Kmlkcr @Kmlkcr_1337

SOĞUK PAZAR

Islak bir akşamüstüydü. Bazı akşamüstüler böyle ıslak olur. Hava kurudur. Yer kurudur. Karanlık, bir yağmur bulutu gibi çöker gündüzün üzerine. Bir tek zaman ıslaktır bu yüzden. Ağlamamak için çırpınan bir çift gözbebeği kadar ıslak. Hepimizin çok yakından tanıdığı bu kaygılı zaman diliminde, tüm hüzünler katlanır. İşte öyle bir zamanda, üşütmeye meyilli bir esinti eşliğinde yürüyordu Leyla. İşyerinden yeni çıkmıştı. Yürürken sadece karşıya bakıyordu. Havaya bakacak kadar merakı da kalmamıştı, yere bakacak kadar endişesi de. Telefonunu çıkarıp bakıyor, tekrar ceketinin cebine koyuyordu. Hava gittikçe soğuyordu. Soğudukça daha sert okşuyordu teninin açıkta olan yerlerini. Arada, iki elini iç içe getirip nefesini avcuna üfleyerek az da olsa ısıtıyordu kendisini. Adımları da istemsizce hızlanıyordu. Bir kadının adımları sebepsiz yere hızlanmaz asla. Neyse ki soğuk, bu sebeplerden en naif olanıydı.

           Sonunda otobüs durağına varmıştı. Hava da iyiden iyiye kararmaya başlamıştı. Aslında bu havaları severdi. Bu havalarla birlikte, sevdiği her şeyi kaybetmeden önce… Hayata tutunmasını sağlayan küçük umutları olmasa, çekilecek şey değildi yaşamak. Tıpkı milyonlarca insan gibi o da bir yanı pamuk ipliği sebeplere bağlı, diğer yanıyla dünyanın yükünü arkasından sürüklüyordu. Yüzü soğuktan buz gibi olmuş, yanakları kızarmaya başlamıştı ki otobüs durağa yanaştı. Bulduğu ilk boş tekli koltuğa oturdu. Otobüsün ilk önce tekli koltukları dolardı hep, ardından çiftli koltukların cam kenarları. Hiçbir film, bu otobüsün dolma ritüelinin anlattığı kadar iyi anlatamazdı birbirimizden nasıl bıktığımızı. Gerçek bir yaşam süren ya da gerçek olduğunu sandığı bir yaşam için sürünen herkes gibi, Leyla da birkaç kişilik kurmuştu dünyasını. İşte o dünyanın başkahramanı arıyordu. Hiç bekletmeden açtı telefonu;

           “Kızım!”

           “Ne yapıyorsun anne? Evde misin?”

           “Hayır, ama yoldayım. Birazdan varırım. Sen ne yapıyorsun? İyisin değil mi?”

           “İyiyim annecim. Seni çok özledim. Ne zaman geleceksin yanıma?”

           “Pazar günü birlikteyiz biliyorsun. Ben de çok özlüyorum seni canım benim.”

           “Biliyorum ama daha önce gelsen olmaz mı? Ben babamla konuşurum.”

           Leyla’nın gözbebekleri ıslanmaya başlamıştı bile. Onu ayakta tutan en büyük sebep kızıydı. Onu da haftalardır görmemişti. Son birkaç ay, o kavuşma gününün özlemiyle geçmişti. Kızını ne kadar çok özlese de, onu kızından mahrum bırakan adama minnet edecek değildi. Kendisi bu hasrete de katlanıyordu bir şekilde ama kızının her “özledim” deyişi onu dağıtmaya yetiyordu. Tüm özlemini, acı bir yutkunmayla içine attıktan sonra konuşmaya devam etti;

           “Sabret olur mu? Küçük güvercinim benim.”

           “Ben büyüdüm artık. Hala güvercin diyorsun bana.”

           “Seni güvercin yapan küçük olman değil. Genç kız da olsan annenin güvercinisin hep.”

           “Bazen sana kızıyorum, yanımda yoksun diye ama bir tek senin yanında, istediğim gibi hissediyorum. “Acaba nerden biliyor ne istediğimi” diyorum. Küçük olmak istediğimde küçük gibi davranıyorsun. Büyük hissetmek istediğimde genç kız gibi. Anne olmak sihirli bir şey bence.”