Devlet Kavramı
Özellikle biz Türkler için genel kanı olarak “kutsal” olduğuna inanılan. Asla yüceliğinin sorgulanmaması gerektiği düşünülen “devlet ve otoritesini”, temel olarak tanımlayan Thomas Hobbes ve J.J Rousseau’nun görüşleri ile birlikte açıklamaya çalışacağım. Yaşadığımız ülkenin iç dinamikleri sebebiyle apolitik geçinmenin imkansızlığı hepinizin malumu, bu sebeple de hemen hemen her kesim devlet, siyaset ve seçim üzerine her fırsat bulduğu an fikrini açıklamakta ve tartışmakta.
Bir toplumun tüm kesimlerinin aktüel olarak sadece bir alan üzerinde bu kadar konuşmasının ve ilgi göstermesinin aslında o toplumun geri kalmış bir toplum olduğuna işaret ettiğini de belirterek nedir bu devlet? Diye sorarak konuya geçiş yapmak istiyorum.
Devlet Hobbes’a göre bir zorunluluk hali çünkü bir arada yaşamak zorunda olan insanlığın temelinde kötü, çıkarcı ve fırsatçı bir kimliğe sahip olduğunu düşünen Hobbes bunu “İnsan insanın kurdudur.” deyişi ile de açıklıyor. Doğası gereği bu şekilde varlığını sürdüren toplumu bir arada tutmak ve belirli bir düzen içinde yaşatmak için herkesçe kabul edilen temel bir otoriteye bazı haklarımızı teslim etmemiz gerektiğini düşünüyor. Yani bir nevi devleti insan varlığının temel bir sonucu olarak görüyor. Benim Hobbes ile uyuşmadığım nokta ise birlikteyken negatif özellikleri dolayısıyla yaşamını sürdüremeyen insanı kötü olarak adlandırması. Tarihte kendi ihtiyaçlarını yerine getiren bireyler olarak insanlığı ele aldığımız zaman kötüden bahsedemeyiz. Çünkü doğayla iç içe barınma, beslenme ve üreme fonksiyonlarını kullanan insan tamamen doğanın bir parçası haline gelmiştir. Doğanın işleyişi ve deviniminde ise iyi veya kötüden bahsedemeyiz. Aslında insanlar ortak bir yaşam sürmeye başlamakla yani bir otoriteyi kabullendikten sonra kötü dediğimiz ahlaki kavram ortaya çıkmıştır.
Öncesinde iyi veya kötü diye adlandırdığımız ahlaki kavramlar yoktur ve bunlardan birini kullanarak hatta bununla kalmayıp bunu devlete nedensellik ile bağlayarak ahlak felsefesinden uzak bir şekilde devleti yorumlamış oluruz.
J.J Rousseau ise tam tersi anlayışla insanın aslında devlet ile bozulduğunu, çizdiğimiz hayali sınırlarla insanları kısıtladığını, büyük bir potansiyele sahip insanın bir sözleşme ile devlete her şeyini devrederek bunun bir hata olduğunu düşünmektedir. “Kim ki sopa ile iplerle etrafını çevreleyip burası benimdir diyen kişinin sopasını tekmelemiş ise medeniyetin asıl kurucusu o dur.” diyerek devleti bir mecburiyet olarak görmesi ile beraber bu kavramla olan kavgasını da ortaya koymaktadır.
Bizler ise geçmişten günümüze devleti yöneten kişinin tanrının kutsal güçleri ile donatıldığı düşüncesiyle geldiğimiz için devleti kutsal bir kavram olarak görüp iktidarı elinde bulunduran kişilere ise dönemin “Han, Hakan, Kağan’ları” olarak bakmaktayız. Meşrutiyetini tamamen bizim varlığımızla ile kazanan ve biz olmasak olmayacak devletin üstümüzde kurduğu tüm baskı ve totaliter güç uygulamalarına göz yumarak da demokratik bir toplum olmaktan ne kadar uzak olduğumuzu ortaya koymaktayız.
2
Henüz hiç yorum yapılmamış.