samimi bir arkadaşlığımız başlıyor. Birlikte İlgölüne gidiyoruz, okula gidip diplomasını alacakken benimle İlgölüne geliyor. Bir hafta sonra Ankara'ya veterinerlik okumaya gidecek zaten, her şey üzerine 3-4 saat sohbet ettik ve beni Tahrana dönmek için terminale kadar bıraktı, hatta gel bize gidelim dedi yarın Kandovan'a gideriz, abi boşver dedim. Kandovan'a çakma Kapadokya yakıştırmasından sonra pek gitmeyi elvermedi içim. Tebriz'e dönüşte yolda Rıza'nın dayıoğlunu gördük, kızlara yazıyordu. Rıza'nın muhteşem Türkçesi ve özüne kültürüne olan ilgisine şapka çıkarıyorum ve gece otobüsünde Tahran'a gitmek için uyuyorum. Vip otobüsler 25.000 tümen civarında yani 8 dolar. Yolculuk 7 saat sürüyor.
Tahran'a vardığımda gökyüzü halen karanlıktı, Couchsurfing'den çiçeği burnunda bir çift beni ağırlayacaklardı, fakat saat sabahın 5'i olduğundan, oturdum bir kenara, başladım Demavand'ı izlemeye. Belli bir süre sonra tuvalete gitmeye karar verdim, yanımda yağız bir delikanlıya çantaya göz kulak olur musun dedim ve gittim. Önümde elli kişilik tuvalet kuyruğu, bu arada tuvalet hiç bir yerde paralı değil. Halka açık otobüs garında alaturka tuvalet yaparsan, tabi ki orayı bok götürür. İran'dan kaçasım geldi bir anda her neyse. Tabi 20-30 dakika beklettim arkadaşı. Döndüğümde senin kalacak yerin var mı, ne yapıyorsun burada diye sordu. Ya valla telefon bekliyorum dedim. Seni gideceğin yere ben götüreyim vaktim var dedi. Rasht'lı biri Tahranı çok da iyi bilmiyor. Malum 15 milyon nüfus var. İranın metrobüsü Brtlere binip, dolmuşa geçiyoruz, ardından bir daha dolmuş ve yürüyerek beni Couchsurfing'de kalacağım yere kadar götürüyor. Yaklaşık bir saat sürdü yolculuk adam üşenmeden hala sana bir telefon hattı alalım diyor. Abi yapma etme ben hallederim diyorum. Couchsurfing'den beni ağırlayacak olan çifte de telefonda bir fırça çekti. Ardından ekledi '' he is not responsible, not good man '' ben de ortayı bulacağım ya abi adam işe gitti, kız da nasıl gelip alsın diyorum. Ardından kızı aşağıya çağırdı bir daha tekrarladı. Bana adresini verdi, Rasht'e gelince ara diye. Laf arasında Meşhede gideceğim ben de buradan sonra dedim. Aa ben de oradaydım geçen hafta doktora başvurusu yaptım dedi. Eve girdiğimde ise İran ile yakından uzaktan ilgisi olmayan bir ortama girdim. Biraz kestirdikten sonra, şehri keşfedelim. Pis bir şehir, kalabalık zaten. Metrosu oldukça havalı. 10 sent. Darısı başımıza. Hazır metroda güzel, Humeyninin kabrine gideyim dedim. Kırmızı hattın son durağı, şehrin dışı, hemen hemen bir saat sürdü. Vardığımda kabir, kutsal toprakların çevresini anımsattı. Aynalarla bezeli, bir hayli süslü bir kabir. İran'da para sorun değil, olsa da olur olmasa da, maksat sevdiklerine para harcamak. Ardından Tajrish metrosuna geçiyorum Derbent'e geçmek için. Derbent, ülkemizde ki alabalık tesislerini andıran Tahran'ın tepesinde bir restaurantlar silsilesi. Hala bir İran hattı almak nasip olmadı, çiceği burnunda çift, beni almaya gelecekler ve eve gideceğiz fakat İran'da Türk hattı malum çok yazıyor. Sokaktan herhangi birini çevirin anında telefonunu verir, ve ardından sizi almaya gelecek kişiler gelmeden de bırakmazlar. Bir diğer gün meşhur Pazarın hemen yakınında ki Gülistan sarayına geçiyorum. Hayatımda gördüğüm en güzel saray. Kaçarlar zamanında yapılmış. İçeriye giriş 50000 tümen. İçeride ki bütün yerleri görmek isterseniz tabi. Bence değer. İçeride belki de şuan askerde olan Meşhed'li Ninayla tanışıyorum. Ben de Tahrandan sonra Meşhed'e gideceğim. Sana bir