Hiçbir Yerdeki Adam Bölüm 3
Bütün bunları beynimin içinde tutmaya çalışırken, ofisin kapısını çaldıktan sonra Janine elinde küçük bir fincan kahveyle içeri girdi.
Springer: “Kahve memur Morrison için Janine, çıkarken kapıyı kapat lütfen.”
“Benim için mi efendim?”
“Evet, çünkü görevin bugün bu kapıdan çıktıktan hemen sonra başlayacak ve seni bu şehirde bulabileceğin en iyi ve en sert İskoç viskisinin verdiği ağız kokusuyla ve çakırkeyiflikle gönderemem. O yüzden kahveni içerken aklındaki soruları iyi toparla ve kısa kesmeye çalış.”
Kahveden bir yudum aldıktan sonra: “Efendim, son iki yıldır Rose Blackdove’u izliyorsak bu dosya nasıl oldu da daha önce kimseye atanmadı?”
“Morrison, ciddi misin? Sorun bu mu? Gözlerimi ayırmadan ondan bir cevap beklemem üzerine iç çekerek: Bazı şeyleri bilmezsen senin için daha iyi olur.” diye ekledi.
Kendi kendime Springer’ın bu küçümser tavrına ufak bir ayaklanma göstermeliyim diye düşündüm. Viskinin de verdiği cesaretle, kahvemi içerken sadece Springer’ın gözlerinin içine bakmaya devam ettim. Her saniye daha da delici olması için uğraşıyordum. İşe yarıyor muydu hiç emin değildim ama bir noktadan sonra bu bakışma oyununda kozu elime geçiriyor gibiydim. Kahvemin son yudumunu aldıktan sonra fincanı Springer’ın masasına koydum. Dosyayı elime aldım. Bütün bu konuşmayı aklımda tekrardan oynattım. Sonra bir daha, ve bir daha ve bir daha. Aklımda en çok yankılanan sözcükleri yan yana koyduktan sonra Springer’ın gözlerine bakmayı kestim. Ayağa kalktığımda ise Springer beni hiç böyle görmemiş gibi bakıyordu. Oynadığım küçük oyun işe yaramıştı. İlgisini beynimin içinde ne düşündüğüme çekmiştim. Hem de o kadar yeterlice çekmiştim ki, içinde neler olup bittiğini öğrenmek için can atıyor gibiydi. Sanki soracağım soruyu biliyor ve yine de sormamı istiyor gibiydi. Cevabını vermek için can attığı bir soru. O anda herşey oturdu kafamda ve sorumu sordum.
“Rose’un tam gerçek ismi nedir teğmenim?”
Springer adeta takımına maçı kazandıran basketi atan oğluyla gurur duyan bir baba gibi karşımda durmuş beni inceliyordu. Onu hiç böyle görmemiştim. Açıkçası hiç de hoş bir görüntü değildi. Springer’a sert adam olmak yakışıyordu. Onu böyle gördükçe ben de küçümser bir tavır sergilemeye başlamıştım belki de. Springer derin bir nefes aldıktan sonra, baş, işaret ve orta parmaklarıyla gözlerini ovuşturdu ve sorumu cevapladı.
Springer: “Loretta.. Springer.”
Henüz hiç yorum yapılmamış.