SAFSATALAR ANSİKLOPEDİSİ – inceleme
Kitap seçkilerimi genellikle sosyal medya, youtube ve podcast mecralarından yayınlarını ilgiyle takip ettiğim kişilerin önerilerinden seçmeye gayret ediyorum. Kimi zaman bu kişiler kendileri kolları sıvayıp, bir kitap yazarlarsa o kitaplarıda vakit kaybetmeden almaya gayret ediyorum. Çıkış serüveni yılan hikayesine dönen namıdiyar @immanueltostoyevski tarafından kaleme alınan Safsatalar Ansiklopedisi’de ilk baskısında almaya gayret ettiğim kitaplardan birisi oldu.
Kendisini İmmanuel Tostoyevski olarak tanıtan bu şahıs ekşi sözlük yazıları, Fularsız Entellik websitesi ve düzenli yayınladığı podcastleriyle “halk için halka rağmen entellik” yapıyor. İnsan mantığı ve düşünce yapısının işleyişi, türlü ilginç konular, akıl yürütme yolları ve safsatalar üzerine konuşarak insanın düşünme mantığı nasıl işliyor ona bolca kafa yoruyor. Her ne kadar yüzünü göstermeyip youtube yayınlarına bile maymun maskesiyle katılarak herkesin aklında “o burnun maskeye mi ait, yoksa gerçekten kendi burnu mu?” sorusunu bırakarak kafaları karıştırsa da zevkle dinlediğim, takip ettiğim bir şahsiyet. Özelliklede her konuyu kendi mizahi dili ile anlatabilmesi nedeniyle, özellikle podcast yayınlarını şiddetle tavsiye ederim.
Adı bile belli olmayan bu şahsiyeti bu kadar övdükten sonra gelelim kitaba. Safsata konusu muhtemel ülkemizde yeni duyulmaya başladığı için son dönemde sıklıkla karşılaşr oldum. Benim tanışmam Tevfik Uyar’ın bu konuyu dile getirmesiyle oldu. İlk olarak Tevfik Uyar’ın “Safsatalar aklın kırk haramisi” kitabını okudum. Orada sistematik bir safsata kılavuzu ile karşılaşıyoruz. Daha sonra, Yalın Alpay’ın “Yalanın Siyaseti” kitabı sayesinde safsatanın post truth üzerinde etkisi ve siyasette kullanımı konusunda büyük bir aydınlanma yaşamıştım. Burada ise ikisindende çok daha geniş kapsamlı bir safsata anlatımı ile karşılaşıyoruz.
Kitap 3 bölümden oluşuyor. Öncelikle safsata nedir, türkçeye nasıl çevrilmeli gibi terimsel konular konuşuluyor. Sonra akıl yürütmenin tarihine bakıyoruz ki oldukça uzun, eğlenceli ve örneklerle dolu bir bölümle karşılaşıyoruz. Antik Yunan’da Aristoteles’i ziyaret edip oradan Farabi’ye falan geçiyoruz. İkinci bölümdeyse sayın maymun (yazar kendine böyle diyor) bize bir safsata ansiklopedisi sunuyor. Sadece “ad hominem” budur aha alın size örnek şeklinde değil, güncel uygulamalar eğlenceli hikayeler ve Immanuel Tostoyevski’nin hikayeyi kendi düşünce deneyleriyle birleştirmesi sayesinde oldukça eğlenceli bir anlatım söz oluşuyor. Son kısımda ise COVID dönemi ve bunun insanın karar mekanizmasını nasıl değiştirdiğini irdeleyip, düşüncelerini bize anlatıyor.
Konuya yabancı olan birçok kişi Safsata kelimesinin bütün bu anlattıklarıma ne alakası olduğunu anlamakta zorlanacaktır. Aslında burada bahsettiğimiz safsata, saçmalık anlamında değil de, karşı tarafın düşünce yapısını manipüle etmek için yapılan bilinçli ve bilinçdışı düşünce kalıplarının bütünü diyebiliriz. Sonuç olarak günümüzde sosyal medyadan, reklamlardan, TV’den ve hatta yakınlarımızdan sağlı sollu manipülasyonlara maruz kalırken, insan aklı nasıl çalışıyor diye merak etmek ve öğrenmek hepimizin faydasına olacaktır. Şiddetle tavsiye ediyorum.
Meraklısına kitaptan bir kaç alıntıyı da aşağıya bırakıyorum.
Dinlenirken çalılardan gelen bir hışırtı duydunuz. Birçok hışırtı bir tehdit veya fırsat değildir, alt tarafı rüzgardır. Ama 40 yılda bir bu bir yılan olur, bir kaplan olur, bir ejderha olur. Onlardan kaçmak için birkaç saniyeniz varsa, bu süreyi olasılık hesapları ile mı geçirirsiniz?
Bazen aklıma geliyor, yüz binlerce sene önce olasılıkları iyi bilen, bir hışırtı duyduğunda sakin ve soğukkanlı düşünebilen, panik yapmayan bir atam olduğunu hayal edip gülüyorum.
Ama ne yazık ki 99 olaysız hışırtı sonrası çalılıklardan çıkan bir kaplan afiyetle yemiş ve soyunu kurutmuş. Sadece %1 ihtimalle gerçekleşecek bu bağlantıyı zamanı gelince kuramamanın evrimsel bedeli sonsuz, ancak iki eş zamanlı ve bağlantısız olay arasında hiç yoktan bir bağlantı uydurmanın bedeli epeyce az. İşte bu yüzden biz, her hışırtı da irkilen korkakların torunlarıyız.
Örneğin, sık sık şehir içinde bisiklet bilen biri olarak, bazen bisiklet şeridi olmayan yollardan geçmem gerekince kaldırma çıkıyorum ve şu manzara ile karşılaşıyorum: yan yana 4-5 kişinin yürüyebileceği kadar geniş bir kaldırımda sadece bir kişi yürüyor, ama öyle hizalanmış ki kendini, öyle bir alan savunması yapıyor ki o kaldırımda, yanlardan sıvışamıyorum. Zil çalıyorum ama kulaklarında kulaklık, duymuyor. Mecbur peşine takılıp söylene söylene gidiyorum, düşüncesizliklerinden giriyorum, zenginliklerinden çıkıyorum. Dexter dizisini ben yazsaydım, ilk bölümde seçeceğimi kurbanlar katiller veya tecavüzcüler değil, bu kaldırım gaspçıları olurdu. Halbuki eminim aynısını ben de yapıyorum zaman zaman. Ama konu ben olunca kesin bir bahanem vardır, toz kondurmam kendime. Sonuçta ben özelim. Yoksa sen değil misin? Şu gerçekle er ya da geç yüzleşmemiz gerekecek: anamız babamız bize yalan söyledi, hiçbirimiz özel değiliz. Hemen her yönden bize benzeyen stadyumlar dolusu insan var bu dünyada. Doğal olarak hatalarımız daha masum, bahanelerimiz daha geçerli değil.
6
Henüz hiç yorum yapılmamış.