Yaşamadıklarımın ukdesi nefesimde beliriyor, yaşadıklarımın minneti saçıma yıldız düşürsün bırak. Yıldızlar gökyüzüne kaçış deliği. ‘Olsun’du yaşam, bırakımdı, yaşıyorumdu, bazen hiçti, “neden?”di, “ah”tı, adamakıllı ah! Gündoğumu sancısı gibi beklenirdi yarınlar, hele bir de günün yüzü bulutluysa parça parça, otur seyret, hepten burkardı. Günü ezme yığınları kulaklarında basıydı. Dimağında bir “ne zaman?” Ne zaman, ne zaman, ne zaman, ne ‘zaman döngüsü’ydü be! Alır götürürdü, hiç getirmesindi, zamansız ve de mekansızlığa götürürdü ya hep, bir de o sanrıyla yolda bırakırdı. Öylece.. öyle bir bırakırdı ki kamyondan yola düşen karpuz gibi parçalanır kalırdın, yolda.. Yol? Bir bakardın yoldasın. Oysa daha “ben?” diyecektin, tüh! Ne zaman çıktım, soruyu ne zaman sordum, zamanı mı geçti, hazır mıyım derken yolun varlığını bile yoldayken anlardın. Madem öyle derlerdi, niye yola hazırlanılmıyor da ekinler durduk yere büyüyor da büyüyor? Ekinler büyürken ses mi çıkarıyor? Öyle kolay değil duymak, yolda yalnız ayak seslerin var. O sana sen ayak sesine ha babam! Ayak sesleri ayak seslerine.. hangisi benim, hayır o senin bu benim, ikimizin, hepimizin.. derken lüzumundan fazla büyüyor ekinler, akın akın, filiz filiz, peh! Bası var ama diyorsun, kulaklarımda, ekinler hele hiç duymuyor, büyüyor, hiç durmuyor, rap rap rap.. öyle bir durmama ki seni de katıyor büyümesine, oysa sen büyüsün, yok hayır o büyüsün diye yalnız. Ekinin oyunu bu, seninse totemin oluveriyor. Totemler kanmak için, kana kana yaşama bulanmak, gerçeğeyse yudum yudum aşılanmak için. Çaktın mı köfteyi? “Tüh, kaçırdım!” dediğin şey yaşamak ağır ağır içine yuvalarken zam(yıl)an..