Ozan Telatar @Ozan_Telatar_1207

Bir Zamanlar Bir Bank Varmış

Saat 06.00

Rahatsız edici o ses ile uyanmıştım yine. Kalın bir odun parçasının ucuna bakır bir parça teli dolayarak tutturulmuş bir sokak süpürgesiydi alarmım. Kırçıllar yere o kadar sert sürtüyordu ki bırakın önümde duran ufak yolu; bütün mahalle inliyor gibi hissediyordum. Kafasındaki rengi solmuş yeşil başörtüsü çenesinden dikkatlice bağlanmış bir Babushka[1], her sabah altı civarı gelip burayı süpürüyordu. Gün içinde oldukça gelen gideni olan bir park olduğu için insanların arkasında bıraktıklarını temizlemek için uğraşıyordu. Çok erken uyandırıldığım için gıcık olsam da hemen kendimi bu kadıncağızın yerine koyup “Kim bilir o nasıl uyandı?” diye soruyordum.

Saat 06.30

Günün en çok yalnız hissettiğim saatiydi belki de. Şehir yeni yeni uyanıyordu ama sokakta daha kimsecikler olmazdı. Parkın hemen önünde bir otobüs durağı vardı. Saat yediye doğru işine erken gidenler geçerdi parktan. Ha, bir de öğrenciler. Gençleri olduğum yerden gözetlemek hep hoşuma giderdi. Wroclaw bir öğrenci şehri olduğu için parklar genelde boş kalmazdı.

Hava temmuz ve ağustos dışında genelde soğuk olurdu bu saatlerde. Sokakta dev bir sessizlik, evlerde ise tam tersine katlanarak büyüyen hazırlıklar ve telaş... Fakat bazı sabahlar bu yarım saatlik kısa bölümü sevdiğim de oluyordu. Özellikle güneşi görebildiğimiz aylardaysak. Hafif bir sıcaklık ile uyanırdım. Yeşile dönüşmek için can atan ağaçların görüntüleri beni hep heyecanlandırırdı.

Saat 07.30

Şehir iyiden iyiye ayaklanmıştı. Mavi sırt çantasıyla beraber her sabah bu saatlerde üniversiteye giderken bu parktan geçen çocuk yine dakikliğini konuşturdu. Eğer yanlış duymadıysam ismi Laszlo’ydu. Arkadaşlarıyla bazı dersleri asıp parka gelip sohbet ederlerdi, hatta bazen akşama kadar oturup kök birası içerlerdi. Yarı Macar yarı Polonyalı bir çocuktu.
Laszlo hızlı adımlarla uzaklaşırken köpeğini gezdirmek için parka gelen ve benim Frank ismini taktığım orta yaşlı bir adam gelirdi. Çok tatlı Retriever cinsi bir köpeği vardı. Parka geldiğinde havalara uçardı adeta hayvan. Frank içinse aynısını pek söyleyemezdiniz. Çalışma temposundan ya da belki evli olmanın getirdiği monotonluktan, belki de yalnızlıktan; eğilip bükülmüş vücudu hemen onu ele verirdi. Sıkıntılı olduğunu anlardınız. Köpeğini gezdirirken bir de sigara yakardı. Daha önce hiç kimseyi öyle dertli sigara içerken görmemiştim. Çok oyalanmadan parkın diğer ucuna doğru çekiştirdi köpeği onu ve birkaç saniye sonra gözden kayboldular.

Saat 08.00

Anja ve Maria’nın gelmesine yarım saat kadar bir süre vardı. Maria dört yaşındaki oğlu Bartek ile beraber gelirdi buraya. Son birkaç haftadır Maria’nın güzeller güzeli arkadaşı Anja da onlara eşlik ediyordu. Bartek hemen önlerinde yerlere annesinin ona aldığı yeni boya setiyle bir şeyler çizerken o ikisi de sohbet ederlerdi. Anja’nın yer yer kızıla çalan kahverengi saçlarını ilk gördüğümde “vay canına” demiştim içimden. Neyse ki zaten beni duyamazlardı. Maria ise, Anja’nın tersine açık tenli ve sarı saçlı bir kadındı. Mavi çekik gözleri ve burnunun iki yanında tek tük çilleri vardı. Bartek de annesine çekmişti.
Normalde Anja sonradan gelirdi ama bu sabah beraber geldiler. Bartek adeta kafesinden kurtulmuş bir kuş gibi annesinin elinden kurtuldu ve çimlere doğru koşup atlayıp zıplamaya başladı. İki genç kadın da oturup sohbet etmeye koyuldu.
Yanımda duran büyük söğüt ağacı olduğum yeri gölgeliyordu. Bu yüzden parkın en iyi yerlerinden biriydi burası. Bartek biraz hoplayıp zıpladıktan sonra gelip boyalarını aldı ve hemen annesinin ayaklarının dibine farklı farklı şekiller çizmeye başladı. Anja, geçenlerde bir hafta sonu akşam dışarı çıktığını ve barda yakışıklı bir erkekle tanıştığını anlatıyordu. Bunu duymak pek hoşuma gitmese de sonrasında biraz rahatladım. Zira adam Anja’yı üç-dört gündür geri aramamıştı. “Ne salak adam, Anja geri aranmaz mı!” diye geçirdim içimden.

Bartek dakikalar içinde devasa bir tablo oluşturmuştu gri kaldırımın üstünde. Sürekli annesinin paçasını çekiştirip nasıl olduğunu gösteriyor ve sonra da başka bir renk seçmesi için onu bunaltıyordu. Anja yavaş ve istemsizce saatine baktı ve “Marienka, benim gitme vaktim geliyor, yavaştan kaçmalıyım.” dedi ve ayağa kalktı. Mavi üstüne beyaz benekli gömleğinin dışarı çıkan kısımlarını içine soktu. Gömleğin gerilmesiyle diri göğüsleri biraz daha belirginleşmişti. Bunun üstüne dekoltesinin bir düğmesini açtı ve Maria’ya, görüşürüz, dedi. Bartek yerden kalkıp Anja’nın bacağına sarıldı. Anja onun seyrek sarı saçlarını sağa sola dağıtarak kafasını sevdi ve yanlarından ayrıldı.