Gürcistan Gezi Notları
Gürcistan'da geçirdiğim bir haftalık süreç bana hayranlıktan ziyade pişmanlık getirdi. Kimlikle girilen bir yere neden bir insan bu kadar geç gider ki ? Gürcistan ile ilgili ilk aklıma gelen tanımlamalar ise şöyle : Doğa denince akla ilk gelen ülkelerden biri. Yemyeşil bir ülke. Japon şairlerin vazgeçilmez mekanı. Ciddi, soğuk görünümlü, temiz kalpli insanların ülkesi. Fakir fakat gururlu bir ülke.
İstanbul'dan Batum'a malumatınız uçak fiyatları pahalı, Batum sentezli Hopa çıkışlı uçaklar ise görece ucuz. Bir nevi yarı yarıya. Ee sen Türklere böyle bir imkan sunarsan onlar kaçırır mı ? Anında planlar döner kafada, '' ee daha iyi Türk tarafında bir pide yerük öyle girerük.'' Batuma inip Hopa'ya doğru yola koyuluyorum. Daha doğrusu hayırsever THY '' şirketten'' deyip beni Hopa'ya atıveriyor. Hopa'dan, Sarpa taksi 60 lira civarında, yolculuğumun ilk ayağında ve ilk saatinde bu kadar para vermek pek de iç açıcı gelmiyor. Malum Furkan'la hatmettiğimiz otostop anılarım aklıma geliyor ve geçiyorum yolun karşı tarafına. Bir süre bekledikten sonra pek fazla karşılık bulamıyorum. Gürcü asıllı bir abiyle taksiyi bölüşmeye karar veriyoruz. Matrak bir taksiciyle sınıra doğru yol alıyoruz, Dünya hayatından zevk alan insanlarla takılmak benim için bir çeşit vitrü vacip. Yolda giderken bir anda gülmeye başlıyor ve ekliyor : '' Araba yanıyor a.....goyayım ''. Hakikaten de arabadan kokular gelmeye başlıyor, fakat kim takar deyip devam ediyoruz. Sınıra varıyoruz. Akılalmaz bir kalabalık var. Çıkış puluna 15 lira bayılarak Gürcü bölgesine gidiyoruz. Fakat ben de bir anlık beyin donması yaşanıyor, ee ben kimlikle girdim ? Ama ben Ermenistana geçeceğim, ardından İran yapacağım diyorum kendi kendime ve polise soruyorum. Pasaportla mı giriş yapmam lazımdı ? Valla bi arkadaşlara sor istersen diyor. Aman ne de olsa 3-4 gün Batumdayım deyip, bir ara gelip pasaportla gelir geçiş yaparım diyorum. Tabi ki bir 15 lira daha bayılarak. Gürcü abinin oğlanlar bizi sınırdan alıyor. O da cenazeye gelmiş buraya, Sarıyer'de yaşıyormuş. Arkadaşlar beni D'vine Hostele atıyorlar ve telefonlarını veriyorlar: nolur nolmaz.
Hostele giriş yapıyorum. Sahile çok yakın olmasından dolayı sırt çantalı gezginlerin uğrak noktalarından. Genelde Ruslar çoğunlukta. Hani sizin aranız bozuktu diye soruyorum çocuğa ? Boşver herşey politika diyor. Orjinal ülkelere gelen gezginlerde orjinal oluyor, bunu İran'da da yaşadım. Paris, Kopenhag ve Amsterdam'ın hostellerinde görmeye alıştığımız sıkıcı Batılı gezginlerden ziyade, yeni bir macera için bütün paralarını harcamaya gelen,hoş muhabbet insanlar. Hostelde tanıştığım Çinli ise tüm zamanların en matrak Çinlisi. Biraz muhabbet ettikten sonra şunu söylüyor : Çini baştan sona gezdim ama bu gezi benim ilk yurtdışı deneyimim. Ben de ona takılıyorum : Ee Tibet, Tayvan ve Hong Kong'a gitmişsin ya... Matrak dedik sonuçta cevap vermeden duramıyor : Tamam işte oralarda Çin. Hayatta radikal kararlar alması için çok ufak bir gaz yeterli, belki de çoktan almıştır. Babaannesinden kalan evi satıp, gezmeyi planlıyor ya da o evi hostel yapmak istiyor. 27 yaşında ve uzun yıllar (6-7) çalışmış fakat herhangi bir tat almamış hayattan. Biz bunları konuşurken hostele 2009 yılından beri motoruyla gezen bir Japon geliyor, Çinli tutukluk yapıyor : 2009 mu dedin ?