hat alalım, bir de uçak bileti alalım. Başlıyor arkadaşlarını aramaya. Tatil zamanına denk geldiğim için ( Perşembe-Cuma) trende yer yoktur diyor. Zaten ben de bütün ulaşım koşullarını görmek istiyorum. Biletim olmasına rağmen içeride ki yerlere bile adamlar kendileri girmiyorlar, bana veriyorlar biletlerini. Anlatmaya çalışmayın, kabul etmiyorlar. Gülistan sarayı'nın cazibesi bir tarafa, Nina'yı tanımak bile keyifliydi. Unutmadan, Tahran'a oldukça yakın bir mesafede bulunan Rey şehrini es geçmeyin. Selçukluların kurucusu Tuğrul Beyin kabri burada bulunmaktadır. Ayrıca Şiiler için önemli bir şehir. İmamzadelerden Hamza'nın kabri burada. Gece Mina beni Rose'nin evi bırakıyor. Bir sonra ki sabah da Meşhed'e gitmek için havalanına doğru yola koyuluyorum. Sabah erken saatlerde uyanıp, havalanına doğru yola koyuldum. Yolculuk Meşhed'e. Uçakta hemen koltuğuma oturup, uçağın kalkmasını bekliyorum. Tekerlekler hafiften oynar gibi oluyor ve herkes hep bir ağızdan başlıyor : '' Allahümme salli ala Muhammed ve Ali Muhammed ''. Bana ses hafif dalgalı gelince, ha siktir kesin terorist saldırı. Bilinç altına yerleşmiş ya, Hizbullahın uçakta yaptığı rehin alma eylemleri. Sağ salim varsak bari. Kimsenin vermediği tepkileri vermeye başlıyorum, arkama dönüp bakmalar. Sağ salim iniyorum Meşhed havalanına. Çarşaf popülasyonunda hemen gözle görülür bir artış çarpıyor gözüme. Hemen Nina geliyor beni almaya. İki tane alternatif var diyor, kız kardeşimin arkadaşının ailesi seni ağırlamak istiyor, ya da otel hangisini tercih edersin diye soruyor. Valla eve gidelim benim için daha iyi olur diyorum, otelde tek başıma ne yapacağım. Hayatımdaki en güzel insanları bana tanıştıran Nina'ya bir kez daha teşekkürler. Eve gidiyoruz. Hooman, Arghavan ve Ani bir de Hasan baba beni karşılıyorlar.
Anında benim için gezi planları hazırlanıyor ve pek tabi ki hemen sofraya oturuyoruz. İnanılmaz samimi bir ortam, elbette bir gün tekrar gideceğim. Hatta şöyle maçın bol olduğu bir dönemde gitmek istiyorum. Hasan babayla sabahlara kadar maç izlemek eğlenceli olabilir. İmam Rıza'nın türbesini üç ya da dört defa ziyaret ettik. Toplamda 6 gün kaldım, 6 sene kalsam kimse sesini çıkarmazdı. Birbirimizi o derece sevdik. Hatta gece eve geldiğimizde, Hasan baba'nın halen maç izlemesi ve aralarda şiir yazması gözümün önüne geldikçe gülerim. Sonra insanlar bu çocuk neden durduk yere gülüyor diyorlar.
Nişabur ve Tus şehirlerini ziyaret ediyoruz. Hayyam'ın mezarına mesafeli yaklaşan İran hükümetine inat, içine girmeye çalışıyoruz. Bir gece Holy Shrine gittiğimizde, Hooman'ın arkadaşı bize eşlik etmişti. Ayrılırken o güzel aksanıyla '' i am really really really happy to meet you '' demesi ise ayrı bir unutamadığım samimi cümleydi. Holy Shrine'i gezmek için yarım gün yeterli, içeride müzeler falan da var. Zaten içeriye girdiğinizde sizi büyüleyecek güzellikte bir kutsal bölgenin içinde bulacaksınız kendinizi.
Gitmeden önce Şehname'nin özetini okumak da fayda var. Afganistan ve Türkmenistan'a çok yakın bir mesafede bulunmasından dolayı Meşhed, pek fazla turistler tarafından tercih edilmiyor. Ama görmeden dönmemek gerekiyor. Anita'nın güzel yemekleri, Hooman'ın her yeri bana göstermesi, Arghavan'ın akıcı ingilizcesi, babayla izlediğimiz maçlar unutulmazdı. Aslında Meşhed bahane, aile şahane. Ayrılırken son derece zorlu bir süreç geçirdim, elveda demek çok zordu. Treni kaçırıp, aileye geri dönmek için dua ettim fakat treni kaçıramadım. Umarım bir daha görüşürüz...
Henüz hiç yorum yapılmamış.