Şüphe
12 Oturum Sonra...
Bir su damlasının ucuz metal bir lavaboya damlarken çıkardığı ses kadar boş geliyordu artık burada bulunmak. Her şey çok serbest dolayısıyla amaçsızdı. Sebep-sonuç ilişkisi diye bir şey yoktu. Bir hiçlik. Hiçbir zamana ait olmayan, hiçbir yerde bulunmayan ve hiç kimselerin olduğu…
Yine koridora çıkıp yürümeye başlamıştım ki birkaç ışığın yanmaya başladığını gördüm. Karanlık etkisini kaybediyordu günden güne. Hep gittiğim tarafın tersini de daha rahat görebiliyordum artık. Yine bildiğim yöne gittim. Salona girdiğimde ben, ihtiyar mahkûm, genç kız ve orta yaşlı kadın olmak üzere dört kişi kaldığımızı gördüm. Biraz daha yaklaştığımda genç kız “Yarın bir doktor gelecekmiş” dedi. Bir değişim olacağını anlayan ben durumdan çok da haz etmemiştim ama bu hissiyatımı gizledim. Yalandan ilgilendiğimi göstermek için “Ne doktoruymuş?” dedim ortaya. Diğerleri, sahteliğini sezemedikleri bu ilgiye şaşırdı. “Estetik cerrahıymış” dedi orta yaşlı kadın gözlerini devirerek. İki yanı da boş olan bir sandalyeye çöktüm. Her zamankinden konuşkan hissediyordum ama yine de birilerinin başlamasını tercih ettim.
“Bu noktaya gelmeden önce korktuğumuz şeylerden bahsetmek ister misiniz?” dedi genç kız neredeyse neşeli bir tonda. Suratına gıcık bir bakış fırlattım ama hevesi yine de kırılmadı. İhtiyar adam gülümsedi. Gün geçtikçe daha beyaz bir hal alıyordu cildi. “Fena olmayabilir” dedi ve bana baktı. Göz kapaklarımın uykudan yorgun olduklarını hissettim. Çenemi öne, alt dudağımı ve kaşlarımı da yukarı doğru kaldırıp, bir De Niro edasıyla, konunun bana çok da fark etmeyeceğini beyan ettim.
“Ben buraya gelmekten korkuyordum” dedi genç kız. “Hatta ödüm patlıyordu” diye ekledi öncekinden daha da neşeli bir tonda. “Aha!” dedi yaşlı adam usulca ve öne doğru eğilerek kırışık suratını karanlıktan çıkardı. “Hellen Keller yıllar önce buna dair bir söz söylemişti.” Gözlerini yukarı kaldırıp sözün tamamını hatırlamaya çalıştı ve sol elinin işaret parmağıyla bulduğunu gösterip kafasının içindeki kütüphaneden tekrar aramıza döndü. “Korkudan kendini savunmak çoğu zaman yersizdir çünkü sonunda korkaklarda en az cesurlar kadar korkuya yakalanır.” deyip genç kıza baktı. Kızın gözleri açılmıştı ve içinde bulunduğu durumu düşünmüş olmalı ki hafifçe gülümsedi ihtiyara. Ben ise bu kaynaşma havasından hoşnutsuz bir biçimde olduğum yerde söyleniyordum. “Ne kadar boş bir muhabbet. Çok sıkıcı ve anlamsız. Burada gelip gelip oturuyoruz ve bir ilerleme kaydetmeden geri dönüyoruz. Burada gerçekten ne yaptığımızı bilen var mı? Eğer yoksa hepiniz sanki biliyormuş gibi yapmayı kesin!” diye çıkıştım. İhtiyar hariç diğer ikisi bana baka kalmıştı. Geldiğimden beri ilk defa bu kadar uzun konuşmuştum. Şaşkın bakışlarını fark edince de kalkıp salondan çıktım.
Hızlı adımlarla koridora geri döndüğümde ışıklar iyiden iyiye yanıyordu. Koridorun hiç gitmediğim öbür ucunu net bir şekilde görebiliyordum. Adımlarım yavaşladı ama ayaklarımın kontrolünü kaybetmişçesine yatağımı da geçip koridorun diğer ucuna gidiyordum. Yaklaştıkça sıcaklığın arttığını hissediyordum. Ama bu hem fiziksel hem de içinizi ılıtan türden bir ısıydı. Sıcaklık arttıkça adımlarım hızlandı; adımlarım hızlandıkça da sıcaklık arttı. Yatağımı neredeyse göremeyecek kadar uzaklaştığımda içimi bir belirsizlik hissi sardı. Endişeler, geride bıraktıklarım... “Geride mi?” dedim kendi kendime. Biraz daha ilerledim zıtlaşarak beynimle. Isı vardı ama ışık yoktu. Nefes alıp verişim hızlanmıştı. Göğsümde bir kara delik açılmış gibi hissediyordum. Sanki şeffaftım ve hava içimden süzülüp gidiyordu. Son kez arkama baktığımda gözlerimin yavaşça kör olduğunu düşündüm. Hiçbir şey göremiyordum neredeyse. Kafamı önüme çevirmemle tok bir ses kafamın içinde çınladı: “Küt!”. Sonra biraz canım yandı. Gri tuğlalı bir duvara kafamı çarpmıştım. Alnımı ve burnumu yoklayıp kanamadığını gördüğümde şaşırdım. Fakat bu ilk hissiyatım olan hayal kırıklığının yanında devede kulak kalırdı. Koridorun bu ucunda da öbür ucunda olduğu kadar hiçbir şey vardı. Durumu anlamaya çalışarak yatağıma geri döndüm.
...