Kelimelerle Ağ Örmek
‘İnsan’ kelimesi üzerine söylenmiş onca söz olmasına rağmen bu kelime daha fazlasını taşıyacak kapasitede güçlü bir kelime. İnsan, kendine kelimelerle ağ ören bir varlıktır desem, fazla gelmeyecektir.
Allah’ın, Âdem’e varlığı isimlendirmeyi öğretmesi rastgele seçilmiş bir iş değil. İster kör, ister sağır, ister sağlıklı ister hasta olalım; insan olarak bu dünyada varlık kazanmışsak, isimlere ve isimlendirme eylemini yapmaya muhtacız demektir.
Bir varlığı isimlendirmek, tıpkı büyük bir haritada yer alan küçük bir noktaya koordinat belirlemek gibi, varlık haritasında yer alan nesnelere koordinat belirlemektir. İhtiyacımız olduğunda, ihtiyaç duyduğumuz nesnenin adını zikretmek, bizi milyonlarca nesne arasında kaybolmaktan kurtarır. Bu sayede nesnelerle kendimiz arasında, nesnelerle nesneler arasında ve nesnelerle uzay-zaman-mekân arasında bağ kurarız. Bağlamak aynı zamanda varlık haritasında kendi konumumuzu belirlemeye yardımcı olur, kendimizi nesneler arasında kaybolmaktan kurtaran bir ağ örmüş oluruz.
Kavramlaştırmak fiili de bizi düşünce âleminde kaybolmaktan ve zaman kaybetmekten kurtaran muhteşem bir nimet. İyilik, kötülük, cahillik, bilgelik gibi aklınıza gelebilecek tüm kavramlar, düşüncenin yapı taşları. Zihin, düşünce eylemine zaman kazandırmak için en çok tecrübelerinden faydalanarak masaüstüne kısa yollar yapıştırır. Bunu etiketlemelerle yapar, ama bazen işler karışır. Adlandırmakla etiketlemek yer değiştirdiğinde tek kelimeyle dünyamız karışır ve insanlık için pahalıya mal olur.
Tarih, etiketlendirmenin adlandırmayla karıştırıldığı nice trajik olayla dolu… Bir grup insanı -hatta varlığı- cahil diye etiketlerseniz, o grubun söylediği en bilgece söze bile yapışacaktır cahil etiketi. Bu etiket, sözün kaynağının sesini kısar, zihnimize yamuk bir aynadan yansır ve biz artık varlığı hakikatiyle göremeyiz; o, etiketlendirme prizmasından geçmiş, kırılmış, yamulmuş bir sesten başka bir şey değildir. Zencilerin, kölelerin, kadınların, çocukların, Kürtlerin, Ermenilerin, Yahudilerin, Hıristiyanların, Batılıların ve Doğuluların, Alevilerin, Sünnilerin, Şiilerin, Habillerin ve Kabillerin tüm trajedisi budur aslında. Kendi yapıştırdığı ve kendine yapıştırılan etiketlerden bir türlü kurtulamamak…
Kedi yavrusunu yemeden önce ona fare dermiş. Eğer karşınızdaki insana yapıştırdığınız ‘hasta’, ‘cahil’, ‘şucu’, ‘bucu’ gibi bir takım etiketleriniz varsa; o kişi sizin gözünüzde görünmez, sizin kulaklarınızda duyulmaz, sizin zihninize yansımaz hayalet bir varlıktır artık. Söz de biter o zaman. Bir savaş başlar, ta ki çatışma sizi görmeye ve duymaya ikna edene kadar.
Medeniyetler arası çatışmalardan tutun, insanın kendi içindeki çatışmalara varıncaya kadar, çatışarak anlaşmaya sebep olan bu iletişim biçimi, bir çığlığıdır insanlığın. Çünkü tüm etiketleri kaldırdığınızda karşınızda duran şeyle kendiniz arasında bir fark görememek dehşete düşürüyor insanı.
Kırık bir aynaya mı bakıyorum kanayan coğrafyalarda, sömürülmüş toplumlardaki yansımamız mı hoşumuza giden?
Belki de etiketlemek, ‘anlamak’ eyleminin sorumluluğundan kurtaran bir ağrı kesicidir ve biz asla sancı çekerek var olmaya katlanamayız.