Bir diğer gün St.Petersburg'lu Şu ile sahile gidiyoruz. Hayata dair güncel olaylardan konuşuyoruz ve ardından onu keşfettiğim bir Achapuriciye götürüyorum, beğeniyor. Ardından Batum sokaklarında yürüyoruz. Bir genç bacaklarımdan tutup para istiyor, olum bıraksana diyorum, dinlemiyor beş dakika boyunca cebelleştikten sonra zar zor bırakıyor. Şu'dan istediğim yardım da ayrı bir olaydı. Gonio ve bir kaç turistik yerde, geçen sene Batum'da geçirdiğim bir gün içerisinde bulunduğumdan dolayı 3 gün sahilde vakit geçirdim. Bilgi birikimi yaban olmayan, son derece candan insanlarla vakit geçirdim Batumda. Pek tabii ki iki tane Lviv'li ve bir Tiflis'li kızla yaşadığım manasız anıları bir kenara koyarsak. Bu üç Havva kızıyla gece şehri keşfetmeye çıktık (yersen). Biraz dolandıktan sonra tam hostele dönecekken, içlerinden biri Gürcü bir çocuğa öpücük yolladı, Gürcüler bir anda peşimizden gelmeye başladı. Gürcü çocuk yanıma gelip biz bu kızlarla takılmak istiyoruz, '' Ben gürcü '' diyor. Enteresan bir şekilde benimle temasa geçmeye başladı, Olum aynı dili biliyorsunuz onlarla konuşssana deyince, ''aa hakikaten doğru '' dercesine bir mimik atarak kızların yanına gitti. Ardından etrafımız Gürcü erkeklerle doldu. 8 erkek kızları alıp evde gitar çalacaklarmış. Yuh, Allahdan diğer iki kız aklı-selimden nasibini alınca hep birlikte hostele döndük, dönmesi zor oldu biraz, arkamdan Türk Türk diye seslenip mırıldandılar.
Fransa'nın, İtalya'ya çalan bölgesinde yaşayan bir Fransız'la koyu bir sohbete girişiyoruz. Bir Fransız'dan ziyade İtalyan görünümlü. Tiflis'de buluşmak üzere birbirimizin maillerini aldık, zaten aynı hostelde kalacağız. Batum'da Green Bar'da, Khachapuri yemeden, Zedazeni (hani şu armut suyu) içmeden dönmeyin. Doğu bloğuna saygım zedazeni ile birlikte bir kaç kat daha arttı. Batum'dan Tiflis'e minibüsle 30 lari ödeyerek, beş altı saatte varmak mümkün. Dandik yolları, çılgın şöförleri, harika yerel insanlarıyla maceraseverler için güzel bir yol.
Tiflis benim için artık tesadüfler şehri. 2009 yılından beri motoruyla gezen nazik Japon, İtalyan görünümlü Fransız, patavatsız Lvivliler, hayata karşı mesafeli Norveçli, konuşkan Kanadalı... bu saydıklarım Batum'da tanışıp, Tiflis'de karşılaştıklarımdan. Martruska'da tanışıp, kalede karşılaştığım Gürcüleri unutmadım tabi. Tiflis'in sokaklarında yürürken karşılaştığım Japon 34 yaşında olduğunu bana söyledikten sonra ''yuh'' diye tepki vermiştim. Ondan önce keşfettiğim bir pideciye gittik beraber. Onun yemeğinin benden 20 dakika önce gelmesine rağmen, başlamaması kültürüne hayran kalmama sebep oldu. Ardından benim '' başla başla'' ısrarlarıma dayanamayıp yemeğine başladı. Onu beklediğimi görüp, hızlı adımlarla yürüyerek karşısındakine saygısı, Japonların ne denli kibar ve alcakgönüllü olduğunun kanıtı. Ardından Ermenistanda takıldığım Wataru'dan da aynı tepkileri alınca, Japonya seni ve insanlarını seviyorum diyerekten noktayı koydum. Nezaketi ''lütfen'den ibaret görenler'' bir süre Japonlarla takılmalı. Motorunu hotele park edip, hostelde kalması ise sempatik Japon insanının içindeki Türklüğe bir örnek.
Gürcistan genel hatlarıyla 2 haftalık bir süre istiyor. Vize istemese Abhazya bölgesine muhtemelen giderdim. Yollarının facia olmasından dolayı bir kaç doğa güzelliğini görmek için araba kiralamak gerekiyor. Bundan dolayı Gürcistan defterini Batum, Tiflis, Mytsheta ile bir defa daha açmak üzere kapattım.
Ardından bir diğer gün, sabah Ulusal müzeye gidiyorum, öğrenci kartımı hostelde unuttuğumdan dolayı 5 lari ödüyorum. Tarihi ve kültürel bir müze , adı üstünde ulusal müze. Rusların kuşatmalarına sıkça yer verilmiş, Sovyet döneminde uğradıkları zülme geniş bir yer ayırmışlar. Sıkıcı bir kaç savaş aletlerini giriş katında görmek mümkün, benim ilgimi çeken kısım ise üst kattaydı. 20.yüzyılda Rusyaya bağlı yaşanan yaklaşık 75 yıl.
Komünist sistemin olmazsa olmazı ray sistemine (tren,metro) Gürcistan'da da rastlamak mümkün, hatta Tiflis metrosu, İstanbul metrosuyla yarışır güzellikte. Mtsheta'ya gitmek için minibuslerin kalktığı meydana gidiyorum, Mtsheta Gürcüler için kutsal toprak. Manastır, kale, katedral gibi bilimum dini aktivitelerin merkezi. Tiflis'den 20 dakika uzaklıkta. Birden fazla kişi ile gitmekte fayda var, çünkü manastıra çıkışlarda taksi gerekiyor. Tiflis'e geri dönelim. Tiflis'de kaleye yürüyerek çıkmak gayet kolay, buna mukabil bir de funikeler var. Ardından kaleden şehre indikten sonra, barış köprüsüne geçip bir ufak yürüyüş yapmak da fayda var. Armut suyuyla birlikte tabi. Eski şehirde ve Rustaveli caddesinin üzerinde bir kaç katedrali ziyaret edip, yerel halkı gözlemlemek farklı bir deneyim kazandıracaktır. Tiflis'den sonra yolculuk Erivan'a...