Şüphe
Uzun bir süre oturumlara gitmemiştim. Sayısını tutmadım ama sanırım yirmi-yirmi beş oturum olmuştur diye düşündüm. Salona girdiğimde sadece ihtiyar vardı. İçten içe buraya neden tek başına geldiğini düşündüm. Konuşacak kimse yoktu. Beni mi bekliyordu? İçeri girip karşısına oturdum.
Kafasını yavaşça bana doğru çevirip “Gittiğini sanmıştım. Hoş geldin!” dedi kısık bir sesle. Konuşurken zorlanıyordu artık. “Diğerleri nerede?” diye sordum koltukları göstererek. Boğazını kuvvetli bir öksürükle temizledikten sonra bana baktı. Gözünün beyazı, yerini belli belirsiz bir sarıya bırakmıştı. Yorgun olduğu her halinden belliydi. Nezaketen de olsa “İyi misin?” diye sordum.
“Otur.” dedi donuk bir sesle. “Neden bu kadar ısrar ediyorsun kabullenmemek için?” diye sordu sitemkâr bir şekilde. “Neyi?” dedim. “Yakında gideceğimi düşünüyorum. İnan bana burada uzun süre kalmak istemezsin.” deyip bir daha öksürdü.
Hırıltılarının biraz yatışmasını bekledim. Kafamı toparlamaya çalışıp doğru soruyu sormam gerektiğini biliyordum. “Dün koridorun diğer tarafına doğru gittim.” dedim yüzüne bakarak. İrkildi ve devam etmemi istercesine yüzüme baktı. “Sonuna kadar gittim ama…” Ellerini iki yana açıp “Ama ne?” dedi atik bir hareketle. “Ama duvara çarptım.” dedim. Derin bir nefes aldı ve gözlerimin içine delici bir bakış atarak. “Nerede olduğunu biliyor musun evlat?” diye sordu biraz üzgün bir sesle? Kendimden buraya geldiğimden beri ilk defa şüphe duyarak geveledim: “Ha… Hayır.” Yerinden doğrulup sandalyesini karanlıktan öne doğru çıkardı ve zorlanarak bana doğru yaklaştı. “Biliyorsun. Hadi kabul et. Yüksek sesle söylediğini duymalıyım.” Duraksadı ve “Sen de duymalısın.” dedi. Huzursuzlanarak “Bilmiyorum” diye tekrarladım. Hayal kırıklığını gizlemeye çalışarak sandalyesine geri oturdu.
“Öldün evlat.” dedi kafasını iki yana sallayarak. “Öldün ve… Ve işte o kadar. Devamı yok.” Arkama yaslanıp olanları idrak etmeye çalıştım uzunca bir süre. Ya da kısaydı ama zamandan anladığım bir şey yoktu artık. Çünkü ölmüştüm. Ölmüştüm ve… Ve işte o kadardı. Boğuk sesi, düşüncelerimi susturdu: “Beklemedesin. Bu da bize yapılmış kötü bir şaka. Bekleme salonu.” Sağıma soluma baktım. O ana kadar bildiğim bütün kelimeler, kavramlar, duyular ve hisler bana bir şey anlatamıyordu artık. “Aman ne orijinal dedim” dalıp gittiğim noktadan gözlerimi ayıramayarak. İhtiyar biraz da olsa rahatlar gibi bir hareket yaptı. Tuttuğu nefesi verirken bir daha öksürdü. “Hiçlik yani. Bu mu?” dedim isyankâr bir şekilde. “Buradan bir yere gitmekten bahsettin” dedim hızlıca. “Bu da ne demek oluyor?” İhtiyar ise iç geçirerek “Hiçlikten şüphe etmediğim bir bekleme salonuna ve sonra bir başkasına ve başkasına…” şeklinde karşılık verdi.
…
Ertesi gün koridora çıktım, karanlıkta yürüyüp salona girdim, kimse kalmamıştı. İhtiyar da gitmişti. Karanlıktaki koltuğa oturup beklemeye başladım. Sessizlikte uzunca bir süre gözüm kapalı bekledikten sonra usulca gözlerimi açtım. Salonun öbür ucundaki kırık dökük bir sehpanın üstündeki sigara paketine gözüm ilişti. Paketi alıp karanlıktaki koltuğa geri döndüm. Çıkarıp yaktım bir tane. Sonra arkama yaslanıp beklemeye devam ettim.